Sakin bir yağmurla başlayan akşam geceyarısı afete dönüştü adeta. Kulağımın dibinde patlarmış gibi gök gürültüleri, odayı aydınlatan şimşeklerle fırladım yataktan. Alt katın panjurlarına en yüksek tonda bateri çalarcasına çarpan yağmur da cabası. İçerde TV izleyen Kocam Bey de ayaklanmış ve takdire layık bir şekilde bilgisayarın fişini çekmişti. Gidip pencereye yanaştım, balkonda dolu taneleri, gümbürtülü yağmurun sebebi anlaşıldı. Yağan yağmurun yoğunluğunu anlatabilmem mümkün değil, sudan bir duvar akıyordu sokak lambasının ışığında. Birkaç yıldır kendini unutturan Antalya yağmurları bu yıl arayı kapattı böylece, bademlerin çiçeklenmemiş olmasına dua ettim, hoş haberim de yok, belki çiçekleneni vardır, bu doluyla karışık yağmurda hepsi dökülmüştür yerlere. Pencere pervazlarını kontrol ettim, perdeleri kenara çektim, balkon giderlerini denetledim ve Yasemin Kumral'ın eski bir şarkısını zihnimde döndürürken gidip yattım: "Yağmuru durdurabilir misin?/Sevgiden vazgeçebilir misin?"
Sabah kalktığımda yağmur durmuş, güneş çıkmasa da hava açmıştı. Ay hâlâ gökyüzünde, yarım daire şeklinde seyreyliyordu alemi. Sular çekilmiş, kurumaya az kalmış bir ıslaklık vardı yerlerde ve bizim Moklukuyruk sırılsıklam, cereyana kapılmış gibi tüyleri dimdik balkon korkuluğunda kahvaltı bekliyordu. Yağmur kuyrukta temizlik yapmışsa fena, tanımakta güçlük çekebiliriz. Hoş arkadaş bizi ebeveyn edindi, geçen gün kahve yapmak için mutfağa girdim, baktım masanın altında bir şey dolanıyor, bizim kedimiz mi vardı diye saçma bir düşünce geçti bir an aklımdan, sonra baktım ki manevi evladımız, kuşumuz. Kedi düşüncesine o kadar dalmışım ki hayvanı "Pist, pist!" diye kovaladım 😄 Hiç acele etmeden poposunu sallaya sallaya yürüdü gitti, uç bari, sen kuşsun ve kovalanıyorsun, yüzgöz olmamızın derecesini anlayın artık.
Bugün yan dallarda Oscar adaylığı olan filmleri inceleyeceğiz efendim. Belki biraz daha huysuzluğumdan kurtulmuş olabilirim 😊 Zira oyunculara sözüm yok, derdim filmlerle.
"Being The Ricardos" ile başlayalım. Kendisi En İyi Kadın, En İyi Erkek, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylarını içeriyor. Film "I Love Lucy" dizisinde oynayan 40'lı yılların ünlü yıldızlarından Lucille Ball ile Desi Arnaz'ın aralarındaki ilişkiyi konu alıyor. Renkli, kostümleri ve makyajları son derece çarpıcı bir film ama şunu söyleyeyim ki ben sıkıldım izlemekten. Zaten mesele de film değil Nicole Kidman ve Javier Bardem. Her ikisi de gayet iyi oyuncular, bunu benim test edip onaylamama da gerek yok zaten, sonuçta çamaşır suyu değiller, yıllardır bu sektörün içindeler. Son estetikleriyle ve beyaz teniyle bende mezardan yeni çıkmış hissi uyandıran Nicole yoğun makyajıyla biraz daha dirilmiş görünüyor bu filmde, güzel de oynuyor ama üzgünüm benim adayım değil. Oscar'ın da adayı olmasa iyi olur, zira bırakalım biraz da başkaları tatsın bu duyguyu. Javier Bardem en sevdiğim aktör olmasına ve her rolde müthiş karizmatik bulmama rağmen ona da "Benimla değilsin" diyorum. J.K. Simmons da bu filmle Yardımcı Erkek oyuncu adayı, kendisi şirin ve yetenekli bir amca ama bırakalım başkası alsın ödülü.
"Power Of The Dog"dan geçen yazımda bahsetmiştim, film iyi, oyuncular da iyi, zaten kötü oyuncuyu niye oynatsınlar ki. Bu film En İyi Yönetmen, Erkek Oyuncu, Yardımcı Erkek, Yardımcı Kadın ve Uyarlama Senaryo dallarında aday. Başka adaylıkları da vardır muhtemelen ama ben artık o kadar detaya girmiyorum. Yönetmeni çok sevdiğim "Piano" filminin de yönetmeni olan Jane Champion. Ödül alır mı bilmiyorum. Benim aklımdaki yönetmen değil, ödül sanki Hamaguchi'ye (Drive My Car) gidecek gibi görünüyor ama belli olmaz. Hep dediğim gibi muhtemelen Erkek Oyuncu ödülü de bu filmle Cumburlop'a gidecek ama veren kişi ben olmayacağım 😃 Hafif saftrik, kırmızı suratlı, şık çiftlik beyimiz Jesse Piemons Yardımcı Oyuncu, alkolik karısı Kirsten Dunst da Yardımcı Kadın Oyuncu rolünde aday. Bekleyip göreceğiz. Her şeye rağmen film diğerlerinin içinde en iyilerinden biri.
Gelelim "Tick, Tick...Boom!"a, ben müzikalleri sahnede izlemeyi sevenlerdenim. Filmlerde çok bunalıyorum, kısaca "Hadi ben gittim" diyeceğine bir şarkı boyunca veda beni bayıltıyor. Tuhaf bir kulağım var, bir şarkıyı çok kolay kaparım ama film müzikleri konusunda resmen sağırım ben. Müzikal dışında normal filmlerde de filmin müziğini hiç duymam, sorun söyleyemem. Bir Soundtrack sağırıyım kısacası. Özellikle denedim, bir filme müziklerini de duyacağım diye giriyorum ama yok asla hatırımda kalmıyor, hatta duymuyorum bile. O nedenle "Tick, Tick...Boom!"a tahammül ettim sevgili kârilerim, sonuna kadar sıktım dişimi. Sevdim mi? Hayır. Ama En İyi Erkek Oyuncu dalında Andrew Garfield'in hakkını yiyemem, hem rol kesip hem şarkı söylemek her babayiğidin harcı değil. Kendisini çok itici buluyorum esasen ama "The Eyes of Tammy Faye"deki performansına da şapka çıkarırım. Oscar alır mı, emin değilim, ben verir miyim? Hayır.
"King Richard", her ne kadar Oscarlık bulmasam da sevimli bulduğum bir filmdi. En İyi Film dışında, Erkek Oyuncu, Yardımcı Kadın Oyuncu ve Özgün Senaryo dallarında da aday. Ve işte benim adamım, Will Smith. Oldum olası sever ve başarılı bulurum ama Serena ve Venüs Williams'ın babası ve bir yerde koçları rolünde ayrıca sevdim ve başarılı buldum. Keza anne rolündeki Aunjanue Ellis'i de. Oscar uygun görür mü bilemem ama benim En İyi Erkek Oyuncu ödülüm Will Smith'e, Yardımcı Kadın ödülüm de Aunjanue Ellis'e.
"The Tragedy Of Macbeth", neden böyle bir film çekildiği, neden bu kadar usta oyuncuların bu kadar eylemsiz oynatıldığı, neden bir tiyatro dekoru tercih edildiği ve neden bu kadar durağan olduğu konusunda şüphelerim var. Bir Shakespeare fanı olmadım hiçbir zaman, çoğu eseri beni ürkütür ama tiyatro oyunu olarak, hele de farklı yorumlarla izlemeyi severim. Bülent Emin Yarar'ın koca bir kutunun içinden çıkıp tek başına yorumladığı Hamlet olağanüstüydü mesela. İnsanların aynı durağanlıkla tiyatroda izleyebileceği bir film aynı durağanlıkla niye sinemaya uyarlanmış bilmiyorum. Çok değerli iki oyuncu Frances McDormand ve Denzel Washington şahane oyunlarıyla güme gitmiş kendi kişisel kanaatimce. Film Erkek Oyuncu dalında Denzel Washington'la aday ama Denzel'i çok daha iyi filmlerde, çok daha gözalıcı rollerle izledik, sanmıyorum ki Oscar ona takdim edilsin.
"The Eyes Of Tammy Faye" buram buram dini sömürü kokan bir film. Kendilerine Televangelist diyen ve TV programları aracılığı ile Hıristiyanlığı yaymaya çalışan bir çiftin öyküsü. Gerçek yaşamdan alınmış, Tammy Faye ve kocası Jim Bakker bu programlar sayesinde yokselip çok zengin oluyor ama sonuçta da aynı hızla düşüyorlar. Çok bilindik bir öykü ama özellikle Tammy Faye rolündeki Jessica Chastain o kadar muhteşem bir oyun sergilemiş ki filmin künyesine bakmasam o olduğunu anlayamayacaktım. Zaten En İyi Kadın Oyuncu dalında aday ve Oscar ne düşünür bilemem ama benim oyum ona. Gerçi son izlediğim bir filmden sonra ikinci bir adayım daha oldu ama onu da yeri gelince yazayım.
"Parallel Mothers" sanırım Almodovar'ın bugüne kadar yaptığı en tırt film. Çok klasik bir hastanede çocuk karışma hikayesini toplu mezar arayışıyla soslayıp önümüze koymuş. Penelope Cruz da pastanın üstündeki kiraz olmuş. Sıkılmadan izlenen, akıcı bir film ama biz Almodovar'ın nelerini gördük, bunu herkes çeker. Penelope Cruz En İyi Kadın Oyuncu adayı ama neye göre bilemedim.
"Spencer" beni biraz hüzünlendirdi. Lady Diana'nın yaşamından bir kesit, aslında sadece bir Noel tatili kadar zaman dilimine sığıştırılmış bir film. Lady Di'nin Sandringham'daki kutlamaya yolunu kaybedip geç kalışıyla başlıyor ve geriye kalan her şey uyumsuzluk, küçümsenme, yok sayılma ve baskı ile devam ediyor. Uçma sevdalısı bir kelebeği daha kozadan çıkar çıkmaz parlak çiçeklerle kandırıp kafese kapatma hikayesi. Kelebeğin aklı başına gelince kafesten kaçmaya çalışmasıyla devam ediyor, sonuç hepimizin bildiği bir dram. Kraliyet ailesine sinir olarak izliyorsunuz, Diana'nın masum olmadığı durumlar da mevcut muhtemelen ama mağdurdan yana olma eğilimimiz Diana'yı seçiyor. Film muhteşem değil ama Diana'yı canlandıran Kristen Stewart harika. Filmi izledikten sonra Jessica Chastain ile Kristen Stewart arasında kararsız kaldım En İyi Oyuncu dalında. Bir de Olivia Colman var ama onu benzer rollerde çok izledik. İyi olan kazansın diyelim.
"Belfast"tan daha önce bahsetmiştim, benim favori filmim. En İyi Film, Yönetmen, Yardımcı Erkek ve Kadın Oyuncu ve Özgün Senaryo dallarında aday. Film ve Yönetmen (Kenneth Branagh) dalında benim de kesin adayım. Judi Dench'e ise bir ömür boyu sürecek kalbimin Oscar'ını armağan ediyorum.
"CODA"yı da yazmıştım daha önce. En İyi Filmin yanısıra Yardımcı Erkek Oyuncu ve Uyarlama Senaryo dallarında aday. Troy Kotsur'a ödülü hem Oscar, hem de benim tarafımdan takdim edileceğine neredeyse eminim.
"The Lost Daughter" neden sadece oyuncu dalında aday da En İyi Film'e dahil edilmedi anlamış değilim zaten. Aday olan 10 filmin neredeyse tamamından daha iyi bir filmdi. Kadın ve Yardımcı Kadın Oyuncu ile Uyarlama Senaryo dallarında adaylık verilmiş. İlk ikisini bilemem ama Uyarlama Senaryo ödülünü almalı bence, zira kitabını çok önce okumuştum, neredeyse birebir uyarlanmış.
"West Side Story"ye gelince, izleyemedim henüz, hiçbir mecrada mevcut değil. Törene kadar izlemeyi başarırsam ayrıca yazarım. Yine Uluslararası Film dalında da eksiklerim var, tammlayınca onlardan da bahsedecek ve toplu bir ödül listesi yapacağım.
Sanat eksik olmasın hayatımızdan...
Ooo! Seyrediyom, seyrediyom, bitmiyoo! :))
YanıtlaSilBitmiyor gerçekten ama bugün en kral filmi izledim, uluslararası adaylardan biri: The Worst Person in The World.
SilNorveç filmi, çok iyiydi...
Bense Size ve Sevgili Okul Arkadaşım'a imrenmeye devam ediyorum. Bismillah dedim üç gün önce Belfast'la başladım, üstelik sevdim ama üç bölümlük diziye çevirdim ve dün not aldığım gibi 51. dakika o9.saniyede sahayı terk etmişim. İnşallah bugün oradan devam edeceğim:) Bu bir korona günleri semptomu bende sanırım, üzerine düşünüp bir yazı bile yazabilirim:)
YanıtlaSilYa sonuçta biz emekliyiz sevgili Buraneros, vakit bol, çocukları büyüttük, eteğimize yapışan yok. Ayrıca pandemi elimizi kolumuzu bağladı, gezme, tozma, eş-dost, sanatsal-kültürel faaliyet sekteye uğradı. Buna bir de benim diz ameliyatını eklersek elde okumak ve izlemek dışında seçenek kalmıyor. Sinemaya gidemeyince de gelsin ekran. İşin esası ben de sizin gibi film bitene kadar başında oturmaya zor sabrediyorum bazen, hele uzunsa film, dön-dolaş yapıyorum, arada bir şeyler yazıyorum, hele sıkıcı bir filmse oyun bile oynadığım oluyor :))))
Silhe maşallah, hepsini yazmışsın nerdeyse, iyi oldu böyle, almodovar, en sevdiğim yönetmen :) ben de başladım yazmaya filmleri :) garfield, chastain, colman, üçünü izledim, üçü de alabilir oskarı valla :) filmleri acaip konsantre olarak izliyorum yaaa, 10 saat izleyebilirim hiç oynamadan :)
YanıtlaSilBende bir tane kaldı izlenecek, sonra biraz ara :)
SilSpencer'ı çok merak ediyorum ya onu kesin izleyeceğim. Güzel bir ön bilgi oldu yorumunuz bana. :)
YanıtlaSil:) Sevgiler
Sillicorice tamam tenk yu, bulamadığım film olursa sorarım sana :) şimdi west side story izliyom, sıkılarak :) orcinalini çok sevdim ama :)
YanıtlaSilBen de izledim bitti, yorumumu size yorum olarak bıraktım :)))
SilSonuna kadar agır agır okudum şimdi sıra sizin tavsiyeleriniz dogrultusunda izlemede teşekkür ederim
YanıtlaSilNe demek, umarım severek izlersiniz.
SilNicole Kidman şaşırtıcı şekilde önde gidiyor :)) Tamam iyi iş çıkartmış ama diğerlerinin yanında çok sönük bence de :) Oldum olası kadın adaylar konusunda Oscar efendiyle anlaşamam zaten :)))
YanıtlaSilAndrew Garfield Ti,ck tick Boom da şahane bir performans sergilemiş hakikaten. Filmden çok haztmesem de ortasından sonra feci şekilde sardı beni Garfield sayesinde. Sonradan youtube açıp sadece müzikleri dinledim, çok eğlenceliydi :))
Will Smith son bir film kala hala benim de favorim. Aunjanue konusunda hala kararsızım :)
Macbeth çok gereksiz bir film olmuş kesinlikle. Ama siyah ve beyazla güzel oynamışlar. Cadı kompozisyonunu da başarılı buldum ben.
Televangelist kavramıyla bu film sayesinde tanıştım :)) Jessica Chastain'i tanımakta güçlük çeksem de iyi bir oyunculuk çıkartmış. Bu sene zaten oyunculuklarla gitmiş filmler, yoksa şahane diyebileceğim bir film yoktu benim de.
Paralel Mothers'ın elinde klişe ama güzel bir konu varken herşeye değineceğim derdiyle vasat bir filme dönüştürülmüş. O çocuk karışmasından ben ne dram çıkartırdım bunu bana verseler hahahaaa :)) Penelope'de adaysızlıktan aday olmuş bence :))
Kristen Stewart'ı ayakta alkışladım resmen. Kadın oynamamış Di'yi yaşamış sanırım. Belki kraliyetin de kendi gerekçeleri vardı bilemiyorum ama Diana'yı resmen hapsetmişler yaşamı boyunca. Film sıkıntılı ama gerçek olması vurucuydu benim için.
Bu hafta izlemediğim tek filmi de bititrirsem ben de erken erken tahminlerimi yapacağım inşallah.
Sonrasında kısa bir pasla yabancı dalda adaylıklarımı tamamlarım. İlk hedefim değildi nasıl olsa diyorum :)
Bitirmişsiniz bile :) Benim hala izlemediğim 8-9 film var, önden bunları okumak iyi oldu. Önceliklerimi ona göre ayarlarım artık. Lost Daughter konusuna katılıyorum
YanıtlaSil