Herkes gider Mersin'e, biz gideriz tersine hesabı kış, soğuk demeden bugün itibarıyla Ankara'ya gelmiş bulunuyoruz. Öyle çok uzun süreli bir geliş değil, biraz hasret giderme, biraz kitapla ilgili işler, bir de yeni yıla çoluk çombalak girme arzusu attı bizi bozkıra. Ocağın ilk günlerinde döneriz evimize.
Emekli olmanın avantajıyla sabah saatlerinin karanlığından haberim olmuyordu, bugün yolculuk için erken kalkınca acıdım okula-işe gidenlere. Bildiğin alacakaranlık kuşağı. Yola çıktığımızda saat 7.30'du ve eğer saate bakmasam ve evde olsam "Ohoo, daha geceyarısı, yat aşağı" der yorganı kafama çekerdim. Yağmurla çıktık yola, gün ağarmaya Çubuk Beli'ne yanaşırken başlamıştı ve adeta Karadeniz yaylaları kadar sis çökmüştü dağların başına. Bir süre sonra yağmur dindi ama hava açmadı, kara bulutlara baka baka yol aldık. Sık sık yol inşaatına denk geldik, alt geçit-üst geçit durumları, bazıları bitmiş, bazıları halen devam ediyor. Afyon'a yanaşırken havada çiyit kokusu vardı, o yörede pamuk yetişmediğine göre haşhaş küspesi falan yakıyorlar muhtemelen. Bir de yol boyu sağlı-sollu hatıra ormanı tabelaları, orman hakgetire, hatıra bol 😀
Herzamanki gibi İkbal'de mola verdik, çay içip tost yedik, erken olduğundan mı, kış sezonu olduğundan mı bilmem ilk kez bu kadar tenha gördüm. Çayı içip uykumuzu dağıttıktan sonra yola devam ettik.
Bunca yıldır Antalya-Ankara, Ankara-Antalya arasında gider gelirim, şu yolu bir türlü sevemedim ve bitiremedim. Bayat-Sivrihisar arası. İki yanı boz yazı, git git bitmez, dümdüz bir yol. Hele karlı bir havaya denk gelmişseniz Sibirya gibi kardan başka manzara görülmez. Çalan CD'deki şarkılara bağıra çağıra eşlik ederek tahammül ettim bu kez de. Sivrihisar Polatlı arasında bir mola yerimiz daha var ki uğramadan hayatta geçmeyiz: Muhteşem Tesisleri. Yazın salkım söğütlü terasıyla pek havadardır, severiz burayı. Arabamız yıkanırken çaylanır ve işletmecilerden birinin önümüze zorla sürdüğü ballı gözlemeyi tırtıklarız. Üstelik para da almazlar, gide gele tanış olduk, ilginç bir mekandır her zaman ama bu sefer terasa adım attığımda gördüğüm manzaraya bayağı yüksek sesle güldüm. Bugüne kadar hiçbir iktidarın başaramadığı birlik, beraberlik, dostluk, kardeşlik, her türden fikre saygı, barış ve hoşgörüyü Muhteşem Tesisleri sağlamış ve kitaplığına yerleştirivermişti. Bakınız aşağıdaki fotoğraf:
Abdullah Çatlı, Yılmaz Güney, Hitler, Alparslan Türkeş, Ahmet Kaya, Atatürk, İnönü, Yavuz Sultan Selim, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hz. Ali, Abdülhamit, Kanuni, Che Guavera ve yandaki rafta olduğu için görünmeyen Karl Marx biraraya gelip saf tutmuş, "Bütün dünya buna inansa, birlik olsa, hayat bayram olsa"yı söylüyorlardı. Muhteşem Tesisleri muhteşem bir başarıya imza atıp bir ütopyayı gerçekleştirmişti, gözyaşlarımı tutamadım 😀😝 Her nabza göre şerbet vermenin doruğa ulaşmış halidir efendim bu 😀
Kitap rafları önünde yeterince gülüp eğlendikten sonra tesisin meşhur tam buğday ekmeğini almak için market kısmına girdim. Beni gören 17-18 yaşlarındaki görevli delikanlı elindeki kurutulmuş zencefil dilimini petekli bala bulayarak "Buyrun efendim" diye uzattı. Bu mekanda baldan kurtuluş yok anlaşılan ama delikanlının daha önce tuvalete girmiş, burnunu karıştırmış olma olasılıklarını gözardı edemeyen ben, "Sağol diyetteyim, almayım" dedim. Esasen gerçekten diyetteyim ama olmasam da aynı bahaneyi ileri sürerdim. Üzüldü çocuk, resmen üzüldü, yüzü düştü ikramı reddedince. Hal böyle olunca yan raftan alıp kapağını açmaya başladığı çimen yeşili kolonyaya hayır diyemedim. O da hakkını verip üç kişilik döktü, Ankara'ya gelene kadar buram buram koktum, hala da kokuyorum, öffff! İkramcı müessese, ballı gözlemeden sıyırdığımıza şükredip ekmeği alarak kaçtım oradan. Ekmeği eşime emanet edip yola çıkmadan tuvalete uğramaya karar verdim.
Vay anam, duvardaki kırmızı neon WC aydınlatması ile bir an pavyona giriyorum sandım, ürktüm ama fayanslar (kir sanmayınız efenim, desen onlar) nereye girdiğim konusunda aydınlanmamı sağladı 😀 Arabanın yıkanmasının bittiği haberi gelince son kalan mesafeler için yola düştük. Aşağıdakiler ateş dikeni, bozkırda kışı renklendiren yegane bitki neredeyse:
Evet yolculuğu sonlandırdık, 3-4 saattir Ankara'dayız. Alelusul evi elden geçirdim, valizleri boşalttım, kahvemi elime aldım ve sizi aydınlatmak için bilgisayar başına geçtim. Vefalı bir bloggerim görüldüğü gibi 😄
İlerleyen günlerde Ankara haberleri vermek üzere şimdilik hoşça kalınız diyorum...
Hoşgelmişseeennn...
YanıtlaSilEvinize hoş gitmişseniz! (Hoşgelmişsin diyeceğim ama, düşündüm ki orada olmayan Yakup bunu demesin!) :))
YanıtlaSilKeyfini sürün Angara'nın.
Deniz var diyorlar doğru mu bu?
YanıtlaSilDiyette olmasak Sivrihisar çıkışı Çini Bahçe'de ballı gözleme önerebilirdim :D
YanıtlaSilYa şu kitaplara ne güldüm. Çok yaşayın inşallah. :D
YanıtlaSilHoş gelip sefalar getirmişsiniz.
YanıtlaSilÖğretmenim günlerdir şu bitkinin adını arıyorum, bulamadık da "alıç bitkisi bi çeşit" deyip çıktıydım, valla sağolun, öğrenmiş oldum, takığım bu aralar ona. Ankara musmutlu ve sağlıklı geçsin inşallah...
YanıtlaSilAy ne güzel tuvalet öyle .
YanıtlaSil80'ler bilim kurgu filmleri gibi :)
Kıtaplıga dıyecek laf yok....bayıldım...su dusunce tarzını zaten tum ulke olarak ıcsellestırebılsek ne dert kalır ne tasa....
YanıtlaSil