Bugünkü meydan okumamızın konusu özlemekle ilgili. Esasen özlediğim o kadar çok şey var ki, hangi birini yazayım. En iyisi "Ya şundadır, ya bunda, helvacının kızında" diye sayarak içlerinden birini seçmek. Sözü edilen özlemek olunca haliyle biraz geçmişe, çocukluğuma döneyim dedim. Hazır mısınız benim bitmek bilmeyen çocukluk anılarımı okumaya, o zaman soruyoruz:
7. Gün-En çok neyi özlüyorsun bu hayatta hiç düşündün mü ?
Yukarıya da yazdım ya, pek çok şeyi özlüyorum, teknolojinin bu kadar ilerlemediği, insanların daha sade, daha kanaatkar, daha sıcak, ortamların daha güvenilir olduğu eski yılları özlüyorum mesela. Lakin şimdiki yaşım ve kafa yapımla o yıllara gitsem aynı mutluluğu yaşar, aynı keyfi alır mıyım bilmiyorum. Yine de yaz tatillerimin bir kısmını o zamanki yaşımla Niğde'de, o Cennet gibi bahçede, büyük teyzem ve kuzenlerimle geçirmeyi isterdim sanırım. Çok özlüyorum o yılları. Murathan Mungan'ın şiirinde yazdığı gibi:
......
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
.....
Babam iznini aldığında mutlaka 10-15 gününü Niğde'ye ve Ulukışla'ya ayırırdık. Niğde'de annemin teyzesi, Ulukışla'da ise dedem ve babaannem vardı. Annemin teyzesinin Niğde'nin tam içinde, yemyeşil, meyve ağaçlarıyla dolu, aralarından arıklar akan, bir ucunda saklambaç oynadığımız devasa bir kavaklık olan, dönümlerce uzanan bir bahçesi vardı. Bahçenin tam ortasında da bana konak gibi gelen minicik bir ev. Dört kuzen, bir teyzeye ilaveten bir de biz eklenir, evin nüfusunu iyice kalabalıklaştırırdık ama asla sığamadık demezdik. Ciddi anlamda şımartılırdım. Annem evin ilk yiğeni, ben de o yiğenin ilk çocuğuydum. Kuzenler aslında annemin kuzenleriydi ama benim yaşım daha yakındı onlara. Ne istersem emir addedilirdi. Sabahın köründe oksijenden sarhoş uyanır, ikişerli grup halinde birbiriyle yarışarak hayatı süpüren kuzenlerin peşlerinde fino köpeği gibi dolaşırdım. Islatılarak süpürülen hayattan mis gibi bir toprak kokusu yükselirdi. Kıpkırmızı bir tulumba vardı bahçenin bir köşesinde, kimi zaman bulaşık için, kimi zaman yerleri sulamak için su çekerdim oradan, yaptığım yegane hizmet de oydu zaten, tam bir hazır yiyiciydim. Ağaçlardaki olmamış erikleri koparıp mideye indirmekten, elmaları dişleyip dişleyip yere atmaktan artan vakitlerimi avludaki koca mermerin üstünde ot çöpten yemek pişirerek geçirirdim. Müthiş yemekler yaptığımı düşünür, hayali sofralar kurar, daha da sıkılırsam fişkene toplamaya giderdim. Küçük salyangozlara fişkene denirdi oralarda ve adeta benimle özdeşleşmişti. Kuzenlerim uzun zaman bana yolladıkları mektupların içine fişkene kabukları koydular.
Elma ağacına sarılmış örgülü saçlı prenses benim :)
Bazen diğer kuzenler gelirdi şehir merkezindeki evlerinden, daha da kalabalıklaşır, daha çok eğlenirdik. O kavaklıkta ne oyunlar kurduk, ağaçların dili olsa da anlatsa diyeceğim ama bırak dili, tek bir ağaç bile kalmadı. O güzelim bahçeden ot yok geriye kalan, yerinde çirkin beton bloklar yükseliyor. Kimi zaman kuzenlerin tüm evin ve hepimizin nazını en çok çekeni mangal yakar, dalından kopmuş taze mısırları közlerdi bize. Bir daha o lezzette mısır yedim mi bilmiyorum.
Fotoğraf şahit, daha üstümüzden pijamalarımızı bile çıkarmamışız, neredeyse közlenmiş mısırla kahvaltı ediyoruz. Mısır gibi bir de karpuz sefalarımız olurdu. Kocaman bir siniye dilimlenen karpuzun başına çöker, sularını akıta akıta yer, karpuz bitince bu defa çekirdeklerine sardırırdık. Artık o alacalı, iri çekirdekleri bile kalmadı karpuzların, onlar bile bozuldu.
Orada kaldığımız sürede mutlaka bir kez, aynı şehirde yaşayan büyük dayının bakımsız ama çok güzel bağına gidilirdi. Kayardı denilen semtteki bağın o yıllarda düzgün bir yolu yoktu, ya yürünürdü ya da at arabası kiralanırdı. At arabası ile gitmek müthiş bir keyifti, bakınız aşağıda:
O arabada oturanların dördü şimdi başka bir alemde, kucaktaki bebeklerinse çocukları bile büyüdü, öndeki çifte örgülü de benim.
Akşam üstleri bağın bulunduğu sokaktaki "fesleğen"e su verilirdi. Fesleğen betondan yapılma kocaman bir havuzdu. Henüz şebeke suyu bağlanmamış evlerin kadınları çamaşırlarını toplayıp gelir, fesleğende yıkarlardı. Büyük şehirde doğup büyümüş benim için hem garip, hem eğlenceli bir seyirdi fesleğendeki cümbüşü izlemek. Fesleğenci Hüsam belirli bir saatte suyu salar, sonra sandalyesine yerleşip sigarasını tellendirirdi. Kadınlar paçalarını sıvayıp suya girer, köpürttükleri çamaşırları çitiler, tahta tokaçlarla döver, oluktan akan temiz suyla durularlardı. Bense bir film gibi, su kesilip kadınlar evlerine dağılana kadar izlerdim bu gösteriyi.
Her güzel şey gibi tatil de biterdi, buruk ayrılırdık hem bahçeden, hem akrabalardan. Daha yolun yarısına gelmeden bu defa Ankara'yı özler, bir an önce eve ulaşmak için sabırsızlanırdım. Gidişler kadar dönüşler de güzeldi o zamanlar.
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden...
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden...
Muhteşem, muhteşem..
YanıtlaSilNiğde'ye hiç gitmedim ama Niğde'li yengem var, hayatımda hiç oradan gelen kiraz gibi güzel kiraz yemedim. Bir de yufka ekmek.. O yüzden gitmeden de severim oraları.. Şimdi daha da çok sevdim.
Sanırım çocukluk anıları anlatmakla bitmez anlatırken aynı mutluluğu yaşıyoruz sanki :)
YanıtlaSilne güzel anlatmışsınız sanki harika bir kitaba başlamışım gibi hissettim kendimi ama o güzel yerlerde keşke binalar yükselmiş olmasaydı bu hayat şartlarının acımasızlığı işte...sevgiyle sağlıkla kalın her zaman...
YanıtlaSilÇok duygulandım, özellikle satırları okuyup alttaki mısra ile son bulunca....
YanıtlaSilNermin Yıldırım'ın da dediği gibi : '' Şimdi geçmişe dair anımsadığım her anın hamurunda bir çimdik saadet var.En buruk hatıralara bile , sırf ait oldukları zamanın hatırına bahşedilmiş bir haslet bu '' harika bir yazı olmuş , yüreğinize sağlık...
YanıtlaSiltüm özlemler çocukluğa dair.....
YanıtlaSilMasal gibi okudum ♥
YanıtlaSilBu aralar meydan okumaların hiçbirini okuyamamıştım vakitsizlikten. Sabahtan beri boşluk yarattıkça okuyorum işyerinde. Nasıl keyifli bugün benim için anlatamam. Hele ki sizin de meydan okumaya katıldığınızı öğrendiğimden bu yana çok güzel şeyler okuyacağımı düşünerek gelmek istemiştim hemen yazılarınıza. Kısmet bugüneymiş.
İyi ki katılmışsınız ♥