Bugün güneş bizimle saklambaç oynuyor, oynasın varsın, onun da eğlenmeye ihtiyacı var elbet. Ben şu satırları yazarken tüm parlaklığıyla ışınlarını üstümüze gönderiyordu ama kıskanç yağmur durur mu, "rol çaldırtmam" diyerek deli gibi indirdi. Yukarda güneş, aşağıda yağmur, yok teknede hamur, var tarlada çamur. Bir de beklemedeki inşaat çukurunda bol çamur var, hem de en kırmızı cinsinden., terra rossa. Gökkuşağı çıkar diye bekledim ama o çıkamadan güneş kaçtı.
Bu sabah geç uyandım çünkü yamalı uykumu tamamlamak zorundaydım. Kalkıp çay koydum, çay demini alırken egzersizimi yaptım. Öyküleri dinleyip bitirdiğim için "Nasıl Olunur"a geri döndüm. Nilay Örnek Arif Keskiner'le söyleşmiş geçen hafta, onu açtım. Nam-ı diğer Çiçek Arif'i çok severim, anılarını yazdığı üç kitabı çok keyiflidir. Söyleşide anlatılanların çoğunu o kitaplarda okumuştum ama aradan epey zaman geçtiği için unutmuşum, bir kez de kendi ağzından dinlemek ve hatırlamak güzel oldu, keşke Nilay Örnek sık sık lafını kesmeseydi.
Kahvaltıda kendi yaptığımız dilme zeytinlerin kurdelesini kestim, övünmek gibi olmasın güzel olmuş. Şimdi bu biraz "Alet işler, el övünür" gibi oldu zira yeşil zeytinlerin imalatçısı kocam bey. Sakıncası yok, zira her başarılı erkeğin yanında ne yapacağını söyleyen bir kadın vardır 😃
Kahvaltı sonrası günlük sokak teftişimi yapmak üzere balkona çıktım. Hafiften yağan yağmur eşliğinde kolaçan ettim dört bir yanı. İki gündür karşı apartmandaki tam hizamıza denk gelen dairenin kedisi balkon parmaklığına asılı çiçekliklerin üstünde oturup benim gibi mahalleyi seyran eyliyordu. Açık gri, alacalı tüyleri olan pek güzel bir kedi, bu sefer yan gelmiş yatıyordu, ne yağmur, ne dünya umurunda değildi. Derken çaprazdaki apartmanın penceresinde bir başka kedi çarptı gözüme, camın dibine yerleşmiş seyir halindeydi. Bu kadar kedi beslendiğini bilmiyordum, ya kediler yeni geldi o evlere, ya ben farkında değildim. Derken bir şakırtı oldu gökyüzünde, kafamı kaldırdım, o da ne? Bir grup güvercin bir çatıdan öbür çatıya taklalar atarak uçuyordu, sonra bir ıslık sesi duyuldu ve toplaşıp geldikleri yere geri döndüler. Sanırım arka sokakta bir güvercin terbiyecisi var. Bu şehirde kuş popülasyonunda güvercine çok ender rastlanır, kumrular ve serçeler çoğunluktadır. Birkaç yıldır kargalarla saksağanlar da katıldı nüfusa. İnanın benim ilk geldiğim yıllarda martı bile bulunmazdı, şimdilerde çok yoğun olmasa da onlar da mevcut. Deniz şehrinde martı olmaması ilginç ama martılar kirliliğe mi geliyorlar bilemedim. Bir seferinde parkta, göletten hangisinin tuttuğu belirsiz bir balığın başında martıyla karganın sıkı bir kavgasına denk gelmiştim. Sonunda yenişemediler ve balığı oracıkta bırakıp gittiler.
Kitaplara gelince, bu ayı Yeşilin Kızı Anne ciltlerine ayırıp ergenlik günlerime geri döneceğimi yazmıştım. 4. cilde başladım. Anne lisans eğitimini bitirip Avonlea dışında bir kasabada okul müdürlüğüne başladı ama pek iyi karşılanmadı, bakalım ilerleyen günlerde ne olacak. Bu arada Gilbert ile nişanlandı, Gilbert tıp eğitimi alıyor, bitirene kadar evlilik yok. Kendimi yaz tatilinde, Yenimahalle'deki evde, salonun girişine yerleştirilmiş sahiplendiğim küçük divanda uzanmış, bir yandan bir şeyler tıkınıp bir yandan okur gibi hissediyorum. Sanki birazdan annem gelip, "Yeter tembellik ettiğin, kalk sofrayı kur, baban gelir neredeyse" diyecek. Öfleye püfleye kalkıp aklım Anne'de, balkona tabak çanak taşımaya başlayacağım. Hayali bile güzel.
Kitapları bir hafta içinde bitirmem gerek. Zira 4 arkadaş kendimize bir oyun kurduk Instagramda, moderatörümüz olan genç arkadaş 30 görev belirledi ve her gün birini yerine getiriyoruz. Bazıları çok zorlu gerçekten. Görevlerden biri de ayın kitabı olarak belirlediğimiz Hakan Günday'ın "Zamir"ini okuyup yorumlamak. Önümüzdeki haftadan itibaren onu okumaya başlayacağım. Anne'in maceraları bitmezse ara vereceğim mecburen.
Bu posta başladığımda öğlendi, neredeyse akşamı buldum kalk-otur derken. Dişe dokunur bir şey de yapmadım. Yazıyı bitireyim artık, sonra da Yeşilçam dizisinin yeni bölümlerinden son kalan ikisini izleyim, o görev de bitsin.
Size ben Instagramdaki öykü yazma görevini yaparken yardımcı olmak için kendi de daktilo başına oturan Charlie ile veda ediyorum. Güneş eksik olmasın ruhumuzdan...
Çiçek Arif'i kim sevmez ki... bazı yazılar ilk okumada bir tat verirler ya, ama siz telaşla okumak zorundasınızdır o an ve öyle yapmışsınızdır, sonra sakin bir zaman buyur eder. Günün şafağı sökülüyor ve ben yeni yetme ve meraklı günlerde arkadaşlarımla o zamanın daha efsane Çiçek Bar'ındayım. Sonra martılar kısmı ve kargalar elbette... Bana çok yakın, yukarıdaki köylerden başlayıp gelen artık binalaşma ve duvarlar yüzünden daha sığ bir derenin denizle buluştuğu bir nokta var, minik bir delta. Etraf kafe ve restoranlarla dolu ki bu aslında insan ve diğer canlılar işbirliğinin güzel bir örneğini yaşatır; kalan yiyecekleri oraya, tabii ki kıyısına boca ederler ve muhteşem bir cümbüş vardır artık. Muhteşem bir paylaşım, kavga gerektirmeyen bir bolluk. Bütün hayvanlar, ve insanlar iç içe, dost. Elbette bir selfi çekim alanı da artık orası. Pandemiyi zihinlerde anlık da olsa öteleyen kocaman sıcaklık aynı zamanda:) İnsanların nefese en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda oradaki dayanışma umut tazeletiyor muhtemelen; bir anlık da olsa belki, küçük notlar bıraktırıyor insana gelecek için öte yandan.:)
YanıtlaSilYeşilin Kızı Anne'nın son sezonuna geldim, bitecek diye yavaş izliyorum, güya. :)
YanıtlaSilNilay Örnek'in o söyleşide konuşma aralarına sıkça girdiğini düşündüm ben de. Arif Keskiner'le söyleştiği için çok heyecanlanmış, belli. :))
evet, anne okunacak mutlak demek ki :)
YanıtlaSilarif keskiner söyleşisi benim de çok hoşuma gitti. hep "yine mi güzeliz, yine mi çiçek" dizelerini mırıldanarak dinledim