Geçenlerde yeni çıkmış olsalar da sakalları uzamış çağlalar gördüm markette. Duyacağım rakamı tahmin ederek fiyatını sorduğumda görevli ağzının içinde bir şeyler geveledi. "Anlamadım" dediğimde aynı gevelemeyi bir kez daha yaptı, inatla tekrar sordum ve sonunda güç bela "30 lira" cevabını duyabildim. Anladım ki o gevelemelerin sebebi bu rakamı telaffuz etmenin verdiği utançmış. "Yuh" dememek için güldüm ve o anlamasa da çağlaya hitaben "inersin gönlüm inersin, attan iner eşeğe binersin" deyip ayrıldım reyondan.
Çağlaya bayılırım, ben zaten olgunlaşmamış her türlü meyveye bayılırım. İstimlak sonucu şimdi yerinde çirkin blok apartmanlar yükselen büyük teyzemin şahane bahçesindeki mürdüm eriği sayemde hiç olgun yaşlarını göremedi, "Ham meyveyi kopardılar dalından" türküsünün kahramanı olacak şekilde yolardım o acı-ekşi erikleri ve tuza banıp dişlerim kamaşa kamaşa yollardım mideye. Dedemin bağındaki-ki artık onun da yerinde yeller esiyor-asmalardan tek salkım üzüm koparmadım, ben tüketim hakkımı korukken kullanırdım. Şimdi bile ağzımın suyu aktı, kavanoza doldurduğum taneleri tuzlar, kavanozu sallaya sallaya terletirdim korukları. Sonrası tam bir ziyafet. Bunları yiyip zevklenen bir kişinin çağla düşkünlüğü kaçınılmaz elbette. Evlenene kadar yediğim çağlaları çağla sandım, esasen hepsinin gövdeye indirilmeden önce traş edilmesi gerekirmiş, bilemedim, en tazesi bile epeyce tüylü olurdu ama ne gam. Bahar hafiften kokusunu Ankara semalarına göndermeye başladı mı ben de babamın akşam işten dönüşlerini kollamaya başlardım. Sonunda bir küçük kesekağıdı çağla ile kapıdan girince işlem tamamdı. Ne Hıdrellez, ne Nevruz, ne cemre, ne ekinoks, baharın resmi ilanı babanın elinde çağla paketi ile eve gelmesiydi. Kaptığım gibi çağlaları tabağa döker, yıkayıp tuzlayıp tek bir tanesini bile paylaşmadan büyük bir keyifle yerdim. Zaten kimsenin de ikram etsem bile çağla yemek gibi bir arzusu yoktu, benim bu çılgınca tutkum da eleştirilir, bilhassa anneannem tarafından sürekli uyarılırdım: "aç garnına yime", "safra yapar uşaak, niye yidirirsiniz bu eğşi şeyi çocuğa", "şunun nesini yin ki, git bi portakal falan yi de vitamin olsun". Kim dinleyecek ki anneanneyi. zaten onun son uyarısı bitene kadar çağla da bitmiş olurdu. Sonra büyüdüm ama hâlâ çağla seviyordum. Doğduğu kasabanın adında bile "Badem" olan biriyle evlendim. Nişanlıyken koca bir torba çağla geldi, o adında "Badem" olan kasabadaki ağaçlardan. İşte ben ağzıma o torbadan ilk çağlayı attığım anda o zamana kadar çağla değil ayakkabı fırçası yediğimi anladım. Tek bir tüy bile yoktu yeşili göz alan çağlanın üstünde ve daha dişlerinize değer değmez tatlı bir çıtırtıyla dağılıyordu ağzınızın içinde. Evlendiğim zaman bir çağla Cennetine düşeceğim düşüncesinin keyfiyle bir torba çağlayı iyi ediverdim oracıkta. Sonrasında midemin durumunu merak ediyorsanız fazla kurcalamayın derim :) Şimdi bir sürü badem ağacıyla dolu bir bahçemiz bile var ama çağla zamanını görmüyorum handiyse. Hem görsem de nerede o eskiden bir torba çağlayı övüten dişler. Beşinci çağlada kamaşmaya başlıyor köprülerin altındaki zavallı dişlerim. Gönlümse bahçede yenmeden bademleşmeyi bekleyen tazecik çağlalardan ziyade babamın kesekağıdıyla bir bahar müjdesi gibi getirdiği sakallılarda ve o yıllarda...
Hiç çağla yemedim, tadını bilmiyorum desem? :
YanıtlaSilBir çağladan bu kadar güzel bir öykü nasıl çıkar ? :)
YanıtlaSilOkurken bile dişlerim kamaştı. Ben de bayılırım o saydığınız tüm ham meyvelere :)
YanıtlaSilooooy oy,olsa da yesekkkk
YanıtlaSilOff sabah sabah salgı kapasitem arttı :)
YanıtlaSilÇocukluğum badem ağacının tepesinde geçti...
Ve bir gereksiz not: 8-10 çağla bir porsiyon meyveymiş.(Diyetten sevgilerle :) )
Ben çağlaya dokunamam ve dolayısı ile de yiyemem.Zaten sevdiğim bir şey değil. Öyle işte.. Ama yazı çok hoş. Keyifle okudum. Kalemine, yüreğine sağlık Leylak'cım.
YanıtlaSilOlmamış bütün meyveleri seviyorum. Her şeyi biraz olmamış tadıyla severim...sahiden pahalıymış az daha bekleriz o zaman
YanıtlaSil