Küçük kardeşimin ödü
kopardı ondan, laf aramızda ben de ürkerdim. 24 haneli, 4 katlı ve oldukça
bakımsız apartmanımızın merdivenlerinin temizlik günlerinde ürkek bir yarasa
gibi görünürdü sahanlıkta. Neredeyse iki boyutlu denecek kadar zayıftı,
seyrelmiş ve kırlaşmış saçlarına sardığı siyah örtü ve her daim üzerinde
taşıdığı eskimiş, uzun, siyah giysi zayıflığını ve ürkütücülüğünü arttırırdı.
Çukura kaçmış gözleri ve frengi nedeniyle kaybettiğini çok sonra anlayacağım
burnunun yerindeki dipsiz bir kuyuya benzeyen burun delikleri ile rahatlıkla
bir korku filminde rol alabilirdi. Ayazın açık merdiven sahanlıklarından bıçak
keskinliğinde vurduğu kış günlerinde, henüz ağarmamış sabahlarda görünürdü
süpürgesi, kovası ve soğuktan çatlayıp kızarmış iskeletimsi elleriyle. Okula
gitme saatimdi ve bakmamaya çalışsam da içimden bir şey dürterdi. Başımı
çevirdiğimde beni süzdüğünü fark eder, paldır küldür inerdim merdivenlerden.
O’nun bizden, bizim O’ndan ürktüğümüzden daha çok ürktüğünü o yaşlarda idrak
edemiyordum. O, apartmanda “öcü” yerine kullandığımız “Varnik”ti. Biz
apartmancak O’nun “öcü”süydük aslında, bilmiyorduk.
Kat malikiydi, sitedeki
pek çok aile gibi yıllar önceki bir büyük sel baskınında yıkılan evinin yerine
verilmişti oğlu “Cıray”la oturduğu ve odalarını bekâr öğrencilere kiraya
verdiği zemin kattaki daire kendisine. Asıl adı Jirayr olan oğul yaşını başını
almış bir adam olsa da hiçbir işte dikiş tutturamadığı, karısı da kendisini
terk edip kaçtığı için annesiyle otururdu. Kimse Jirayr demezdi ona, daha
doğrusu Jirayr diye bir isim olduğunu bile bilmezdi, “Cıray” demek daha kolaydı
hem. Zaten Varnik’in de aslında “Veronik” olduğunun farkında değildiler, farkında
olsalar bile romanlarda, filmlerde şuh, sarışın, havalı güzellere konmuş
Veronik adını yakıştırmazlardı ki ona, “Varnik” iyiydi, karardı, O’na yeterdi.
Konuşmazdı kimseyle
pek, çok ender duydum bir mağaradan gelirmişcesine hışırtılı, yükseltse kızacaklarmış
gibi kısık sesini. Bir kez annem soğuktan morarmış ellerine acıyıp merdivenleri
silerken takması için kauçuk bir eldiven verdiğinde teşekkür etmişti duyulur
duyulmaz, eldivenleri bir kenara koyup yine çıplak elle işine devam etmişti.
Geçim zorluğu çekiyordu ve apartman yönetimi bunun farkındaydı, üç-beş kuruş
karşılığında merdiven süpürüp silme işini ona havale etmişti, apartmanda başka
kimse yanaşmazdı zaten buna. Ses etmeden kabul etmişti, memnun olmuş muydu
bilinmez. Sonraları her biri mahallenin bir kızıyla evlenecek kiracılarından
gelen paraya ekleyip belki biraz daha iyi bir sofra kuracaktı. Biz o evden
taşınana kadar hep süpürüp sildi o bakımsız merdivenleri, sanırım bizden sonra
da devam etti. Çok zaman sonra öldüğünü duydum.
Oysa bir süre
oturduğumuz ve anneannemin de oturmaya devam ettiği diğer bloktaki Ermeni
komşularla ilişkiler çok farklıydı. Varnik’e asıl ismi “Veronik” bile layık
görülmezken Ağavni Hanım öyle benimsenmişti ki “Avniyanım” oluvermişti
taşındığının haftasına. Çünkü görece
zengindiler, çünkü başında kocası, evinde yetişkin çocukları vardı, kabul için
gerekli şartları taşıyordu yani. Çoğunluğu dul ve muhafazakâr kadınlardan
oluşmuş komşuları ne eşi Ohannes’ten kaçmış, ne mutfak penceresine dizilmiş boş
şarap şişelerinden rahatsız olmuş ne de evlerine teklifsizce girip çıkmaktan
çekinmişti.
Öteki olmak; varlık
düzeyleri dışlanmalarını engellese de doğup büyüdükleri ülkede yabancı kabul
edilmek zor zanaattı kısacası, oysa ki en az bizim kadar bizden, bizim kadar bizdiler...
Not: Böyle bir seri yazmaya karar verdim, verdim ki unutulmasınlar. Hayatıma değen, bana bir şeyler katan kişileri anlatan, gençliğin havailiğiyle anlamlandıramadığım yaşantıları irdeliyen bir seri olsun. Çünkü söz uçar, yazı kalır. Her biri için o zaman veremediğim bir çiçekle...
Verinin belki ber yerde. Farkındamısınız kadar varlar hayatra. Devamını bekliyorum sabırsızlıkla. Kalemine saglik
YanıtlaSilBen bunları kitap olarak görmek Istiyorum artık . Kalemine, aklına sağlık Nursen'cim. :)
YanıtlaSilNe de güzel yazmışsınız, yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilHayatımıza değen insanları yazmak şahane bir fikir...
Sevgiler...
Siz hâlâ öykü yazmayın leylakım dalım :)
YanıtlaSilOkurken hiç farkında olmadan sona geldiğimi fark ettim, oysa hiç bitmesin istiyordum. İyi ki unutulmamışlar. O hayatlara bir ucundan bizler de tanık oluyoruz. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilÇok güzeldi,kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilBir an yazınız bitmesin devamı gelsin istedim ne güzel bir anlatım size ilk uğrayışım ama beğenerek ayrıldım.
YanıtlaSilOkurken yaşattınız Leylak Dalı 'cığım ,teşekkürler.Devamını merakla bekleyeceğim.Sevgi ve selamlarla.
YanıtlaSilkaleminize sağlık her yerin her çocukluğun bir Varnik i var aslında ...
YanıtlaSilÇok güzel bir karar. Seni okumak zaten çok keyifli. Merakla bekleyeceğim
YanıtlaSilYine çok keyifli bir anlatım olmuş. Bir sonrakini sabırsızlıkla bekliyorum. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilçok hoşuma gitti hem bu hem de sabırsızlıkla bekleyeceğim diğerlerini yazma kararınız,şu benim evvelce söylediğim ''artık öykü yazmalısınız'' önerimi bir daha düşünün.Sevgiler
YanıtlaSilbence de devam edin yazmaya. okurken bir yazarın kitabından bir bölüm okuyormuşum gibi hissettim.kaleminize kuvvet Nurşen Hanım.
YanıtlaSilSanki aynı muhitte yaşamışız gibi geldi gerçi muhakkak epey büyüğümdür sizden! Kurtuluş da küçük bir çocuk olarak öyle benzer hikayeler biriktirdim ki:) ama siz yazın ben seyahat blogçusuyum, haddimi biliyorum! Sevgiler.
YanıtlaSilDenizMontreal ( deniz ile devri alem)