.

.
.

5 Mart 2020 Perşembe

5 MART (ŞUBAT OKUMALARI VE GENEL DURUM)

Tam Antalya'ya geldik, eve alıştık, rutine döndük derken hastalık kapıyı "tıktık" vurdu. İlkokuldayken Hayat Bilgisi dersinde hastalık ve aşılar konusu işlerken ünite dergimizde birtakım şemalar, resimler vardı, altında yazanlar hiç aklımdan çıkmamış. Bilirsiniz ki beynimin içi gereksiz bilgiler ve anılar çöplüğü gibidir, elden gelen bir şey yok. Orada gayet çirkin çizilmiş bir silüet karşısındaki temiz pak giyimli, elma yanaklı oğlan çocuğunun karşısında vaziyet almıştı. Açıklayıcı yazı ise şöyleydi: Pis hastalık çirkin çirkin bağırdı: "Ali'yi tutayım, Ali'yi yakalayayım". Ali bu kül yutar mı, pis hastalığı "Ben aşımı oldum, tutamazsın, yakalayamazsın" diyerek püskürtüyordu. Maalesef farenjitin aşısı olmadığından ve ben emekli de olsam tipik öğretmen hastalığı olan kronik farenjitle birlikte bir yaşam sürdüğümden pis hastalık çirkin çirkin bağırıp beni tuttu, yakaladı, sesimi de kıstı. Üç gün boyunca neredeyse dilsizdim, boğazım derseniz sahra çölünden halliceydi, hem de dikenli bitkilerle bezenmiş kupkuru bir sahra çölü. Sanki birisi gece gelip açık ağzımdan içeri girmiş ve boğazımı bir güzel zımparalayıp gitmişti, ağrısından hiç bahsetmeyeyim. Mecburen hafta sonunu geçirip hafta başı soluğu doktorda aldım. Malum corona durumları, ağzımı burnumu koskoca bir mendille kapatıp girdiğim tıp merkezinde kayıt yapılırken son derece pis görünen bir cihaza elimi okutmam gerekti. "Bu cihazı dezenfekte ediyor musunuz?" diye sorduğum görevli kaçamak bir "Evet" cevabı verdi, "hiç öyle görünmüyor" dediğimde de "işte arada sırada" diye kıvırdı. O ne yapsın, onun işi dezenfeksiyon değil ki ama en azından şu virüs salgını durumunda her an dezenfekte edilemeyecek cihazların yerine başka bir hasta tanıma yöntemi geliştirilse keşke. Neyse oldukça uzun bir bekleme süresini dışarısı soğuk olduğu için mecburen içerde oturarak geçirdim ve bu süreçte mendili hiç yüzümden çekmediğim gibi kazara öksürenlere de öldürücü nazarlarla baktım. Allahtan pek fazla aksıran öksüren yoktu. Sonunda sıram geldi ve cemazüyelevvelimi bilen doktorum gerekli muayeneyi yapıp "akut farenjit" teşhisini koyarak bir torba ilaçla eve dönmemi sağladı. Kapıdan girerken soyunmaya başlayıp üstümde ne varsa makineye, kendimi de duşa attım. Hafta başından beri antibiyotik kullanıyorum ama hala tam toparlayamadım. Sesim saklandığı yerden hörlek ergen modunda çıktı, telefonda konuşurken kadın mıyım, erkek miyim anlaşılmıyor 😃 Boğazım sahra çölünden bozkır iklimine dönüştü, buna da şükür diyelim. Bu arada önceden alınmış biletlerin bir kısmı şehitler nedeniyle açık bilete çevrildi, bir kısmı da hastalık yüzünden iade edildi. Ne demişler "Kul plan yaparken Tanrı gülermiş". 

Her gün ayrı bir acı, her gün ayrı bir endişe, her gün ayrı bir belirsizlik yaşadığımız şu günlerde akıl sağlığımızı korumak en birinci görevimiz olmalı. Zira sokağa çıktığınız zaman tek parça olarak dönebileceğimizin bile garantisi yok. Birkaç gün önce hastalığımın tavan yaptığı zamanda mecburen markete gitmek üzere çıktım evden. Elimde üç ağır poşetle karşıdan karşıya geçmeye çalışırken eski bir arabanın altında kalmaktan zor kurtuldum. Sürücü benim farkımda bile değildi zira önüne değil yan tarafa bakıyor, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıp küfrediyordu. Açıkcası telaşla kendimi attığım refüjde sesin nereden geldiğini anlamadım ve kimdir bu deli gibi bağıran düşüncesiyle arkamı döndüğümde aynı sürücü bu defa "Ne bakıyon teyze?" diye bağırdı. Normalde o teyzeyi de, bağırmayı da ona yedirirdim ama sesim yoktu ve hastalıktan dolayı bakamadığın boyası gelmiş, uzayıp şekli bozulmuş saçlarım ve soluk eşofmanlarımla fena halde teyzeydim, hem de biraz pasaklı bir teyze 😄 Kime, neye kızmıştı bilmiyorum ama bana patladı maganda.
  
Gündemin şerrinden kitaplara sığınalım ve gelelim Şubat okumalarına, pek verimli geçmedi cüce ay, 6 kitapla bitirdim Şubat ayını. Son günlerinde başladığım 700 sayfalık bir tuğla da bitmek üzere ama onu Mart ayına devredelim. 


-Şubat ayının ilk kitabı dedesi Beyoğlu'ndaki ünlü Mısır Apartmanı'nda yönetici olan Sema Temizkan'ın yazmış olduğu "Gönlümde Pera, Aklımda Mısır Apartmanı" idi. Beyoğlu'ndaki apartmanlara tutkun olan ben özellikle de Mısır Apartmanı'ndan bahsedildiğini duyunca kitabı hemen sipariş verdim. Ama kitap Mısır Apartmanı'ndan bahsetse de daha ziyade bir aile öyküsü özelliği taşıyor. Yine de Beyoğlu'nun  ve Mısır Apartmanı'nın parlak zamanlarını okumak hoş oldu. 


-Başlıbaşına bir roman olmaktan ziyade çizimlerle süslenmiş bir novella "Sarı Duvar Kağıdı". Biraz grotesk ve tekinsiz bir öykü. Çizimleri öyküden daha çok sevdim diyebilirim.


-Bu aralar İskandinav Edebiyatına ve yazarlarına karşı özel bir ilgi beslemekteyim ve onlar da bu ilgime şahane anlatılarla cevap vermekteler. Per Petterson favorilerimden biri, daha önce çıkmış üç kitabını zevkle okuduğum yazarın son kitabı "Benim Durumumdaki Erkekler" ve diğer kitaplarıyla arasında bir bağ var. Aslında belirgin bir konu yok kitapta, "Lanet Olsun Zaman Nehrine"den hatırladığımız Arvid Jansen'in eşinden boşanmasından sonra yaşadıkları anlatılıyor. Yazar Eyüp Aygün Tayşir Per Petterson'un tarzını "hoşa giden hüzün"olarak tanımlamış ki bu tanımı çok uygun buldum. Sakin, ayrıntılı, bol bol mekan adı verilen bir kitap "Benim Durumumdaki Erkekler". Diğer kitapları kadar sevmesem de yine de okuyunuz derim...


-Bilmem Eyüp Aygün Tayşir'in "4 Hane 1 Teslim"ini okudunuz mu? Benim o yıl en sevdiğim kitaplar arasında ilk sırayı almıştı. Bir öykü kitabının çıktığını duyunca çok sevindim ve ilk okuyanlardan biri oldum "Sabitalem Mahallesi"ni. Çok da sevdim.  Eyüp Aygün Tayşir'in öyküleri de, tıpkı romanları gibi. Gündelik yaşamları, senin-benim gibi sıradan insanların sıradan hayatlarını dışardan baktığımızda farketmediğimiz ayrıntılarıyla hüzünle karışık eğlenceli dille yazmış. Hepsini sevdim ama favorim "Sex Shop".Okuyunuz derim...


-Evde bekleyen hayli hacimli bir "Nazlı Kar" romanı olmasına rağmen Tanizaki okumaya denemeleriyle başlamam ilginç oldu. Aslında deneme olduğunu farketmeden aldım "Gölgeye Övgü"yü. Modernizm ve estetik üzerine hayli yetkin ve ilginç görüşler ileriye sürmüş Tanizaki. İnce bir kitap ama insanın ufkunu açıyor. 


-"Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız" batı yaşamanı seven ve Paris'te çevirmen olarak çalışan Kaoru'nun doğuya düşkün ressam ağabeyi Tetsuro'nun Bali adasında uydurma suçlarla uyuşturucudan tutuklanması üzerine onu kurtarma çabalarını anlatıyor. Konu olarak oldukça ilginç olmasına rağmen kitabı çok benimseyemedim. Beğenmedim desem yalan olur ama hani çok da sevmeden alışkanlıkla kullandığınız ve vazgeçemeyeceğiniz eşyalarınız vardır ya benim bu kitapla olan ilişkim de bir bakıma öyle bir şey oldu. 

Evet 6 kitapla Şubat'ı bitirdik, elimde sanırım bu yılın en favori kitabı olarak niteleyeceğim ve herkese tavsiye ettiğimi "Üvey Kardeş" var. 700 sayfalık bir tuğla ama insan bitsin istemiyor. 50 sayfa kadar kaldı, önümüzdeki ay coronadan ölmezsek Mart ayının ilk kitabı olarak okuyabilirsiniz. Kalın sağlıcakla...

4 yorum:

  1. kitap önerileriniz ilgi çekici. duymadığım yazarlardan çoğu. listeme ekleyeceğim:)

    YanıtlaSil
  2. Üvey Kardeş dikkatimi çekti en çok ama 700 sayfayı duyunca ürkmedim dersem yalan olur. Belki bir tatilde, bir solukta okurum kim bilir.
    Sevgiler gönderiyorum size, geçmiş olsun

    YanıtlaSil
  3. Çok geçmiş olsun. Çok zor günlerden geçiyoruz.Yaşamı sevmez oldum, savaş, hastalık.. Zaten ülkenin hali nedeniyle genel bir depresyon hali içe atılan bastırılan öfkelerle yaşıyoruz. Kitaplar olmasa onlara sığınmasam delirebilirim.Kendinize iyi bakın sevgiler..Aylin

    YanıtlaSil
  4. Çok geçmiş olsun. Faranjit beter bişidir, inşallah bir an önce iyileşirsiniz.

    YanıtlaSil