Cumadan bu yana kendi Filmmor'un "Gezici Kadın Filmleri Festivali"ne adadım. Daha ferah ve havadar bir salonda izlemeyi tercih ederdim ama elimizdeki malzeme buysa kanaat etmekten başka çare yok. Yine de "Antalya Kültür Sanat"a bu tarz sanatsal ve kültürel etkinliklere evsahipliği yapmasından dolayı teşekkür etmek lazım. Cuma günkü ilk film bir İran yapımı idi: "Evin Sakinleri" ya da Farsça adıyla "Vilaie-Ha". İran-Irak savaşı sırasında cephedeki kocalarına yakın olmak için o civardaki evlere yerleşen bir grup kadın ve çocuğun yoksunluk içinde ve her an acı bir haber alabilecekleri beklentisiyle geçirdikleri günleri anlatan hüzünlü bir filmdi. Senarist ve yönetmen İranlı bir kadın, Monir Gheydi ve "Evin Sakinleri" de imza attığı ilk yapım.
Hemen ardından Carol Mansour'un yönetmenliğini yaptığı bir belgesel izledik: "Filistin'i İşlemek". Farklı yaşam biçimlerine ve mesleklere sahip 12 Filistinli kadının sürgün öykülerinin ve bugünkü yaşamlarının anlatıldığı yapımda konu "Filistin nakışı" denilen bir işleme türü ve bunun kullanıldığı geleneksel giysi olan "thobe" üzerinden gidiyor ve hepsi de günün birinde ülkelerine kavuşacaklarını düşlüyor. Filmdeki kadınların en ilgi çekici olanı şüphesiz 60'lı, 70'li yılların ünlü Filistinli eylemcisi Leyla Halid idi. Ergenliğe adım attığım yıllarda başında poşusu, elinde makineli tüfeği ile çekilmiş fotoğrafı posterlerle sık sık karşımıza çıkardı. Özellikle 1971'deki 12 Mart muhtırası sonrası güvenlik tedbirlerinin olağanüstü arttırıldığı zamanlarda Leyla Halid'in bizzat olmasa da karıştığı komik bir anımız var. Tam bu zamanlarda dedem bir süreliğine memleketten yanımıza, Ankara'ya gelmiş, dönüşünde de yanına iki kuzenimi almıştı. Bindikleri otobüs il sınırında jandarmalar tarafından güvenlik amaçlı arama için durdurulmuş. Kimliklere bakmak için otobüse binen jandarma kuzenlerden birinin kimliğindeki fotoğrafı Leyla Halid'e benzetmiş. Normalde benzemese de sanırım fotoğrafta bir miktar andırıyormuş, genç jandarma eri de işgüzar, kimliği alıp kuzenime aşağı inmesini söylemiş. 15-16 yaşındaki genç kız, haliyle telaşlanmış, korkmuş. Dedeme "Dede beni indiriyorlar aşağı" demiş. Dedem son derece rahat ve gamsız bir adamdı rahmetli, kulakları da biraz ağır işitirdi. "İn kızım in, hava alırsın" demiş. "Dede jandarmalar indiriyor beni" diye ısrar edince de "E iyi işte, yanına Meleği de al, beraber inin" demiş. Melek diğer kuzen. Sonuçta Leyla Halid'le kuzenin ilgisi olmadığı anlaşılmış iş tatlıya bağlanmış ama dedemin rahatlığına yıllarca hatırladıkça güldük. Perdede Leyla Halid'i yaşlanmış haliyle görünce bir kez daha hatırladım bu olayı, kendi kendime güldüm.
Cumartesi günkü film yine bir İran filmi idi, "Annelik" ya da Farsça adıyla "Madari". Yine bir kadın yönetmenin Roqiye Tavakoli'nin yönettiği film yiğenlerine annelik yapan ve kendi yaşamını erteleyen bir genç kadını konu almıştı. Durağan bir filmdi, açıkcası çok sevmedim. Üstelik bir önceki film "İşe Yarar Bir Şey" olduğu için salon hayli dolmuş ve yeterince havalandırılmadan bu filme geçildiği için de havasız, sıcak ve rahatsız edici bir hale gelmişti. Yine de farklı bir sinema filmi izlemiş olduk.
Dün festivalin son günüydü ve vizyondayken izleyemediğim Oscar adayı bir belgeseli izleme fırsatı buldum; Agnes Varda'nın "Faces, Places/Yüzler, Mekanlar" isimli şahane yapımını. Uzun zamandır bu kadar keyifli bir belgesel izlememiştim. Salonun basık havasını bile unutup kendimi Agnes Varda ve JR'ın peşinde, Fransa'nın şahane manzaralı yörelerine attım.
Agnes Varda 1928 doğumlu, enerjisine bakılınca inanması zor ama 90 yaşında. Fransız Yeni Dalga'sının en önemli yönetmenlerinden. Yıllar önce henüz küçük bir çocukken izlediğim "Le Bonheur/Mutluluk" filmini hiç unutmadım. Filmin konusunu net hatırlayamasam da sık sık karşımıza çıkan ayçiçekleri hep aklımda kaldı:
Agnes'in gençlik hali, ne şirin değil mi, yaşlılığı da şirin zaten, hoş huyunu suyunu bilmiyoruz, belki de huysuzdur ama görünüşü çok sempatik. Şu benim unutamadığım "Le Bonheur" ile Berlin'de "Gümüş Ayı" almış, fotoğraf o zamandan kalma.
Filmden aklımda ayçiçeklerinin kaldığı kadar yok muymuş, afişte bile onlar var. "Faces, Places" belgeselinde de karşıma çıktı ayçiçekleri, zaten perdeye yansıyan her bir kare ayrı renkli, ayrı güzeldi. 2017 yapımı belgeselin yönetmeni Agnes Varda ama en büyük yardımcısı da fotoğrafçı JR. Birlikte gerçekleştiriyorlar bu şahane filmi. Çok da komik bir çift oluşturmuşlar:
Agnes ve JR, JR'nin fotoğraf için özel dizayn edilmiş karavan benzeri arabasıyla yola düşüyorlar (ben araba modelinden anlamam, her ne ise). Aracın arkasında fotoğraf çeken bir mekanizma var, oraya girip poz veren kişinin dev boyuttaki fotoğrafı aracın yan tarafındaki yarıktan dışarıya çıkıyor. Şöyle bir şey:
Bu araçla yola çıkıp Fransa'nın çeşitli yörelerine uğruyorlar ve buldukları ilginç, büyük mekanlara, orada yaşayan bazı insanların dev boyutlu fotoğraflarını yerleştiriyorlar.
Şu mesela bir maden kasabası ve bu binalar zamanında madencilerin yaşadıkları evlermiş, yakın zamanda yıkılması bekleniyormuş. Agnes ve JR, zamanında madende çalışmış işçilerin fotoğraflarını büyüterek duvarlara yerleştiriyor ve böylece bir anı bırakmış oluyorlar.
Yıkım kararı alınan evlerden çıkmayı reddeden bir kadının evi burası ve onun direnişine hürmeten resmini evinin duvarına yerleştiriyor Agnes ve JR. Pencerenin önündeki kadının kendisi.
Bu fotoğraf bir keçi çiftliğinden. Peynir yapımı için besleniyor keçiler ve hemen bütün çiftliklerde keçilerin boynuzları daha küçükkken yakılarak yok ediliyor, sebebi kavga edip birbirlerine zarar vermemeleri. Ama tek bir çiftlik boynuzları yoketmeyi reddediyor. Sahibi olan kadın "doğa keçileri boynuzlu yarattıysa öyle kalmalıdır" diyor. Agnes ve JR'de o çiftliğin hangarına bir keçi resmi yerleştiriyor.
Fransa kıyılarındaki bir plajda bulunan bu blok savaş zamanından kalma bir sığınak. Zamanında falezlerin üstündeymiş, yıkılma tehlikesi başgösterince plaja düşmesi sağlanmış ve düştüğü şekilde bırakılmış. Agnes ve JR bu blogun üstüne Agnes Varda'nın yıllar önce aynı plajda çektiği bir fotoğrafı yerleştiriyorlar. Ama ertesi gün bakmaya geldiklerinde yükselen dalgaların fotoğrafı alıp götürdüğünü görüyorlar.
JR, Agnes'in ayaklarını, ellerini ve gözlerini fotoğraflıyor ve onu bir yük treninin vagonlarına yerleştiriyor. Yukarıdaki fotoğraflardan birinde tankerin üstüne yerleştirilmiş göz Agnes'in gözü, bir diğer vagonda da komik, küçük ayakları vardı.
Şirinliğe bakar mısınız?
Ve Agnesimiz son Oscar töreninde, nasıl imrenilesi. Filmi izlerken hep "böyle bir hayatım olmalı" diye düşündüm. Aç tavuk ve arpa ambarı rüyası tabii ki ama ikinci bir yaşam varsa neden olmasın ki :) Agnes'e uzun, sağlıklı bir ömür diliyor, görmeyenlere bu belgeseli mutlaka izlemelerini tavsiye ediyor ve şu 52 haftalık çelıncın 13. sorusunu da cevaplayarak kaçıyorum:
13. Hafta: Herhangi bir konuda kendinizi tutmanıza, çekinmenize ne sebep olur:
Yapım gereği atılgan, kavgacı, hakkını her pahasına arayan biri olmadım, olamadım. Olmayı çok isterdim ama yetiştirilme tarzım engel oldu. "Aaa sen cici kızsın, yakışıyor mu?", "Kimbilir sen ne yaptın da bu muameleyi gördün?" yakıştırmaları, "İdare et, sen akıllısın, büyüksün" tembihleri neticesinde hep idare eden, hoşgören kişi oldum. Bana bir şekilde iyiliği dokunmuş, hakkı geçmiş insanları kırmama isteği, dostlukları kaybetme riskini göze alamama duygusu ve empati kurabilme yeteneğim sebeptir diye düşünüyorum. Gelgelelim yaş ilerledikçe hafiften cadılaşma eğilimi göstermeye başladım gibime geliyor, haydi hayırlısı diyelim...
"Agnes'in gençlik hali" diye paylastigin fotografi da ben sana benzettim Nurşen ablacim, farkli donemlerde karsilassaydik kuzeninkine benzer bir vaka daha yasanabilirdi yani, ehehe :)
YanıtlaSilAgnes Varda'ya bayildim, ne kadar tatli gorunuyor. Belgesel de cok ilgimi cekti, hem icinde fotograf var, hem insan hikayeleri, bulup izlemeli :)
Yasemencim çok komik ama herkes bunu söyledi. Üstelik ben fotoğrafı koyarken hiç dikkat etmemişim. 7-8 kişi "Aa sana ne kadar benziyor" deyince dönüp baktım, gerçekten gözler, dudaklar, yüz şekli aynı :) Yaşlanınca neye benzeyeceğimi de görmüş oldum (şimdi çok gencim ya:)
SilBelgesel müthiş, kesinlikle bulup izle, ben keyiften dörtköşe izledim inan.
Çok sevgiler yolluyorum Antalya'dan...