Ekşimiş ayran gibi kalktım sabah, nerem ağrıyor diye sağımı solumu kontrol ettim, buldum bir yerler ama yüz vermedim, yüz verirsem şımarıp tepeme çıkıyorlar. Rutin sabah işlerini tükettim, kahvaltımı yaptım, kızkardeşle telefon mesaimi gerçekleştirdim, sonra giyindim ve çıktım. İlk iş köşedeki PTT şubesine uğradım, iki adet kitap yollamam gerekiyordu, gişe görevlisi beni itibarlı müşteri kategorisinden karşılayıp hatırımı sordu. En az haftada bir yolun düşerse itibarlı müşteri olursun tabii :) İndirimli kitap bölümünü açtı önündeki bilgisayardan, o işlemleri yaparken ben yan tarafta su-elektrik-telefon faturaları kabul eden diğer görevliyle muhabbet ettim. Bir nevi komşu gibiyiz, yakında altın günü yaparsak şaşmayın. İçerisi her zamanki gibi çok sıcaktı, bu defa tedbir olarak gömleğimi çıkarıp tişörtümle bekledim. Yine de terledim ama geçen günkü kadar değil. Bu arada kargo işlemlerim bitti, iki kitap için 6 lira ödedim. Bu aklınızda olsun, bazı PTT şubeleri o uygulama kalktı diyerek kitabı indirimli yollamıyorlar, çünkü üşeniyorlar farklı bir işlem yapmaya. Hem yurtiçi, hem yurtdışı kitap postası da, kargosu da indirimli. Geçen gün Belçika'daki Yasemen'e normal postayla kitabımı yolladım, hem 4,5 liraya gitti, hem de 5 günde ulaştı inanamadım.
Postaneden çıkınca müzeyi özlediğimi farkettim ve bir ziyaret edeyim dedim. Hava ılık ve güneşli idi, ağır ağır etrafı seyrederek yürüdüm. Müzeye girmedim, satış mağazasını kolaçan ettim, aynı rüküş hediyelikler satışta idi, iki adet kartpostal, "Eskiçağ'da Kadın" isimli bir kitapçık ve bir bardak çay alarak çıkıp en sevdiğim yer olan lahdin karşısındaki masaya yerleştim. Çayım bitene kadar kitabı karıştırıp etrafı dikizledim, sonra bahçede biraz yürüyüp açıkhavada sergilenen heykelleri ve bina boyunu aşmış kaktüs türü bitkileri onyüzmilyonbininci kere aynı ilgiyle seyrettim.
Müzeden çıkarken sergi salonunu şöyle bir turladım. Birtakım tombul kadınların acemice yapılmış portrelerinden oluşan yağlıboya resim sergisi vardı. Resmin acemisine tahammül edemiyorum, derhal terkettim orayı. Yavaştan sonbahar renkleriyle bezenmeye başlamış sokaklardan eve doğru yürümeye başladım.
Bankete dikilmiş mor hercai menekşelere bakıp son yaseminleri koklamaya çalışırken tam bu noktada arkamdan yabancı telaffuzlu bir "Meğhaba" işittim. Dönüp baktığımda biri orta yaşlı, diğeri daha genç tiplerinden Türk olmadıkları anlaşılan iki kadın gördüm. Ellerindeki broşürü bana uzatıp "İlgileniğ misinis?" dediler. Önce ne olduğunu anlamadım, sanatsal ya da yardım amaçlı bir aktivite sandım. Broşürü açtığımda "Kafanızdaki her türlü soruyu kutsal kitaba sorun" mealinde bir başlıkla karşılaştım. Anlaşıldı ki hanımlar misyoner, beni İncil'le hemhâl olmaya davet etmekteler. "Bu devirde neyin nesi a bacım, Haçlı Seferleri'ne de çıkın oldu olacak" diye içimden söylendim tabii ki, yüzlerine karşı "İlgilenmiyorum" deyip broşürü iade etmekle yetindim. "İyi günleğ" diyerek gittiler, arkalarından farkettim ki elimdeki telefon farkına varmadan ayakkabılarını çekmiş, delil olarak saklıyorum, hahaha :)
Gölgelerin gücü adına, merak ettiğiniz her şeyi hanımların kutsal kitabına sorunuz :)
Maceralı yürüyüşleri severim, sokakları arşınlamaya devam ettim. Çalışırken her gün 2 kere geçtiğim caddeye saptım. Bir sürü mağaza kapanmış, evler eskimiş. Bir zamanlar pek revaçta olan unlu mamuller fırını caddenin daha beri yanına taşınıp kendine cafe süsü vermiş ama olmamış. Ayçiçekli çubuklardan almak için girdim, ruhum sıkıldı. İşi yavaşlatma eylemine girmiş gibi ağır hareket eden yaşlı dükkan sahibi yarım kilo zımbırtıyı neredeyse yarım saatte tarttı. O süre içinde ahşap süsü verilmiş duvar kağıdıyla kaplanmış boş duvarlara, kasanın üstüne asılı fotoğraftaki dükkanın adını taşıyan bir forma giymiş, hangi sporu yaptığını tahmin edemediğim delikanlıya ve vitrinin içindeki pişmeyi bekleyen çiğ poğaçalara baktım. Karşılık olarak da dükkanın dibindeki mutfağımsı yerden sinirli suratlı yaşlı bir kadın gözlerini devirerek bana baktı. Nihayet çıkabildiğimde derin bir nefes alıp yola devam ettim. Kaldırım kenarındaki turunçlar olgunlaşmaya başlamış, son kalan begonvillerle hatıra fotoğrafı çektiriyorlardı:
Yürüdüm de yürüdüm, caddenin-hatta şehrin-en ünlü kuruyemişçisine uğrayıp ıhlamur, üzüm pestili, zencefil şekeri ve çubuk tarçın aldım. "Aralıksonu-Ocakbaşı" isimli bir kebapçıya denk geldim. İsim konusunu zekice mi, salakça mı değerlendireyim bilemedim. Son uğrak yerim en güzel peynirlerin satıldığı market oldu, oradan biraz yüklü poşetlerle çıktım, son gücümü kullanarak apartmanın kapısına geldiğimde anahtarı nasıl çıkarıp, merdivenleri nasıl çıkacağım konusunda tereddüt içindeyken üst katımıza yeni taşınan öğrencilerden biri denk geldi. Hem kapıyı açtı, hem poşetlerimi yukarıya kadar çıkardı, kendisine müteşekkir oldum şahsen :)
Bugünlük bu kadar, bundan sonrası bulgur pilavı pişirip yemek sonrası kitap okumaktan ibaret. Salıyı salladık, gerisi çarşambaya. Kalın sağlıcakla...
Hava bu aralar güneşli, yağmurlar gelmeden aynen böyle bünyeyi dışarı salmak gerek. Ben bunu yarın bi dikkate alayım.
YanıtlaSilSal valla bünyeyi dışarıya, kış gelince insana bir rehavet çöküyor zira...
SilCunku kitabini nasil sabirsizlikla bekledigimi anlamis PTT gorevlisi ve hemen isinlayarak gondermis :P Darisi diger bekleyenlerin basina :)
YanıtlaSilAy valla öyle olmuş, pek de iyi olmuş :)
SilDarısı başlarına gerçekten, zira Özlem 3 haftadır beklemede kuzum :)
Kitabınızı okudum ve inanın çok beğendim. Blogunuzu hep takip ettim. Yazdiklariniz hep hoşuma gitti. Kitabınız en sıkıntılı olduğum şu günlerde bana eşlik etti. Yeni kitaplarımızın gelmesi dileği ile sağlıkla ve mutlulukla kalın.
YanıtlaSilÇok teşekkürler Sibel hanım, mutlu ettiniz beni. Ben de sıkıntılarınızın bir an önce son bulmasını diliyorum. Sevgiler...
SilKaldırım kenarında turunç ağaçları olan şehirlerde yaşamak, ne büyük mutluluk.
YanıtlaSilTurunç ekşisi zamanı geliyor olmalı. ;)
Ne yalan söyleyim güzel oluyor Ekmekçim, hele baharda, sokaklar mis kokuyor.
SilTurunç ekşisinden caydım 2 yıldır, turuncu koparıp doğrudan sıkıyorum artık :)