Dün şalanjla ilgilenemedim çünkü pek hoş geçen Royal Class bir buluşmam vardı. Bana çok iyi geldi, umarım Royal tarafa da iyi gelmiştir, yine ve her zaman beklediğimi de buradan belirtip sorulara geçeyim.
Dün-bugün-yarın üçlemesi yaparak cevaplayacağım soruları 3 günlük. Zira öyle pek uzun uzun yazmayı gerektirecek sorular değil. Dün cevaplayamadığım 14. soru şöyle:
-En sevdiğiniz fiziksel acı?
Tövbee, acının nesini seveyim yahu, adı üstünde acı. Ben Bergen miyim, acıların kadını olayım. Cümle fiziksel ve ruhsal acıları sevmiyorum, sevmedim, sevmeyeceğim. Eksik olsun sevileni de sevilmeyeni de.
Verdiğim bu sinirli cevaptan sonra sıra geldi 15. ye, şalanj da bitti biter bu arada:
-Almış olduğun en saçma teklif?
Öyle filmlere konu olacak boyutta ve absürdlükte bir teklif almadım. Hani almışsam da unuttum. Ama bu şalanj soruları iyi hoş da pek sıradan bir hayat sürdüğümü suratıma çarptı 😀 Düşündüm düşündüm aklıma şu geldi:
Öğrencilerin Eylül ayında bütünleme sınavına girdikleri yıllardı. Öğretmenlik yıllarımın ortalarıydı galiba. Bir arkadaşım yiğeninin benim dersimden bütünleme sınavına gireceğini, elimden bir şey gelirse yardımcı olmamı rica etti. En sevmediğim ricalar bunlardır, genelde "he he" deyip geçiştiririm. 3,5-4 civarında puan tutturan bir öğrenciyi bütünleme sınavında genellikle 5'e tamamlar geçirirdik zaten, bu kadarını beceremeyen de bir zahmet kalsın, babamın oğluysa bile. Üstelik isimler kapalı olur, kim kimdir bilinmez. Teklif bu değil ayrıca. Sanırım arkadaşım bana ettiği ricayı yiğenine de söylemiş olacak ki öğrenci bir şımarmış, kendini ayrıcalıklı falan hissetmiş. O zamanlar cep telefonu yok, sınava bir kaç gün kala ev telefonum çaldı. Açtım hiç tanımadığım genç bir ses "iyi günler" dedi. "Ben falanca, sizi .....'dan arıyorum (bir yazlık mekan söyledi ama unuttum neresiydi), ben tatildeyim, bütünleme sınavına gelmem çok zor, acaba bütünleme sınavını benim dönüşüme erteleyebilir misiniz?". Telefonun almacı elimde kalakaldım. Milli Eğitim Bakanlığının tüm okullarda aynı tarihler arasında belirlediği, mazereti olanın bile rapor alarak engel sınavına girmesi gereken, kullanılan kağıt sayısının tutanakla tesbit edildiği bir sınavı hanımefendi güneş altında yeterince bronzlaşamadığı için şahsa özel ertelememi talep ediyordu, cüretin ve özgüvenin bu kadarına şapka çıkarmak mı gerekirdi yoksa karşımda olsa bu teklifi yapan ağzının üstüne bir tokat aşketmek mi bilemedim. Geçmiş zaman ne diyerek tersledim bilmiyorum ama sert bir cevap verdiğime eminim. İşte böyle, bu da benim sade hayatımın saçma tekliflerinden biri olarak şalanj kaydına geçsin.
Ve gelelim yarının sorusuna, 16:
-Kendini çok değerli hissettiğin bir an var mı?
Genelde aptallık derecesinde mütevazı bir insanım, sık sık kendime Cenap Şahabettin'in ünlü sözünü hatırlatırım: "Alçakgönüllü olma, sahi sanırlar". Ama iş uygulama kısmına gelince yine çuvallarım. Değerli hissetiğim anlar olmuştur mutlaka ama unuttum gitti çoğunu. Biraz düşününce aklıma öğretmenliğimden bir tane geldi yine, bir kötü örneğe bir iyi örnek diyerek anlatayım:
Öğretmenliğimin ilk yılı sayılır, Denizli'de çalışıyorum. 12 Eylül'ün hemen öncesi olmasına, ülkenin çalkalanıyor olmasına, eğitimde dirlik-düzen kalmamış olmasına rağmen son derece derli toplu bir okul. Sorunsuz girip çıkıyoruz derslere, hem okulu, hem öğrencileri, hem de şehri çok seviyorum. Lakin bir sebeple tayin istiyoruz ve ikinci dönemin tam ortasında Antalya'ya tayinimiz çıkıyor. Nisan ayıydı sanırım, öğrencilerin-en çok da hiç unutmadığım Fethiye'nin-bana leylak demetleri getirdiği zamanlar. Girdiğim her sınıfta öğrencilerle vedalaşıyorum, duygulu anlar yaşıyoruz. Derken bir sınıfa girdim, son dersim. Sohbet ettik, vedalaştık, sonra sesi güzel olanlar şarkı söylemek istedi, olur dedim. Bir tanesi "Bir Dost Bulamadım Gün Akşam Oldu"yu söylemeye başladı. Ben de sıraların arasında dolaşıyorum, önden şarkı söyleyenin sesi geliyor, onun dışında sınıfta tıs yok, garip bir sessizlik, kıpırdanma bile olmuyor ki normalde çok hareketli bir sınıf. Geriye doğru yürüyüp sıraların önüne geldiğim anda gördüğüm manzarayı ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Öğrencilerin hilafsız tümü, kız-erkek ağlamakta. Eh ben durur muyum, salıveriyorum gözyaşlarımı ve hep birlikte bir güzel ağlaşıyoruz. Çok da isteyerek başlamadığım, biraz da zorunluluktan niyet ettiğim öğretmenliğimin aslında ne kadar değerli olduğunu bana hissettiren anlardan biridir. Ne o sınıfı, ne de o anı hiç unutmadım, bir kısa film gibi her karesi aklımda. Kimbilir nerelerde o çocuklar, umarım hayat onları zorlamamıştır diyerekten bitireyim. Günün fotoğrafı dünkü Royal Class buluşmadan gelsin:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder