.

.
.

1 Mart 2016 Salı

"MART DİYE BAHAR GELDİ" DERSEM İNANMAYIN...



Sabah resimli edebiyat takvimimden yaprak koparırken bugün 1 Mart olduğunu gördüm. Yılın en sevmediğim ayı; kalleş, sağ gösterip sol vuran, bahar geldi diye sevinirken en beter kışı yaşatan, bitmek bilmeyen sevimsiz bir ay. Benim çocukluğumda bir de mali yılbaşı başlangıcıydı ki işte o zaman "Mart ayı dert ayı" yakıştırmasını sonuna kadar hakederdi. Baktım İnstagramda, Facebook'ta bir sevinç, "bahar geldi" diye, he yalancı bahar. Ben Nisan gelmeden hatta ortasını bulmadan bahara "hoşgeldin" diyemiyorum. Hoş yaşadığım coğrafyada bahar ne, ne zaman gelir, ne zaman gider o da muallakta ama olsun, ben bu konuda gelenekçiyim. Üstelik daha çiçek açmış bir ağaç bile göremedim bu yıl, bugün kararlıyım dışarı çıkıp arayacağım. Eskiden çalıştığım okulda bir öğretmen arkadaş vardı, 23 Nisan dedi mi çorapları fora ederdi, ondan sonra da ister kar yağsın, ister buz tutsun inatla giymezdi. Ondan hatıradır ben de 23 Nisan'da atarım çorapları :)

Takvimde 1 Mart yazısını görünce ilkokul öğretmenimi hatırladım. Tüm karnelerimin "düşünceler" bölümüne anlamını çözemediğim bir şekilde yana eğik güzel yazısıyla "1 Kasım-1 Mart/1 Mart-1 Kasım" yazardı. Allah sizi inandırsın hâlâ arada bir aklıma gelir ve merak ederim niye yazardı diye. Keşke hayatta olsaydı da arayıp bulup sorsaydım, hazır sanal alem imkanları da artmışken. İçinizde bileniniz, kendi karnesinde de aynı şeyler yazanınız varsa bir yorumcuk ediversin şu yazının altına da bunca yıldan sonra merakımı gidereyim.

İşin gerçeği harika, harika olduğu kadar da ilginç bir kadındı ilkokul öğretmenim. İlkokula başlama yaşını düşünürseniz o yaştaki bir çocuk için çok yaşlıydı. Şimdi buradan bakınca hiç yaşlı gelmiyor, bizi mezun edip yaş haddinden emekliye ayrılmasına rağmen. Üstelik o yaşın ona kattığı binlerce tecrübe benim kişiliğime çok önemli şeyler eklemişken. Okulun diğer öğretmenlerinden ayrıksı tavırlar sergilerdi. Demode denilecek kesimlerde döpiyesleri vardı, belki de tayyör demeliyim. Kahverengili-tabalı bir tanesi vardı ki hiç unutmuyorum. Altlarına kısa topuklu, rahat ayakkabılar giyerdi. Lastiklerini sık sık gördüğümüz çoraplarının üstüne eski bir çorabın ayak kısmını kesip geçirirdi ki ayakkabıları çoraplarını kaçırmasın. O zamanlar hazır satılan patik çoraplar yoktu tabii ki. Arada bir biz kızlara ayağını gösterir ve ince çorap giyme yaşına gelince öyle yapmamızı önerirdi. Çok tutumluydu, savaşlardan çıkıp gelmiş bir nesildendi. Balkan savaşı sırasında nasıl aç kaldıklarını, ağaç kabuklarını kemirdiklerini anlatırdı. Öyle içli dışlıydık ki bazen ders esnasında açılan sütyeninin kopçasını ilikletmek için içimizden birini koridora çağırırdı. Bu önemli ve onur verici bir işti biz kızlar için, belki bir gün bize de sıra gelir diye hevesle beklerdik ama sınıfın "sütyenilikleyicibaşı" istisnasız 5 yıl boyunca hep Ünzile oldu. Biz de hevesimizi öğretmenin "iyi su şişesi"ni doldurarak gidermeye başladık. Bilenler bilir Ankara'da musluk suyu içilmez, çok klorludur. Benim çocukluğumda at arabalı sucular mahalle aralarında dolaşır, evlere hasırlı cam damacanalar içinde memba suyu satarlardı. Biz "İnci" suyu alırdık, aileden biri haline gelmiş bir sucumuz vardı. Haftada bir uğrar, annemin üstüne çiçekli basmadan entari diktiği toprak küpümüze doldururdu suyu. Bu işin bir raconu vardı, önce edalı bir el hareketiyle damacananın pirinç kapağını kapatan kurşun mühür koparılır, yere atılırdı. Sonra 20-30 santimlik bir hortum suyun kolay akması için damacanının ağzından içeri sokulurdu. Annem de dahil titiz hanımlar sucunun getirdiği hortuma rağbet etmezler, evde bu iş için ayrılmış hortumu kullandırırlardı. Sonrasında su küpün içine insanda gülme isteği uyandıran bir lıkırtıyla dökülürdü. O arada hal-hatır sorulur, iki kelam edilir ve sucuya parası ya peşin takdim edilir ya da aybaşlarında ödenmek üzere kapının kenarına bir çentik atılırdı. Dedim ya bizim sucu kendini fena halde aileden hissederdi, öyle ki deniz kenarında geçen bir tatil dönüşü biraz fazla yanıp kararmış anneme "Kız bu ne hal, ateşten atlamış tilkiye dönmüşsün" demişti :)

Öğretmenim sağlık sorunları nedeniyle çok su içmesi gerektiğinden dolu bir şişeyi hep yanında bulundururdu. Bizim için o şişe Kaf dağının ardındaki sihirli bir nesne gibiydi, ulaşılması çok zor, ulaşıldığında insanın başını göğe erdiren. Şans eseri boşaldığında ele geçirebilen arkadaşımız sevine sevine evine götürür, memba suyuyla doldurup getirirdi. Tam 4 yıl büyük mücadeleler verdikten sonra 5. sınıfta şişeyi eve götürüp doldurma şerefine nail oldum. Kaptığım gibi, içemediğim için bardağı içindeki iğrenç sulandırılmış süttozu artığıyla koyduğumdan süt lekeli, basmadan süt torbama koyup içim mutlulukla dolu eve gittim. Evde komşumuz Faruk abi ve karısı Jale abla vardı. Onlara merhaba bile demeden heyecanla  torbadan çıkarıp mutfağa koştum. Basma entarili küpün üstündeki maşrapayla suyu şişeye doldurdum ve keyifle salona girdim. Faruk abi elimdeki şişeye baktı, "Ne o kız çok mu susadın, bir hoşgeldin demeden mutfağa daldın?" dedi. "Yok" dedim, "susamadım, bu öğretmenin şişesi, yarın ona su götüreceğim de unutmayım diye şimdiden doldurdum". Faruk abi gibi insana takılmak için fırsat kollayan, şakacı ve zeki birine koz vermemek lazımdı ama çocukluk işte bilemedim. O andan itibaren başka bir eve taşınıncaya kadar kullandı bu olayı Faruk abi, gördüğü her şişe "Firdes'in şişesi", ben de "öğretmene su götürdüğü için torpilli kız" oldum. Şaka yaptığını bildiğim halde çok kızardım, duygularımla oynanmış hissederdim. Ah canım Faruk abi, keşke bunca yıldan sonra bir şekilde karşıma çıkıversen, mavi gözlerini kısıp gülerek "Hâlâ Firdes'e su taşıyor musun kız?" diye sorsan, ben de her gördüğüm bandonun tamburmajöründe seni aramasam. 

Evet bugün 1 Mart, kimilerine göre baharın ilk, benim için de anımsamanın günü oldu. Fotoğraf geçen yıl bu günden, güneşte gülümseyen mor zambaklar ve başlıktaki şiir, Yılmaz Erdoğan'dan, hislerime tercüman:

"Adını savurur rüzgar,
Saçlarının niyetine.
Aşka küserim sonra, ülserim azar,
Azar azar düşer şakaklarıma mart akları.

Bak ne güzel erken bahar açmış ağaçlar,
Bir soğuk vursun da görsünler günlerini!

Adını savurur rüzgar,
Deneyimli bahar niyetine.
Ülserim azar,
Azar azar düşer saçlarıma mart akları.

Ben her bahar pişman olurum.
Erken açar baharlarım,
Soğuk vurur goncalarıma,
Toprak olurum.

Martı görünce kaçacak yaz ararım.
Ve gözlerimi kapatırım erken martı sesi duyunca.
Sanki kızıp dilime vurmuş sanırım,
Giderken kapattığım kapının kilidi.

Ben her bahar pişman olurum.
Güneşe kanar baharlarım,
Orospu bir gülüşün gamzelerine,
Yaprak yaprak teslim olurum!"

6 yorum:

  1. Ne güzel anılarınız var çocukluğunuza ait. Maalesef ilk okul öğretmenimin bende bıraktığı izlenimler kötü :(

    YanıtlaSil
  2. Bence takvimleri bu kadar kesin tarihlerle algılayanlar her sene "bu mevsimde bu soğuk/sıcak ne!" diye şaşıp duruyor zaten. Ben yıllar geçip yaş aldıkça doğanın takvimine önem vermenin doğru olduğunu görüyorum.
    Bahara henüz var, bekliyelim bakalım. :))

    YanıtlaSil
  3. Cok eskilere götürdün beni.Hemen hemen aynı seyler yaşanmış. Benim ogretmenim de Gelincik sigarasi icerdi bakkala gidip almak icin yarışırdık.Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  4. Mart ayını severim ben ama çok haklısın, bahar geldi demek için çok erken.
    Bu anıları yazsan, derlenmiş bir şekilde okusak, ne iyi olur :)

    YanıtlaSil
  5. yalancı bahar... En çok da çiçek açan ağaçlara üzülüyorum. yine kandırdı onları bu yalancı bahar.

    YanıtlaSil
  6. Hava çok güzel evet ama... Ben de hep sizin gibi düşünmüşümdür.

    YanıtlaSil