.

.
.

22 Mart 2018 Perşembe

GÜNLÜK

Az evvel kuaförden geldim, aylık geleneksel 3. saç boyama etkinliğinden. Birbuçuk saatlik süreçte bir kahve, bir çay içtim, 36 sayfa kitap okudum, kocası kabak kemane çalan bir kadınla tanıştım, kalfa çantamı yere düşürdü (o kalfa şaibeli zaten, tırnağımı törpülerken de törpüyü etime batırmıştı, sakar bir miktar), ödeme yaparken bozuk para çıkışmadı, 3 lira borçlandım falan filan. Unutmadan ödeyeyim diye yandaki markete girdim bir şeyler alıp para bozdurmak için, gereksiz ıvır zıvır aldım, inat için 30 lira tuttu, hani nerede küsurat, borç ödeyeceğiz değil mi? Neyse kasiyer kız parayı bozdu, borcumu ödedim, yeni boyanmış saçlarımı sallayarak eve yollandım, karşıdan karşıya geçerken refüjde gördüğüm papatyaları suya koymak için kopardım. Tam eve girerken anahtar şıngırtısına üst kattaki komşu çıktı. Yeni taşındığı için adımı bilmiyor, "Bakar mısınız, bakar mısınız?" diye iki kere ünledi, baktım. Bakmasam iyiymiş, meğer pişi yapmış onu verecekmiş. Elinde peçeteye sarılmış pişi ile geldi, geldi ama çok sinirliydi. "Ölü aparman bu" dedi, "ölü apartman" diye de pekiştirdi ikinci kere. Ay korktum birden, kendimi mezarlıkta hissettim. "Kimse yok" dedi, "bütün kapıları çaldım, kimse yok". İki kere söylemek sanırım alışkanlığı. "Bir tek şu amca evdeymiş" diyerek karşı dairemizi işaret etti. Amca dediği adam neredeyse kendiyle yaşıt, taş çatlasa 5-6 yaş büyüktür, "abi desek bari" çıkıyordu ağzımdan geri ittim, komşunun nüfus memurluğu bana mı düştü? Pişiyi elime tutuşturdu ve yine "kimse yok, kimse yok" diyerek gitti. Kesin bu okulu da çift dikiş bitirmiştir. Geçen gün de "dizim sorunlu, siz önden inin ben yavaş iniyorum" deyince zayıflamamı tavsiye etmişti, iki kere tabii ki :) Bugün pişi getirdi, ben de inat için yedim. Evet yedim, hem de diyette olduğum halde, pişman mıyım, birazcık ama çok güzel kokuyordu. Ayrıca yemesem gelip kontrol edeceğinden korktum çok sinirliydi çünkü kimseyi evde bulamadığı için; "Niye yemedin ha, niye yemedin" diye mükerrer bir kızma hali sözkonusu olabilirdi. Sanırım komşudan gelen yiyeceklerin kalorisi yokmuş, komşu sinirliyse zaten daha ağza girerken yokoluyormuş. O zaman yaşasın pişisel gelişim :)

Kuaförde okuduğum kitabın adı "İstanbul Yolcuları". Esther Heboyan yazmış. Türkiye'de doğup büyüyen ama geçim şartları nedeniyle önce Almanya'ya, sonra Fransa'ya göç eden ailesini, ailesinin İstanbul özlemini anlatmış. Ankara'da, çocukluğumun geçtiği apartmandaki Ermeni komşularımızı, çok sevdiğim Elizabeth'i (annesinin yaptığı vişne likörlerinden süzülen vişneleri yer, evcilik oynarken oyunun orta yerinde uyur kalırdık, çakırkeyf hali :), babamı yakaladığı yerde elinde bir deste iskambille gelip "Tık oynayalım mı Nayim bey?" diyen Ağavni hanımı (gerçi biz ona Avniyanım teyze derdik), hayırsız oğluna para yetiştirmek için apartmanın merdivenlerini silip süpüren, gençliğinde frengi geçirdiği için erimiş burun kaslarının yerinde iki delik olan, giydiği kara giysilerle tekinsiz görünümü iyice artmış Varnik'i (adı Veronik'ti muhtemelen ama herkes Varnik derdi), bana ip atlamayı öğreten Olga ablayı anarak okudum kitabı. Elizabeth'i, annesi Valentin teyzeyi özleyiverdim birden. Kimbilir nerelerdedirler şimdi? Bu ülkenin renkleriydi onlar, azaldıkları ölçüde soluyoruz.

Bahar geldi gelmesine de çöl tozu mudur, meteoroloji pozu mudur, hava bir bulanık. Yine de çiçek, böcek, bahar, yeşillik pek güzel, baksanıza şunlara:



Son olarak Antalyalı takipçilerime bir kez daha hatırlatayım, 28 Mart Çarşamba günü saat 15.00'ten itibaren Octopus Kitap Cafe'de "Mutfağın Hatıra Defteri" hakkında imza-söyleşi yapacağız. Gelirseniz çok mutlu edersiniz...

1 yorum:

  1. Deli ayol bu komşu. Deli severim ben ama .
    Afiyet olsun öğretmenim. Bir de İstanbul söyleşisi yapın gelelim.

    YanıtlaSil