Alakasız bir zamanda, ani bir kararla Ankara'ya geldik ya, biraz yadırgadım; önce evi, eşyaları, sonra Ankara'yı. Beyin hala kavrayamadı nerede olduğunu. Buzdolabına gittiğimde mesela her seferinde buzluğu açmak için eğiliyorum, karşıma yekpare bir kapak çıkıyor, eğilerek harcadığım efora acıyıp yukarıya yöneliyorum. Elektrik anahtarları, fırının düğmeleri, tuvalet kağıdının yeri hep ikinci aramada bulunuyor. 2-3 güne kodlar çözülür de bu defa Antalya'da aynı şeylere tersten yeni baştan başlarım. Geldiğim günün akşamı elimdeki çay bardaklarını mutfağa götürürken zamanda bir kırılma yaşadım, şimdiki yaşımda değil de bu eve ilk taşındığımız, üniversiteye başladığım yıllardaydım sanki. Mutfağa geçtiğimde annemin inatla koku çıksın diye açık tuttuğu pencereden gelen ayazla üşüyeceğimi düşündüm. Ev sobalıydı o zamanlar, henüz kat kaloriferi tesisatı döşenmemişti, kışın kurduğumuz soba kocaman salonu ısıtamaz, caddeye bakan bölümü iptal eder, camlı kapılarını kapatarak yalnızca çamaşır kurutma amaçlı kullanırdık. O çamaşırları içeride olmasına rağmen donmuş olarak topladığımı bilirim, eskiden daha mı soğuktu ne? Kömür kokardı Ankara, beyaz giysiler isle griye döner, nefes almakta zorlanırdık. Erken çöken akşam karanlığına bacalardan yükselen kömür dumanı eklenir, korku filminde gibi dönerdik evlere, 12 Eylül öncesi ortam da korku filmi gibiydi zaten. Evler sığınağımız gibiydi, sıcak, korunaklı. Dedim ya, bir zaman kırılmasıydı sanki, kafamı çevirsem annemi o camlı kapının önündeki kanepede, tepeden vuran floresan ışığı altında dantel örerken görecektim, bizim ısrarla istemediğimiz, annemin ısrarla ördüğü danteller. Her bir ilmeğinde hiç çıkarmadığı turkuaz taşlı altın yüzüğünün parladığı parmağının, parmaklarının izi olan danteller. Ölümüne yakın boyun omurlarından olduğu ameliyat sonrası "Öremeyecek miyim?" diye üzüldüğü danteller, dolap, çekmece bekleyen danteller.
Sonuçta silkelendim ve mutfağa gittim, pencere kapalıydı, balkon da camlanmıştı zaten, üstelik sıcaktı. Çayımı koyup kitabıma geri döndüm biraz buruk, biraz hüzünlü. Dün kızkardeşle buluşup onu yolcu ettikten sonra Kızılay'da yürüdüm biraz, nostalji peşimi bırakmadı, sanki Ankara'ya yıllar sonra ilk kez geliyormuş gibi, daha üç ay öncesi buradaydım halbuki. Sanırım kışın hüznü sebep bunlara, şehrin bu kadar gri olduğunu unutmuşum. Taşları bile değişmiş kaldırımlarda, bulvar boyu binalarda ilkgençliğimin izlerini aradım. Neredeyse şehrin ilk AVM'si konumundaki Soysal Han'a itibar eden kalmamış, hayatımda yediğim en güzel sosisli sandviçleri yapan Sandviç çoktan kapandı zaten, vitrininde kıpkırmızı elma şekerleri sergileyen Penguen Pastanesi'nin akibeti de benzer. Gerçi o taşınmış, hala faaliyette ama eski debdebesinden eser yok. Yerlerinde hepsi birbirine benzer giysiler satan hazır giyim mağazaları, kuyumcular, döviz büroları. Soysal Han'ın alt katındaki uğramadan geçmediğim Hat Kitabevi'ni bilen kalmamıştır, Sakarya'daki loş ve labirente benzer koridorlarıyla Bilgi de kapandı zaten, Tevfik Küflü'yü ancak o kitabevinin müdavimleri hatırlar. Yerinde ışıltılı bir zincir parfümeri var şimdi geçmişin loşluğuna tezat. Sahi bir de Tarhan Kitabevi vardı Soysal Han'ın Sakarya girişinde, yabancı kaynaklı kitapları oradan alırdık. Haşet Ziya Gökalp Caddesi üstündeydi, oradan aldığım iki Almanca kitap hala kitaplığımda durur. Zafer Çarşısı'ndaki kitapçılara hiç değinmiyorum bile ne çok kitabevi varmış Kızılay'da o zamanlar, şimdi aklımıza tek gelen Dost. Pastaneler birer birer kapanıyor. Kızılay'daki Flamingo ince, uzun konumuyla ne çok anımıza sahne olmuştur kestaneli pastalarını yerken, sonra Tunalı'ya taşındı, şimdi yerinde dönerci var. Pastane kültüründen döner ve kebap kültürüne geçiş, kişilik sahibi ve asil Kızılay'dan sıradan ve pespaye Kızılay'a geçişle eşzamanlı sanki. Sağa sola bakarak yürüyorum bulvarda, geçmişin mekanlarını arıyorum, Ali Nazmi Pasajı yenilenmiş ama Sağyaşar Plak yok, yıllarca giydiğim botlarımı aldığım ayakkabıcı da. Bulvarın en şık ayakkabı mağazası Müge çoktan mazi oldu, ders çıkışları çay içmek için çekme katına oturduğumuz, havalı garsonunun çayları kafamıza atar gibi getirdiği Meram Pastanesi de. Hafızamdaki mekanları şimdikilere yerleştirmeye çalışıyorum, bebeklerin zeka oyunları gibi oturmuyor, üçgen parça kare oyuğa uymuyor. Problem benim zekamda değil, şehrin hafızasını yok edenlerde. Öğrenci harçlığımızla ucuz kazaklarına tav olduğumuz Kocabeyoğlu Pasajı çirkin girişiyle hala ayakta ama içi eskisi gibi değil. Caddenin en şık mağazası ABC kapanalı yıllar olmuş, Alp Billuriye bile dayanamadı bu çarka. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'na dalsam nostalji iyice tavan yapacak, hani nerede Büyük Ankara Muhallebicisi? Altında Tiffany, yanında Bravo Dolfin. İzmir Caddesi'nde Alman Kültür, yanında Balin Otel, hayatımda gittiğim ilk yemekli düğün, 5 yaşındaydım. O da yok artık, cadde koca işhanları ile dolu, sevimsiz, kalabalık.
Dönüş yoluna vuruyorum kendimi, kapısındaki uyduruk heykelimsi ile güzelleştirilmeye çalışılmış çirkin otelin önünden geçerken gülümsüyorum. Orada bir otobüs durağı vardı, hemen arkasında da bir mağara girişine ya da bir canavarın ağzına benzeyen kapısı ile gizemli bir diskotek. Adını unuttum, içine de hiç girmedim ama Kızılay'ın ortasında yanardağ krateri gibi bir şeydi o diskotek, az ilerisinde de benzin istasyonu. Vay canına az daha hatırlarsam yaşım ortaya çıkacak, kaçayım ben en iyisi. Kısacası ne Ankara eski Ankara, ne ben eski ben.
Konuya uygun fotoğraf bulamadım, şununla idare edin:
Şeytan'ın mağarası idi o diskotek :)
YanıtlaSilÖyle miydi, tamamen çıkmış aklımdan ismi.
Silne zamandır özlüyorum ankara'yı. aslında şehri değil, bana hissettirdiklerini galiba. gerçi şimdi gitsem ne olacak diye de düşünmeden edemiyorum. her şehrin akıbeti aynı galiba bu ülkede.
YanıtlaSilSanırım hayal kırıklığı yaşarsınız gelseniz, ben bile yaşıyorum bağım hiç kopmadığı halde. Maalesef her şehrin akibeti öyle dediğiniz gibi...
SilNasıl ifade edeceğimi bilemedim. Ama hani yönetmenlerin film renkleri bellidir ya. Mesela Tim Burton filmlerinin çizgileri gibi , ben de hayalimde yazarların dünyalarını çizerim.
YanıtlaSilMesela şu yazıyı okurken Sevgi Soysal'ın bir sayfası geldi. Yenişehir'de Bir Öğle vakti kitabına gittim bir an.
Çok iyi anlatamadım ama anladığınızı umuyorum öğretmenim :)
Ben anladım seni canım. O kitabı nasıl severim ben de nasıl ve nasıl yanarım Sevgi Soysal'ın erkenden gidişine...
SilBen de çocukluğumun İstanbul'unu düşünüyorum zaman zaman. Hiç bir şey maalesef aynı kalmıyor aynı biz gibi :(
YanıtlaSilKalmıyor ne yazık ki, olan anılarımıza oluyor...
SilNasil hatiralari geri getirdiniz bu yaziyla. Tarhan kitabevi mabet gibiydi benim icin. Her Sakarya'ya gidisimizde bakmak isterdim. Bir suru seyi nasil da unutmusum, yillarim oralarda gecti oysa. Uzun zamandir ayriyim Ankara'dan, hatirladikca gozlerim doldu. Ama ilginctir, yurtdisinda yasiyorum, eger sehir merkezine gitmissem, bazen hala Kizilay'a indim diyorum. Sevgiler. Banu
YanıtlaSilAnkara eski Ankara değil artık, kocaman, çirkin bir köy. o güzelim, kişilikli şehri nasıl bu hale getirdiler akıl erecek gibi değil. Benden de sevgiler...
SilAnlattıklarının bir kısmına ben de aşina idim, bir zamanlar; kirli hava, donan çamaşırlar, soba ve çevresindeki aile, Penguen'den teyzemin getirdiği elma şekeri, Tunalı'daki Flamingo pastanesi, Soysal Pasajından alışveriş etmek...
YanıtlaSilBugünlerde beni de nostalji mi desem karamsarlık mı birşeyler basıyor sık sık.
En kısa günlerdir buna sebep, belki de.
Yaz gelse Ekmekcim ya, bu havalar beni de çok bunaltıyor...
SilTuristik gezilerde gördüklerim haricinde tanımıyorum Ankara'yı. Fakat ne güzel anlatmışsınız, nasıl değiştiğini çok iyi anlıyorum.
YanıtlaSilAh sormayın, o günleri öyle arıyorum ki...
Silheeey kitabınızı yazdım şimdiiii. ya çok sevdim kitabı yaaa. çok sırıtarak, duygulanarak okudum. bayıldım bayıldım anılarınıza. bir deee, ne mutlu yaşamışsınız çocukluğunuzu. iyi ki yazmışsınız valla :)
YanıtlaSilAy valla böyle yorum geliyor ya, ben de "iyi ki" diyorum, her şey için teşekkürler...
Silbi deee anlatırlar heep, tunalıya yakın milka pastanesi varmııış :) bi de ne dicem, şu kitaptaki oturduğunuz semtleri yazsanıza yaa. ismi komik ilk semt neydi mesela. ankaradaki bütün semt isimlerine baktım valla :) sonra taşındıklarınız :) ikinci bir kitabınız da olabiler bakın. okul yılları, üniversite ve sonrası, aile anılarınız yineee, anne baba işteee :)
YanıtlaSilAh Milka, maalesef yıkıldı. Komik isimli semt Saimekadın, duyunca hep gülesim gelir benim nedense :)Sonrakiler hep Yenimahalle.
Sileveeet, bu kitabın devamını istiyooom, okuldan başlasın filan işte, anne baba anneanne yenge hepsi olsun. kitabınızı şimdi de annem okuycak benden sonraaa. anne bak kız dedim iki tencereli tas kebabı var bu kitaptaaaa, ayaklı pırasa biliyon muu seeen ha ha haaa :)
YanıtlaSilValla belki olur, yayıncım ne der bilemem :)
SilAnneye iyi okumalar, sonra ayaklı pırasa pişirsin size, iykk hiç tavsiye etmem :)
E bu yılbaşı Ankara'da geçecek yani... Dinazorsuz, fışkiyesiz. Ben de bir Kızılay'ı bir de Tunalı'yı hatırlıyorum semt olarak, gerisini hep birbirine karıştırıyorum.
YanıtlaSil