.

.
.

6 Mart 2018 Salı

"KARŞIDAN GELİYOR HOZALI GELİN"

Mutfakta çalışırken zaman zaman elim raftaki radyoya gider, kanalına falan bakmadan, bir sürpriz beklentisiyle açarım. Ne de olsa radyoyla büyüyen bir nesliz biz. Bugün düğmeyi çevirip tezgahtaki işime döndüğümde arkamdan gelen sesle bedenim mutfakta kalıp soğan doğramaya devam etse de, ruhum Yenimahalle'ye, çocukluğuma uçuverdi. "Karşıdan geliyor hozalı gelin" diyordu radyodaki kadın, o çok tanıdık ezgi eşliğinde: "Topla fistanını  toz olur gelin". Türk sanat müziğinin ve bu eski türkülerin neredeyse unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde, tüm kültürel değerlerin koca bir değirmenin dişlileri arasında acımadan öğütüldüğü zamanlarda hangi kanaldı, kim söylüyordu açıkçası dikkat etmedim. Benim için o anda, o türküyü Hülya söylüyordu çünkü.  Buraya defalarca yazdım, Babil Kulesi benzeri bir sitede geçti benim çocukluğum. Her yöreden, her karakterden yüzlerce insan yaşardı o dört blokluk sitede ve devir şimdiki devir gibi değildi. En çok kendi bloğumuzu ama az çok da diğer blokları bilir, tanırdık. Her yaştan bir sürü çocuk, bir sürü genç ve bunların oynayıp eğlenmesine, dostluk kurmasına imkan verecek alanlar mevcuttu. Bir kere evin etrafı kırlıktı, bina ise Ali Baba'nın hazinelerine evsahipliği yapan mağara gibiydi. Katlar boyunca uzanan balkonlar, merdiven sahanlıkları, apartmanın girişindeki geniş alan, yan taraftaki içinde tek bir çiçeğin yeşerdiğini görmediğim uzun, beton çiçeklik, balkon altları, kömürlüğe inen merdivenler, korka korka da olsa bazen kömürlükler, 4 bloğu da içine alan kocaman bahçe, arkamızdaki şantiyenin baharda gelincik ve papatyalarla kaplanan, tel örgüyü kaldırıp giriverdiğimiz arsası, duvarındaki kocaman, üzerinde ürkünç bir kurukafanın olduğu "Ölüm Tehlikesi" levhasına rağmen önündeki çıkıntıda evcilikler kurduğumuz trafo binası; hepsi bizi düşünerek yapılmıştı sanki. Yaşları birbirine yakın 8-10 kızdık. Hareketli oyunlarda ter içinde kendimizi kaybettiğimiz yetmezmiş gibi çoğunlukla yan bahçede ya da kömürlüğü inen merdivenlerin başında toplanır, sohbet eder, şarkı-türkü söylerdik. Yüklü bir repertuarımız vardı, şimdiki gençlerin adını bile duymadığı hayli klasik şarkılar, türküler. En çok Hülya söylerdi. Üç kızkardeşin en büyüğüydü. Ergenlikle genç kızlık arasında, arafta bir esmer güzeli. Uzun siyah saçlarını yandan örer, ucuna o yıllar çok moda olan kocaman papatya tokalardan takar, diğer bloklardan birinde oturan, çok beğendiği delikanlının yolunu gözleyerek uzağa dalmış gözleriyle şarkıya girerdi: "Karşıdan geliyor hozalı gelin/Topla fistanını toz olur yarim". Hepimiz ergen, karşımıza çıkmasını umduğumuz beyaz atlı prensleri düşleyerek huşû içinde dinlerdik. "Yine mi yüklendi gül yarin göçü/Nereleri gezdin canımın içi" kısmına gelince "canım" yerine "canam" derdi. Yanlış mı bilirdi, özellikle mi öyle söylerdi hala merak ederim. 

Biz böyle sanat müzikli, türkülü takılıp dururken bir gün siteye Tülinler taşındı. Tülin bizden bir-iki yaş daha büyük, esmer teninindeki iri yeşil gözlerinin güzelliğini arttırdığı, boylu-boslu bir kızdı. Ne kadar güzelse, o kadar da çılgındı. Lakabının Deli Tülin olduğunu çok geçmeden öğrenecektik. Yerleşmeleri bitince sahalardaki yerini aldı, biz kömürlük pencerelerinin denizliklerine oturmuş, Hülya'dan "Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı?" şarkısını dinlerken (bak şimdi hatırladım, Hülya buradaki "canım benim, gülüm benim" nakaratını da "canam benim, gülüm benim" diye söylerdi) külhan bir tavırla gelip başımıza dikildi. Bir süre ses çıkarmadan, elleri ceplerinde dinledi. Şarkı bitince hepimiz tepkisini görmek için yüzüne baktık, pis pis güldü, "Bu ne be?" dedi, "Naftalin kokuyorsunuz". Övgü beklerken dayak yemiş gibi olduk, daha şaşkınlığımızı üzerimizden atamadan o "Aranjman bilmez misiniz siz?" diye golünü attı. "Ee, şey biliriz tabii, niye bilmeyelim canım, gak guk" demeye kalmadan sesine Ajda Pekkan tınısı vererek başladı: "Atlı karınca dönüyor dönüyor/Dünya durmadan dönüyor dönüyor". 

Tülin hayatımıza taze bir kan olarak girmişti, o gün bizi 1-0 mağlup etse de konserlerimize yeni bir soluk kazandırmıştı, çok geçmeden berabereydik artık.

Ne dersiniz, "Karşıdan geliyor Hozalı gelin"i Muzaffer Akgün'den dinleyelim mi? Hülya ile Tülin'in de kulakları çınlar belki her nerelerdeyse...


2 yorum:

  1. Ah o günler,kuş misali, özgür...Kırların hep bizim olduğu çağlarımız. Asırlar öncesinde mi kaldılar?..Ya türkülerimiz?..Gün gelip bin bir kılığa gireceklerini biliyorlar mıydı?

    YanıtlaSil
  2. Ne lezzetli bir post olmus yine. Cok tesekkurler, sevgiler...

    YanıtlaSil