Çocukluğumun Yenimahalle'sinde bir başka olurdu baharlar. Hele Mayıs sonları; havalar iyiden iyiye ısınır, sitenin arkasındaki şantiyenin çirkin bahçesi gelinciklerle, papatyalarla donanıp güzelleşir, iki katlı Yenimahalle evlerinin bahçe duvarlarından leylaklar, hanımelleri sarkar, iğde çiçeklerinin kokusu sokakları doldurur, pazar torbalarında erik, kiraz, sofralarda bezelye, bakla, taze fasulye boy gösterirdi. Yaklaşan okul tatilinin heyecanı bünyeyi sarar, balkonda yenecek gazoz eşlikli akşam yemeklerinin, Vardar Pastanesi'nden alınacak kornette dondurmaların hayali kurulur, henüz TV'lerin girmediği evlerde yan arsadaki açık hava sinemasının ne zaman gösterime başlayacağının hesabı yapılırdı. Baharların, yazların ve tüm mevsimlerin en şenlikli kişisi de muhakkak ki Müyesser teyzeydi. O eve taşındığımızın ertesi günü çalan kapıyı açtığımda karşımda kar gibi beyaz tülbentle çevrelenmiş akça pakça bir yüz ve gülerek bakan bir çift boncuk göz görmüştüm. Ekşi ekşi kokup midemi bulandıran bir tabak dayamıştı burnumun ucuna: "Anan nerde? Al, ekmek mayaladım, yersiniz". Cevabımı da, annemi de beklemeden elindeki diğer dilimleri vermek için bitişik kapıya doğru yürümüştü. Sesleri duyup mutfaktan ellerini kurulayarak çıkan anneme tabağı tutuşturup "Yaşlı bir kadın bunu getirdi, çok pis kokuyor al" diyerek beni bekleyen hikaye kitabıma dönmüştüm. Sonradan öğrenecektim o kadının tüm apartmanca "Asker anası" olarak bilinen ve ölene kadar da tüm apartmandaki aile babalarının analığını üstlenen Müyesser teyze olduğunu. Beş kızın üstüne doğurduğu oğlu askerde olduğu için gelininin ve torunlarının geçimini üstlenen ve bu nedenle kendine "Asker anası" lakabını uygun gören Müyesser teyze ekmeğe harcanan parayı asgariye indirmek için çuvalla un alıp evde ekmeğini kendi mayalarmış meğer. Gelgelelim ekonomik olsun diye yaptığı ekmeklerden konu komşunun payını ayırmadan da boğazından geçmezmiş. Kapımıza getirdiği tabağın içinde burnuma ekşi ekşi kokup içimi bulandıran şey de o mayalı ekmeklermiş. Şimdi olsa bayıla bayıla yiyeceğim o dilimlerden çocukluğum boyunca ağzıma bir lokma bile koymadım ama olağanüstü bir lezzette kurduğu turşulardan herkesten önce nasibimi aldım. Turşuya-ve en çok onun turşularına-bayıldığımı bilen Müyesser teyze kimseye duyurmadan kulağıma eğilir, "Turşu yaptım, yin mi?" diye sorar, daha ben cevabımı vermeden parıldayan gözlerimden anlayıp ağrıyan dizlerini tutarak mutfağa yönelirdi.
Ömrü boyunca çektiği çilelere inat sonsuz bir yaşama sevinci ve neşeyle donatılmıştı. Doğurduğu her kız çocukta oğlan özlemi duyan, "oğlum olsun da isterse beni dövsün, isterse kocam beni terkedip gitsin" diye dualar eden Müyesser teyzenin hacet kapısı açıkmış demek ki son çocuğu oğlan olmuş ve kocası oğlanın doğumundan kısa bir süre sonra onu terkedip gitmiş. Neyse ki ilk dua tutmamış, dövmesine bile razı olacağı oğlunun yanında ölene kadar el üstünde tutularak yaşamıştı. Yoksulluk bir yandan, çilesi terkedilmekle de bitmemiş ki, kızlarından biri üçüncü çocuğunu dünyaya getirirken ölünce evlat acısını da tatmış, torunlarının bakımını da üstlenmişti. İki kapı yanımızdaki dairede oğlu, gelini, oğlunun iki çocuğu ve ölen kızının iki kızı ile birlikte oturuyordu. Çektiği tüm ekonomik ve ruhsal sıkıntılara rağmen ne elinin açıklığı, ne yüzünün gülümsemesi yaşadığı sürece azalmamıştı. Kendisini terkeden kocasına olan hıncını gelinine, anneme ve diğer komşulara vasiyet ederek alırdı. Yedirmeyi içirmeyi sevdiği kadar yemeyi içmeyi de sever ve şöyle derdi: "Ben ölünce güzelce yıkayın, tertemiz kefenleyin, defnettikten sonra eve gelin, sofrayı kurun, karnınızı bir güzel doyurun, üstüne çayınızı için sonra da 'Ne oldu anamıza ne oldu, p.zevenk kocası sebebi oldu' diye ağlayın, çok da ağlayıp kendinizi de üzmeyin ha'" der ve ardından kahkahayı basardı. Ne yazık ki biz şehir dışında tatildeyken, kendisi de elleriyle evlendirip ziyarete gittiği uzak bir şehirdeki torununun yanındayken göçtü bu dünyadan, vasiyeti de arzu ettiği gibi gerçekleşemedi.
En çok Hıdrellez zamanı neşesi gelirdi, apartmanın arka bahçesinde kendine ayırdığı ufacık alana diktiği çiçeklerin, sebzelerin arasına evcikler, arabalar yapar, çocukları, torunları için dilekler tutar, hepimizi bir şenliğin içine sürüklerdi. Hayatla ve insanlarla dalga geçerdi adeta, hastayım diyene ilk tavsiyesi "Tuzruhu iç" olurdu, Allahtan kimse sözünü gerçek sanıp böyle bir girişimde bulunmadı da kimsenin ölümüne sebep olmadı :) Pisliğe, pasaklılığa, dağınıklığa tahammülü yoktu, böylelerinden sözünü esirgemezdi. Biz başka bir mahalleye taşındığımızda bir gün yatılı olarak ziyaretimize geldi. Oturup sohbet ederken bir ara ortadan kayboldu, sonra arka odanın balkonundan sesini duyduk, ne oluyor diye gittiğimizde ne görelim, karşı apartmanın balkon hizasına düşen hayli-hayli bile biraz az bir sıfat oluyor burada-pasaklı dairesinin kendi balkonunda yakaladığı hiç tanımadığı sahibine verip veriştiriyor: "Kızım bu balkonun, bu camların hali ne böyle, sil bakayım o camları, at o balkondan ıvır zıvırı, çöplüğe döndürmüşsün ortalığı, nasıl yaşıyorsun bakayım sen bu evde". Kendine söylendiğini tam anlayamamış kadın şaşkın şaşkın bakarken güç bela çekip içeri almıştık Müyesser teyzeyi, lakin evine dönene kadar söylenmeye devam etmişti.
Dondurmayı çok sever, kim işe girse, kim maaş alsa, kime beklenmedik bir yerden para gelse "Dondurma alacan mı bana?" derdi. Hâlâ işe girdikten sonra fırsat bulup ona alamadığım dondurmanın üzüntüsünü yaşarım.
Müyesser teyze bu dünyadan gideli çok oldu, yalnızca kendi gitmekle kalmadı zamanında "çeyizinize" diye ördüğü elbezleri, ekmek sepeti örtüleri, lifler de eskidi. Üstüne üstlük çok sevdiği, bahçesine kavak ağaçları, çiçekler diktiği, balkonunda demli çaylar içtiği, mutfağında ekmekler mayaladığı evi de yıkıldı. Şimdi yerinde hiçbirimizin anısını taşımayacak bir inşaat yükseliyor. İzleri yaşadığımız yerlerden silinse de sevgileri gönlümüzde bâki, ötelerde bir yerde eminim ki annemi, Şefika ablayı, Neriman ablayı, Hedime Hanımı, Zehranım teyzeyi, Naciyanımı toplamış hem yedirip hem güldürüyordur, kocasına olan iltifatlarını da ardarda sıralıyordur. Çok sevdiği bu sardunya onun güzel ruhuna gitsin...
Herşey gibi komşuluk da başkaydı eskiden
YanıtlaSilKeske her seye senin pencerenden bakabilsek. Serpil Mumcu
YanıtlaSil