Dün akşamki konserin verdiği mutlulukla başımı koyduğum yastıktan tıkalı bir burun, kazan gibi bir kafa ve kırık dökük bir bedenle kalktım. Grip, soğuk algınlığı ya da nezle her ne ise kapıyı zorluyor ama açmak gibi bir niyetim yok, beni dinlerse tabii. Zira gidilecek konserler, gezilecek sergiler ve hepsinden önemlisi çok kapsamlı olmasa da bir kitap fuarı var. İlla gelecekse daha etkinliksiz bir zamanda buyursun, alır elime kitabımı devrilirim kanepeye.
Konser demişken, pek latif, pek eğlenceli ve pek nostaljikti. Piyano festivalinde piyanosuz bir konser olsa da müthiş bir performans izledik, bilhassa çelloda Çağ Erçağ ve kırmızı şalvarı, bej rengi yeleği ile konsepte uygun giyinmiş orkestra şefimiz Hakan Şensoy harikaydı. Tabii Antalya Senfoni Orkestrası'nın ve "Senfonik Anadolu Rock"a gitar, perküsyon ve tuşlu çalgılarla eşlik eden elemanların da hakkını yemeyelim, hepsi birlikte şahane bir dinleti sundular. Bilhassa "Hatasız Kul Olmaz"a yapılan düzenleme başlıbaşına bir senfoni gibiydi, soluksuz dinlediğimi itiraf edeyim, ki Orhan Gencebay sevmediğimi daha önce söylemiştim. Yıllarca Erkin Koray'ın sesinden dinlediğimiz "Arap Saçı" orkestranın ve çellonun yaptığı segâh makamındaki taksimlerle beni benden aldı. Ve "Dönence", şef Hakan Şensoy introya çocukluğunu taşımıştı, bizi de çocukluğumuza ve ilk gençliğimize götürdü. Konserin son iki parçası Cem Karaca'dandı. "Resimdeki Gözyaşları" ve "Namus Belası", daha fazlasını söylememe gerek yok herhalde. Melih Kibar'ı da anmadan geçemeyeceğim, şef "Çoban Yıldızı"nı "abimle benim şarkımdı, kendim için seçtim" diyerek çaldırdı, biz de Eurovision'lu yıllara döndük. Hasılı salondan çıktığımızda keyiften esrimiş, pek de duygulanmıştık.
Hem ışık durumu, hem de sahneye uzaklık nedeniyle pek net çıkmadı fotoğraflar, ayrıca fotoğraf çekmektense konseri sindire sindire dinlemeyi tercih ettim, bu ikisini de parçaların aralarında çektim zaten. Lakin uyarılara rağmen insanlar pek çok şarkıyı kayda aldılar, telefonlarını mıncıkladılar, flaşla fotoğraf çektiler. Tam önümde oturan kabarık kıvırcık saçlı iki kadın başbaşa verip sürekli sohbet etmeselerdi çok iyi olacaktı ayrıca, her ikisi de saçından tutup "Ayrılın be, evde konuşursunuz, konseri dinleyin" dememek için zor tuttum kendimi içimdeki edepsiz canavar arada uyanıyor böyle, neyse ki eyleme geçmeden zaptediyorum 😀 Yanımda oturan pek postmodern görünümlü iki gençten biri de "gitar solosu yeterince duyulmadı abi, ben alkışlamam" diyerek protest tavrını ortaya koydu, yetkin müzik adamı sanırım kendisi 😀
Şimdi gidip adaçayı, ıhlamur falan içeyim, limon yiyeyim ki aklım başıma gelsin biraz. Tüm öğleden sonrayı da ismi su ısıtıcısına benzeyen yazarın (Ketil Bjornstad) okurken Ikea koridorlarında dolaşıyormuş hissi veren (Kobberhaugytta, Einar Skjak, Stortorget, Lijordek gibi isimler geçiyor, haksız mıyım 😉) kitabını okuyarak geçireyim. Zira yarın hem Örtmenler Günü, hem de Kitap Fuarı açılışı, toparlanmam lazım. Hoşça kalınız, müziksiz kalmayınız efenim...
Öğretmenim o ne güzel repertuarmış öyle, bayıldım ve bir an orada olduğumu düşündüm keyfili anlatımınızla... Şifa olsun inşallah...
YanıtlaSilAdı Su ısıtıcısına benzeyen yazarın kitabını ben de buralarda görüp aldım sevgili öğretmenim . Ama henüz okuyamadım. Her ay okuma listeni 4 gözle bekleyenlerdenim. Bu vesile ile ne iyi oldu buralara dönmek . Çok mutlu oldum.
YanıtlaSilKitaplarda öyle isimler geçerse "hödühüdü" ya da "blapblup" gibi sesler çıkararak atlıyorum. :) Zira okumaya çalışsam da aklımda tutamıyorum, aynı hesap oluyor.
YanıtlaSilBen hiçbir zaman içimdeki o canavarı tutmuyorum. Onların yaptığı daha ayıp, benimkisi ayıp sayılmaz diye, saldırıyorum hemen kibarca
YanıtlaSil