Bu sabah uyandığımda kafamın içinde Vivaldi'nin "Mevsimler"inden "İlkbahar"ın nağmeleri çalıyordu. Kıştan ne kadar bezdiysem bilinçaltım bile ilkbaharı çağırıyor. Sonra kalkıp mutfağa geldim, açık balkon kapısından içeriye başka sesler dolmaktaydı; "cıvcıvcıvcıv". Önce bir ağacı toplu konut bellemiş kuş sürüsünün sesleri sandım. Çok geçmeden anladım ki bunun doğayla ilgisi yok, kimbilir hangi sebeple rahatsız olmuş bir aracın alarm sesleriydi. İnsanlar arabalarına alarm taktırıp bu alarm çalmaya başladığında da neden duymazlar hiç çözemedim. Kuş seslerine benzeyen alarm uzun dakikalar boyunca öttü durdu, duymamak için kapıyı çektim.
Kafamda çalan ilkbahar ezgileri bir şeyleri dürtmüş olacak ki güneşli ve aydınlık bir sabah Pazar gününü şenlendirmekteydi. Keyfim yerine geldi, dün aynı güneşe aldanıp balkona serdiğim çamaşırlar akşam yağıp geçen yağmurla nemlendiği için tekrar astım balkona. Alarmın durduğunu farkettim o arada. Demlenen çayımı ve hazırladığım kahvaltı tabağını alıp kuruldum PC'nin başına, özlemişim, doyamıyorum bilgisayarımla muhabbete 😃 Bizim evde sabahlar tek kişilik, erken kalkan ben kimselere ilişmeden geçiriyorum sabah saatlerini. Vazifeşinas bir insan evladı olduğumdan hemen meydan okumanın onuncu gününde neler varmış kontrol ettim ve başlıyorum yazmaya:
10. Şimdiki aklım olsa şu bölümde okurdum dediğin bir dal var mı ? Anlat bakalım neymiş ?
Şimdiki aklım olsa çok şeyi farklı yapardım ama şimdiki akıl evvelki akılda olmuyor ne yazık ki. Çok küçükken, ilkokul ve ortaokul yıllarımda büyük bir hevesle doktor olmaya meyilliydim. Halalarımdan biri doktordu, onu çok sever ve çok özenirdim. Sanırım doktorluk isteğimi belirleyen itici güç oydu. Lise yıllarımda da bu düşünce pek değişmedi ama kafam karışmaya başlamıştı.O yıllarda tercih sistemi yoktu, sınava girilir, alınan puana göre fakültelerin taban puanlarını açıklaması beklenir ve ön kayıt yaptırılırdı. Sonra da koşa koşa gidip kesin kayıt listelerinde adımızın olup olmadığına bakardık. Merkezi sistemin yanısıra öğretmenlik eğitimi veren eğitim enstitüleri, yüksek okullar ve ODTÜ kendi özel sınavlarını yaparlardı. Henüz YÖK denilen kurum hayatımıza girmemişti. Üniversite sınavına girdiğim yıl sorular çalındı. İstanbul'da bir dersane bir şekilde ele geçirdikleri soruları öğrencilerine dağıtmışlardı. Bu durum ortaya çıkınca sınavın yenilenmesine karar verildi. Ağustos muydu, Eylül müydü tam hatırlamıyorum, sınav tekrar edildi. Bir kez daha oturduk Beşevler'deki bir okulun sıralarına. Hiç unutmuyorum, önümde oturan taşralı olduğu her halinden belli bir genç cebinde getirdiği zarları sıranın üstüne atıyor ve hangi sayı gelirse cevapta o şıkkı işaretliyordu. Nereyi kazandı, ya da bir yeri kazandı mı, hep merak ederim. Üniversitelere giriş sınavı tekrarlanadursun bu arada bulduğumuz her sınava başvuruyorduk. ODTÜ, Eğitim Enstitüleri vs. ODTÜ sınavında Mimarlık bölümünü tercih etmiştim, sorular da ona uygun olarak verilmişti. Ömrüm boyunca yön duygumu geliştiremedim, sadece Antalya'da denize bakan yönün güney olduğunu kestirebiliyorum ama başka yerlerde kesinlikle bilemem. Bu eksikliğim mimar olmamı da engelledi ve çok cüzi bir puan eksikliğiyle ODTÜ Mimarlık kaçtı. Diğer sınavlardan gelen puanlarla bir yandan ön kayıt yaptırıyor, diğer yandan da yazılı sınavını kazandığım bölümlerin mülakatına giriyordum. O yaz çok okul, çok sınav, çok öğrenci, çok öğretim üyesi ve çok heyecan doluydu. Üniversitelerde kesin listelerin açıklanmasını beklerken genel sınav, özel sınav ve mülakatına girdiğim yüksek okullardan birini kazandığım belli oldu ve okul şak diye açıldı. "Haydi" dedim, ön kayıt sonuçları belli olana kadar şuraya kaydımı yaptırayım, bir yandan da puan kollarım. Yaptırış o yaptırış, başlayış o başlayış oldu. Okula başladığımdan bir hafta sonra lisedeki en iyi arkadaşım da memleketinden gelip aynı sınıfta aramıza katıldı. İkimiz birbirimizi ayarttık sanki ve puan kollamaktan vazgeçip o okulda kaldık. Kalmaz olaydık. Tıp Fakültesi hayalleri Diyarbakır Tıp'ta kalırken, Mimarlık yön yüzünden 2 eksik puana yenik düşerken hayatta hiç düşünmediğim bir bölüme ve adını bile o zamana kadar duymadığım bir okula başladım. Diyorum ya, şimdiki aklım o zaman yoktu. 12 Eylül öncesinin tüm cinnetini o okulda yaşarken okul değiştirme amacıyla sınavlara giriyor, kazandığım halde ne hikmetse yine orada okumaya devam ediyordum. Bir şekilde bitti okul ama kelimenin tam anlamıyla biz de bittik. Şimdiki aklımla en büyük pişmanlığım-bölümden ziyade okul olarak-ikinci yıl kazandığım ODTÜ'ye geçmemek, ikinci pişmanlığımsa sanatla ilgili bir bölüm okumamaktır. Eh bu da kısmettir diye düşünelim ve yaşanmış her şeye "Kabulümdür" diyelim ki insanlık bizde kalsın 😃
Gülümsedim ama ne zormuş hakikaten o vakitte bir okul seçebilmek gidebilmek okuyabilmek yön bulmak şükür gene ha 🤗
YanıtlaSilNasip kısmet deyip geçiyoruz çoğu zaman hayırlısı böyleymiş :)
YanıtlaSilAhh hepimizin bir kesmesi varmış.Bugun bende yazarken eskileri andım.Dedigi gibi bundada bur kısmet vardır.
YanıtlaSilAnlattığınız yılları ben de babamdan dinerim hep, gerçekten çok zormuş o yıllarda okumak.Şimdi elinizi sallasanız üniversiteye çarpıyor.
YanıtlaSilEĞİTİM HAYATIMIZDA istenilenler olmaya bilir ama
YanıtlaSilÜlkemiz şartlarında herhangi meslek için eğitim almak da bence buyuk sans
Aa sorularin calinmasi bayagi eskilere dayaniyor demek. O zamanlar sistem cok karisikmis. Kucuk şehirlerden gelenler icin zor olmali okul okul gezip sinavlara girmek.
YanıtlaSilİstediğiniz bölümlerin olmaması kötü olmuş, yinede geleceğe bakmak en iyisi :)
YanıtlaSilRahmetlik dedem anlatırdı, aldık elimize diplomamızı okul okul gezdik biz derdi. O zamanlarda sınav bile yokmuş üstelik. Heyt be derdim :) Tam bir ütopyaydı benim için o zamanlar. Şimdi oğlum buna ne der acaba diye düşündüm. Akşam yemekte anlatayım bakalım o ne düşünecek :)
YanıtlaSilSanatla ilgili bir bölüm evet size çok yakışırdı ama siz hayatınızı sanata çevirmişsiniz hissiyatındayım ♥
Sevgiler...
Hangi bölümü okumuştunuz?Merak ettim :)
YanıtlaSilTurizm işletmeciliği, iktisat
Sil