.

.
.

15 Eylül 2011 Perşembe

İSTANBUL, İSTANBUL 6 (SON)


Son günün şarkısı "Beyoğlu'nda gezersin, gözlerini süzersin" olmalıydı, önceden ayarlanmış bir plan uyarınca da oldu zaten. Vapurda büyük aşkım Galata Kulesi ile vedalaştım kimseye çaktırmadan sonra da Karaköy'de inip Tünel'e binmek için biraz dolaştık. Lale beni görünce dünyayı unuttuğundan geçenlerde olmayan Çiya şubesinin ardında dolandığımız gibi bu defa da Tünel binasını aradık:) Olsun, çok normal ben de Antalya'da çok iyi şiş köfte-tahinli piyaz yapan bir lokantaya ne zaman bir arkadaşımı götürmek istesem her zaman gittiğim mekanı dakikalarca ararım sonra da kapandığına hükmedip geri dönerken bir yerden karşıma çıkar. Tünel binası da burnumuzun dibinde olduğu için görmemişiz zaten hemen atladık ve kendimizi Tünel Meydanı'nda bulduk. İlk icraatımız karşıya geçip "Kırmızı Kedi" kitabevine dalmak oldu. 


Amblemdeki tehlikeli tehlikeli bakan kırmızı kediyi pek seviyorum ben. Bir müddet kitapları kurcaladıktan sonra adetim olduğu üzere İstanbul'u anlatan bir kitap ve bir ayraçla çıktım mağazadan: "İstanbul'un 100 Ağacı". Çünkü İstanbul'a da, ağaçlara da vurgunum ben.


Aniden gelişen bir kararla tramvaya binip Cihangir'e gitme ve kahvemizi orada içme planı yaptık. Tramvay durağı tıklım tıklım turist doluydu. En coşkulusu da devasa görüntülü, gürültücü ve 90 bedene yakın sütyen giyse mümkün olacak kadar kocaman göğüslü, kırmızı tişörtlü, al yanaklı Fransız adamdı.  Uzun süren bekleme sırasında hiperaktif bir çocuk gibi yerinde duramadı, sağa sola gitti-geldi, konuştu, söylendi, onu bunu itekledi. Sonunda tramvay göründüğünde hareket halindeyken demir kapısına asılıp ezilme tehlikesi geçirdi ve bizi de neredeyse tepeledi. Kapı açıldığında elleriyle sağı solu yararak, üstümüzden atlayarak  gövdesini içeriye almayı başardı ama Lale de kendini çılgın Fransız tarafından ezilmekten zor kurtardı. O herkesten önce binmenin mutluluğuyla sırıtıp dururken biz de adam tarafından çarpıtılmış oramızı buramızı düzelterek "lahavle" çekmekteydik ki ahımız yerde kalmadı. Elindeki kart tek binişlik olduğu için  vatman tarafından diğer kapıdan postalandı. Şekeri elinden alınmış çocuk gibi dudaklarını sarkıtmış aşağıda kalakaldı ama ne yalan söyleyim hiç üzülmedik haline, medeniyet öğrensin biraz.


Yolun yarısında tramvaydan inip yayan devam ettik Cihangir'e doğru. Gördüğüm her binayı ya hafızama ya fotoğraf makinama kayıt ettim. Kahvemizi içip dönerken rastladığım kremalı pasta görünümlü yapısıyla Aya Triada Kilisesi de bunlardan biriydi. 


Tramvaya binerken verdiğimiz savaş, sıcak, çıkıp indiğimiz yokuşlar ve İstiklal Caddesi'ndeki "Gerze'de Kurulacak HES" için protesto gösterisinin kalabalığından sıyrılma mücadelesinin yorgunluğunu atmak ve acıkan karnımızı doyurmak için Kallavi Sokağa doğru çevirdik rotayı. Yolüstü Balık Pazarı'na daldık, niyetimiz Üç Horon Kilisesi'ni ziyaretti ama yapışkın garsonlardan kurtulmak için o kadar çabaladık ki sokağa ne için girdiğimizi unutup döndük. Sonunda dışarıda tek bir minik masası kalmış Fıccın'lardan birine yerleştik. Çerkes mutfağının acemisi olarak Lale'ye bıraktım sipariş işini, o da herbirimize "Haluj" ve ortaya "Fıccın" ısmarladı. Devasa tabakta öksüzdoyuran olarak gelen içi patatesli bir çeşit iri boy mantı olan haluj benim Kasım ayında başlayan diyetimden beri yediğim ilk mantı olarak kişisel tarihime geçti. Evet lezzetliydi ama çok fazlaydı ve itiraf ediyorum ki hepsini yedim. Fıccına gelince, benim damak zevkime uygun birşey olmadığını saptadım birkaç lokmadan sonra dışının kızarmış kabuklarının birazını kemirip içinin kıymasını bıraktığımı utanarak söyleyebilirim.


Yemeğimizi bitirip çaylarımızı içerken aramıza katılacak diğer arkadaşımız, sevgili Atalet de geldi. Hep birlikte önce sokak müzisyenlerinin yürüyüşünü izledik sonra da "Sahaf Festivali"na gitmek üzere Tepebaşı'na doğru yollandık. 


Umduğumdan daha kapsamlı buldum festivali, epey didikledik kitapları, dergileri, fotoğrafları ve diğer ıvır zıvırı. Sonra herkes kendine uygun kitabı bulup satın alınca ayrıldık festival alanından.


Benim ganimetlerim bunlar oldu: İlkokulun ilk sınıflarındayken babamın bana serisini aldığı ve ne yazık ki hiçbirinin artık elimde bulunmadığı, defalarca okuduğum ve çok yararlandığım "İlkokula Temel Bilgiler" dizisinden "Su ve Tuz" adlı küçük kitabı görünce gözlerime inanamadım. Hala unutmadığım yeşil testili, kırmızı elbiseli kızın resmini kitabın kapağında görünce çok eski bir dosta kavuşmanın sevincini yaşayıp anında satın aldım üstelik epeyce de yüksek bir fiyata. Yine dayımın kitapları arasında olan ve anneannemin büfesini ne zaman yerleştirmeğe kalksam elime gelen, ilginç ismi ve kapağıyla dikkatimi çeken ama asla okumama izin verilmeyen bir cep kitabı da sevinçle satın aldıklarım arasındaydı: "Sıra Sende Yosma-Lemmi Kovşın'ın Son Macerası". Yıllar sonra okuyup muradıma ereceğim nihaha, bana izin vermeyenlere duyurulur:)) Ha bir de ilaveten 50'li yıllardan kalma Karikatür Mecmuası. "Tiffany'de Kahvaltı" filminin afişinin resmedildiği magnet ise Lalemin hediyesi.


Kitapların arasında yeterince eşelendiğimize kanaat getirince dinlenmek, sohbet etmek ve birşeyler içmek için Pera Palas'ın terasına kurulduk. Gövdemizi yalayıp hafiften üşüten tatlı esinti ve akordeondan süzülen romantik parçalar eşliğinde çaylarımızı yudumlarken gözlerim terası dolduran ve çoğunluğu hatun olan kalabalıktaydı. Herkes bizim gibi Sahaf Festivali'nden gelmiyordu tabii ki, hemen yakındaki "Fashion Week" çadırının takipçileriydi bunlar. Solaryum bronzu tenleriyle uyumsuz boyanıp didilmekten seyrelmiş saman sarısı saçları, botoks ve gerilmekten mimiklerini kaybetmiş yüz hatlarıyla onlarca süslü hatun rujları bozulmasın diye dişleriyle yudumlamaya çabalıyorlardı önlerindeki içecekleri. Eğlenceliydi aslında onları izlemek bir yandan muhabbet edip kahkahalar atarken.


Solaryum ve botoks kadınları üşüyüp şallara büründüğünde biz de ayrıldık Pera Palas'tan. Gündüzkü eylemi fırsat bilip icra-i sanat eyleyen müzik gruplarına kulak vererek yürüdük tekrar Tünel Meydanı'na doğru. Yolboyu kitapçılara, kırtasiyecilere, ilginç mağazalara girdik çıktık, kiminin vitrinine baktık, kiminden alışveriş ettik, ve başladığımız yere döndük, son durağımız Tünel Geçidi oldu. 


Günü bol sohbet, bol kahkaha, bira, soda, patates, biraz üşüme ve bol keyifle burada noktaladık. İstiklal Caddesi'ni boydan boya katedip bir dahaki sefere görüşmek dileğiyle vedalaştık ve Atalet'ten Taksim'de ayrılıp son geceyi geçirmek üzere Lalelere yollandık.

Anılar sandığıma altı kıymetli taş daha eklendi bir sürü dostun gölgesiyle birlikte. Herşey olağanüstüydü. Başta Lale olmak üzere İstanbul günlerimde yanımda olan tüm arkadaşlarıma yürek dolusu sevgilerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum. İyi ki varsınız...

12 yorum:

  1. Bu güzel geziye beni de yanında götürdüğün için teşekkürler. Çok eğlendim:)))

    YanıtlaSil
  2. Gezinizi büyük keyifle okudum.. İmrendim, niyetlendim.. Müstakbel İstanbul gezimize kılavuz olacak yazınız için teşekkürler.. :)

    YanıtlaSil
  3. hafta sonları arşınladığımız yolları
    gördüm. siz de az sosyatik değilsiniz, pera palaslar filan, bizim talebelik paramız öyle yerlerde oturmaya yetmiyor:)

    sevgiyle.
    tolga

    YanıtlaSil
  4. ya Tolga'ya güldüm...Sosyetik hanım, bir daha ki gelişine seni Çırağanda ağırlayacağım...

    Yav yolu telle kapatıp, başka yerden yol verince yanından geçip gitmişiz hehehhe İstanbulda her gün yollar değişiyo... Çiyada da ille de bakır tencerelerimi, kış yemeklerimi isterim:) Yoksa ben bura benim çiyam değil diye tuttururum...
    Leylak'ım Bacıkuşum , her zaman başımızın tacısın, kafana estikçe, kafan kızdıkça, canın ne zaman isterse gel... Erguvan zamanı gel, filmekimine gel, Altın Lale film festivaline gel...özledikçe gel hep gel

    YanıtlaSil
  5. Leylakcım bayıldım ben bu post'a...çünkü bu güzel fotoğraflar ve neşeli anlatımla sizinle gezmiş kadar oldum:)))
    Sahaf festivalini gezemedim daha,kısmet!
    Aldıklarınız da çok hoş hatıralar...
    Eh !yedikleriniz içtikleriniz sizin oldu,kalanlar da bize yetti;)))
    Siz de sağolun,varolun!

    YanıtlaSil
  6. Ahh canımın atardamarı İstanbul
    Ah kalp atışlarımın tik takları,
    Ah şu kaldırımları,
    tarihi dokusu,
    gözümüzün değdiği, gönlümüzün sevdiceği,
    daha kimbilir kaç kez , kaç daha sevdasından savrulup sürükleneceğiz.......
    Hoşgeldin Rüzgarın kızı :)

    YanıtlaSil
  7. İstanbulu birde senin gözünle görmek güzeldi canım.

    YanıtlaSil
  8. Leylağım senin dilinden İstanbul 'u dinlemek bambaşkaymış...

    YanıtlaSil
  9. gene gel gene gez gene anlat...
    =)

    atalet..

    YanıtlaSil
  10. Tahmin ettiğim program ! İstiklal'in yerini hiç bir şey tutmuyor. Biraz yorucu olur ama Taksim tarafından başlayıp gezerek, dinlenerek, yiyip içerek taa Eminönü'ne yürümek de güzeldir çok. Siz de buna yakın bir şey yapmışsınız gerçi. Sahaf festivalini ucundan yakaladım, çok beğendim ben de.

    YanıtlaSil
  11. Galiba aynı gün Beyoğlundaymışız :)

    YanıtlaSil
  12. mükemmel akıcı bir anlatım tebrikler

    YanıtlaSil