.

.
.

13 Mart 2017 Pazartesi

"ÖLÜM LİMUZİNİ" ÜZERİNE "LACİVERT ÖYKÜ VE ŞİİR DERGİSİ"NDE BİR SÖYLEŞİ

Bir süredir "Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi"nde bir arkadaşımla birlikte yazarlarla yaptığımız söyleşiler yayınlanıyor. Sürekli yazarı değilim derginin, ara ara katkılarım oluyor. Derginin Mart-Nisan aylarını kapsayan 74. sayısında Nazlı Eray ile son kitabı "Ölüm Limuzini" üzerine yaptığımız söyleşi yayınlandı.


 
"Ölüm Limuzini" ABD Başkanı John F. Kenndy'nin 1963 yılında uğradığı suikasti konu alan fantastik bir roman. Yazar kimi zaman Kennedy'ye dönüşüyor, Kennedy kimi zaman Ankara Tuzluçayır'da boy gösterip kurşun döktürüyor, kimi zaman  yazar Kennedy kılığında ABD Büyükelçiliği'nde düzenlenen bir davete katılıyor, kimi zaman tam suikast esnasında Jackie ile birlikte aracın içinde yer alıyor. Hasılı zaman mekan birbirine karışıyor. Nazlı Eray daha önce de "Venüs'ün Son Gecesi" kitabında Robert Kennedy-Marylin Monroe ilişkisini konu almıştı. (Daha önce şurada yazmıştım) Kennedy'lerin öyküsünü öğrenmek isteyenler için her ikisi de ilginç kitaplar. Dergiyi bulup okuyamayan ve merak edenler için de söyleşi aşağıda:

NAZLI ERAY ile “Ölüm Limuzini” üzerine, Einstein Kıvamında
Ayla Şenel: Dergimizin dosya konusu sizinle yaptığımız bu söyleşiye ilginç bir şekilde denk düştü. Bu sayımızda Edebiyatçı Gözüyle Einstein’i ele alıyoruz. Einstein, geçmiş, şimdi ve geleceğin aynı onda mümkün olabileceğini, hızın zamanı yavaşlattığını, zamanın büküldüğünü söylüyor. Fantastik yazan bir edebiyatçı olarak onun hakkında siz de bir şeyler söylemek ister misiniz?

Nazlı Eray: Ben de şimdiki zamanın, geçmişin ve geleceğin bir arada olabileceğine inanıyorum. Zamanın uzun bütünlüğüne inanıyorum. Kimi zaman geçmişi, geleceği ve şu anı ayrı bölümler olarak görmüyorum. Zaten yazdıklarımda bu var. Geçmişte yaşanan bir şey, bugüne yansıyabilir ve yarına sıçrayabilir. Ve bütün bunların hepsi aynı zamanın içinde olabilir.

Ayla: Fantastik eser yazmanın kendine özgü şartları var mıdır? Her yazar, isterse fantastik roman ya da öykü yazabilir mi?

N. Eray: Her yazar isterse fantastik roman yazamaz. Yazabilmesi için beyninde belli bir görüş özgürlüğü, büyük bir düş gücü, sınırsız bir cesareti ve kaybetmediği bir çocukluğu olması lazımdır. Geniş bir bilgi dağarcığı ve özel bir tekniği olması da işin cabası...

Ayla: Fantastik tarzda yazmak kimi zaman güncelden ve can sıkıcı gerçeklere dokunmaktan bir kaçış olarak değerlendirilebiliyor. Ne dersiniz?

N. Eray: Ben öyle düşünmüyorum. Gerçekler niçin can sıkıcı olabiliyor? Gerçeklerin can sıkıcı olması Einstein'ın İzafiyet Teorisi gibi değil mi? Bana can sıkıcı gelen şey başkasını eğlendirebilir. Yaşamda çok çeşitli görüşler var, onun için ben bu kaçış teorisine inanmıyorum ve buna yaratıcılık diyorum.

Ayla-Nurşen: Yazım şeklinizi “Belgesel Büyülü Gerçekçilik” olarak niteliyorsunuz. Gerçekten kitaplarınızı okuduğumuzda yaşanmış tarihi bir olaya ilişkin bilmediğimiz detayları öğrenebiliyoruz. Zaman-mekân birbirine karışmış, fantastik unsurlar havada uçuşuyor ama bunların yanında taş gibi bir gerçek de var. J.F.K. cinayetinde karanlıkta kalan unsurlar açığa çıkarılıyor. Bunu tarih okumayı sevmeyenler, özellikle de gençler için edebiyat yoluyla tarih öğretmek olarak nitelesek ne dersiniz?

N. Eray: Çok doğru diye düşünüyorum. Gençler bir romanı okurken yakın tarihin bazı ayrıntılarını da öğreniyorlarsa bu benim için büyük bir mutluluk. Ama bunu sadece gençler için düşünmüyorum. Birçok okurum bu kitabı okuduktan sonra kitapta geçen pek çok şeyi merak ettiğini ve araştırdığını bana bildirdi. Bu da kitabın ve içinde yazılmış olan olayların şimdiki zamanda yaşanması oluyor. İlk başta Einstein'ın dediği gibi; yakın tarih, şimdiki zaman ve geleceğe fırlatılmış bir yaşam parçası aynı anda oluşup bir fotoğraf karesini oluşturuyor. İşte bu da benim taş gibi bir gerçeğe dayanan büyülü gerçekçiliğim.

Ayla: Bir yazarın okuyucuyu bilgilendirmek ya da eğitmek gibi bir kaygısı olmalı mı? Yoksa bu size özgü bir tercih mi?

N. Eray: Ben böyle bir kaygıyla yazdığımı sanmıyorum. Yalnızca uzun araştırmalar ve okumalar yapıp birtakım yaşamların içine giriyorum. Ondan sonra bu çok değişik yolculuklarımı okuruma anlatıyorum. Bir yazarın bilgilendirmek gibi bir kaygısı olsa da olur, olmasa da olur. Yazar asıl bilgiyi, yazdığı metnin bir ok gibi insan ruhuna saplanışıyla anlatır.

Nurşen-Ayla: Kitaplarınızı genellikle kendi ağzınızdan yazdığınız için insan ister istemez konuyla sizi bütünleştiriyor. Herhangi bir romanınızı okurken sizinle sohbet ediyormuş duygusuna kapılıyoruz. Hatta sesiniz kulağımıza geliyor ve çoğu romanın kahramanını Nazlı Eray olarak düşünüyoruz. Bunu özellikle mi yapıyorsunuz? Kitaplarınızdaki kadın kahraman ile kişiliğiniz, alışkanlıklarınız ve yaşam biçiminiz ne ölçüde benzeşiyor?

N. Eray: Çok benzeşir. Ben romanlarımı size fısıldıyorum. Romanlarımı size haykırıyorum. Romanlarımı size ağlıyorum ve romanlarımı size gülüyorum. Hepsi benim sesim.

Ayla: “Ölüm Limuzini”nde; ‘Hayat buydu işte. Anılar, hüzün, umutlar ve tedirginlik. Başka nasıl tanımlayabilirdim ki hayatı?’(sf.14) ‘Hayat öyle bir şeydi. Her şey iç içeydi.’(sf.118) diyorsunuz. Birbirini tamamlayan bu somut tanımlamaların yanında, bir söyleşinizde, hayatı fantastik bir prizmadan gördüğünüzü söylemişsiniz. Biraz açıklar mısınız?
N. Eray: Fantastik bir prizmadan baktığınız zaman da hayat birbirinin içine geçmiş hüzünler, anılar, neşeler ve korkularla dolu olabilir. Prizmayı çevirdikçe bütün bu değişik algılar yer değiştirir ve hayatı oluşturur. Mesela romanın önsözü gibi:

“Sanki dünya sallanmış, geçmişle gelecek birbirine karışmış; şimdiki zaman sanki yalnızca düşüncelerden oluşmuştu.

Canlı mıydım cansız mıydım, onu da anlayamıyordum.

Acaba başka bir dünyaya mı geçmiştim bir aralıktan?

Akıl sır ermez şeyler görüyordum.”

 Nurşen: İlginç bir şekilde ve tamamen tesadüfî olarak “Jackie” filmini izlemem ve “Ölüm Limuzini”ni okumam senkronize oldu. Kitapta okuduğum bazı bölümleri filmde canlandırılmış olarak görmem bende hem bir “deja vu”, hem de “tarihe tanıklık etme” duygusu uyandırdı. Daha önce de “Marilyn-Venüs’ün Son Gecesi” romanınızla Kennedy ailesiyle hayli içli dışlı olmuştum sayenizde. “Marilyn”den beri aklımda, J. F. Kennedy ve ailesi ile bu kadar yakından ilgili olmanız, bu konuda oldukça derin araştırmalar yapmanız ve bunu yazıya dökmenizin belirgin bir sebebi var mı?

N. Eray: Kennedy ailesini ilginç bulurum. İki suikast, değişik ölümler, etkileyici kadınlar, çapkın erkekler ve kaderin ördüğü ürkütücü bir ağ... Bir yazar daha başka ne isteyebilir? Ve üstelik bütün bunlar gerçek.
Ayla: Hayatının tehlikede olduğunu söyleyen telefondaki sesi de dikkate aldığımızda; kitabın J.F.Kennedy’ye dönüşen kadın kahramanının limuzinde J.F. Kennedy olarak bulunması ve cinayete kurban gitmesi gerekmiyor muydu? 
N. Eray: Hayır, gerekmiyor. Çünkü o suikasti anlatan yazıları çok dikkatle okumuş ve kurşunların atılacağı saati, dakikaları ve hatta saniyeleri biliyor.
Nurşen: Bazı şehirlere özel bir tutkunuz var sanırım, genellikle her kitabın başrolünde kahramanlara ek olarak bir ya da birkaç şehir var. “Sis Kelebekleri”nde Sinop, “Halfeti’nin Siyah Gülü”nde Mardin, “Kayıp Gölgeler Kenti”nde Prag ve “Ölüm Limuzini”nde Bursa, bunlar ilk anda hatırlayabildiklerim. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz bize?
N. Eray: Evet, şehirlere büyük bir tutkum var. Ve romanlarımın çoğunda bir şehir bir bölümde yaşayıp gider. Bazen ana konuyla hiç ilgisi olmasa bile. Ölüm Limuzini'ndeki Bursa gibi. Bursa'yı seviyorum ve severek yazdığım bu kitabımda yanımdaydı. İnsanın sevdiği ve hep yanında taşıdığı küçük bir el çantası gibi.  
Nurşen: “Marilyn”de Kennedy Caddesi’ndeki Kennedy Taksi’den bir şoför eşlik ediyordu size ve yazdıklarınıza, “Ölüm Limuzini”nde de bir eski şoför çıkıyor sık sık karşımıza. Acaba aynı şoförler mi bunlar?
N. Eray: Hayır, ikisi ayrı bu şoförlerin. Birisi bir taksi şoförü, birisi özel bir sürücü.
Nurşen: Her iki kitapta da Ankara’nın semtlerini sıklıkla kullanıyorsunuz. “Marilyn”de Yenimahalle (İvedik Caddesi), “Ölüm Limuzini”nde Tuzluçayır başta olmak üzere birtakım semtlerde geçiyor olaylar. İşin ilginci bir okur olarak beni de ekstra etkileyen bir durum bu, zira her iki semtle de bağlarım var. Bu yaşadığınız şehre bir vefa borcu mu, benim gibi okuyucuları bağlayıcı bir unsur mu, yoksa tamamen sizin kişisel yazım tercihinizden mi kaynaklanıyor?
N. Eray: Tamamen kişisel yazım tercihimden ve dolaştığım, gördüğüm yerlerden kaynaklanıyor.
Nurşen: Kitapta 1963’teki Kennedy suikastından birdenbire 2016 Temmuzundaki darbe girişimine atlayıveriyoruz. Zamanda geçişler yapmak sizin tarzınız ama aklıma takılan şu; 2016 Temmuzunu zaten yazacak mıydınız; yoksa yazım sürerken darbe girişimi yaşanınca mı kitaba dâhil mi ettiniz?
N. Eray: 15 Temmuz darbe girişimi olduğunda kitaba daha başlamamıştım. Kitabın içine eski sepya fotoğraflar, anılar, kanlı bir suikast ile birlikte öylesine girdi.
Nurşen-Ayla: Kitabın anlatıcısı Ankara’nın çeşitli kafelerinde, lokantalarında oturup notlar alıyor. Anlatıcının siz olduğunu düşünürsek Nazlı Eray da kitaplarını böyle mekânlarda mı kaleme alıyor? “Ölüm Limuzini”nde çokça adı geçen Dikmen Vadisi kenarındaki Fokurtu Cafe’nin ya da Batıkent’te İlayda Cafe’nin sizde ne gibi ayrıcalıklı yeri var?
N. Eray: Bu iki mekanın da bende çok büyük anıları var. Bu kitabımı Batıkent'teki İlayda Rose Garden'da ve Dikmen Vadisi'ndeki Fokurtu Kafe'de yazdım. Noktayı da Çukurambar'daki Mavi Tuna'da koydum.
Ayla: Çağımızın hızlı bir çağ olması nedeniyle, romanın, özgür, hafif fönlü bir saç gibi ve çarpıcı olması gerektiği şeklindeki görüşünüz, edebi bir eserin, hem dilinin hem kurgusunun önemli olduğu şeklindeki genel kabulle pek uyuşmuyor. Bu uyuşmazlığı önemsemiyor musunuz?
N. Eray: Bu tarifimde böyle bir uyuşmazlık olduğunu sanmıyorum. Hızlı bir çağda yaşıyoruz, roman çarpıcı ve hafif fönlü dağınık bir saç gibi olmalıdır. Bu söylemimde ısrar ediyorum. Kallavi kahve gibi kalın ve klasik kitaplar aynen Einstein'ın dediği gibi; hem mazide kalıyor, bazen bugün de okunuyor veya fırlatılıp yarına atılıyor. Ama hafif fönlü bir saç gibi çarpıcı bir roman üç zamanı bir arada kapladığından daha etkili oluyor. (Gülüp kallavi kahvesini yudumladı.)
Ayrıca paşa karısı tarzı muntazam bukleli saçlar, yani eski roman anlayışı artık demode.
Ayla: Size Yeni Sait Faik denmiş olmasına rağmen, onun adına verilen ödülü hiç alamamış olmanıza içerlemişsiniz. Size bu ödülün verilmeme nedeninin, jürinin yapısından mı, öykü tarzınızdan mı, yoksa yazım dilinizden mi kaynaklandığını düşünüyorsunuz?
N. Eray: Ay tabii jürinin yapısından! Yıllarca ödüllere katılmadım.
Rahmetli eniştem Sait Faik jürisi başkanıydı. Yıllar sonra aynı jüride olan Hilmi Yavuz'un bana söylediği gibi, rahmetli eniştem çift oy hakkını hiçbir zaman benim için kullanmamış. Bu ödülü vermiş olmak için iki kere verdikleri yazar bile oldu. Zamanında kırmıştı bu beni. Ama Einstein'ın dediği gibi; zamanda bükülmeler oluyor.
Nurşen: Canlı bir sosyal hayatın ve yazım dışındaki sanatsal faaliyetlerin, ilhamı besleyici olduğunu düşünür müsünüz? Sosyal ya da siyasal uğraşılarınız, kişisel hobileriniz vb. hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
N. Eray: Hayatın tam içindeyim. Bir şehri bütün sokaklarıyla, bir insanı bütün duygularıyla, bir olayı bütün dedikodularıyla, bir rüyayı bütün tabirleriyle yaşayan bir insanım. Her kesimin her yaşın içindeyim. Hayatı seviyorum. Aktif politikayla uğraştığım yıllar da oldu. Köşe yazarlığı bile başlı başına bir tetiktir. Böyle işte...
Ayla: Çok hızlı yazabilen ve çok sayıda eser vermiş bir yazar olarak yazarlıkta profesyonelleşme konusunda neler söylersiniz? Sizce, olumlu olumsuz yanları nelerdir?
N. Eray: Hala duygu dolu yazdığım için ve satış amacını düşünmeden yazdığım için; 45 kitabım olduğu halde, çok okunduğum halde profesyonel saymam kendimi. Hızlı yazmak ise başka bir şey. Bir Tanrı vergisi. Toparlayıp aktarabilmek. Einstein'ın dediği gibi; dünü bugüne, bugünü yarına katıp bir kaşık sabah pekmezi gibi yutuvermek.
Nurşen: Yazarak zengin olmanın istisnalar hariç mümkün olmadığını göz önüne alırsak, size yazmazsam olmaz dedirten şey nedir? Yılgınlığa düştüğünüz ve yazmayı bırakmayı düşündüğünüz anlar oldu mu?
N. Eray: Yılgınlığa düştüğüm ve yazmayı bırakmayı düşündüğüm anlar hiç olmadı. Yazmak benimle birlikte doğmuş ve benimle birlikte gelen bir şey. Yazmak benim hayat yolculuğumun kısa özeti ve dünya üstündeki izdüşümüm. Ölüme veya umutsuzluğa karşı koyuşum. Yazmak benim varoluşum.
Ayla: Öyküleri ya da romanları bir okuyucu ya da eleştirmen gözüyle değerlendirmekle, onları yazanın kendini değerlendirmesi farklı... Kendi yazdıklarınıza dışarıdan bakıp eleştirseniz neler söylerdiniz?
N. Eray: Bütün yazarlar kendi yazdıklarını beğenir. Bu istisnasız bir gerçektir. Ama ben kendi yazdığımı ilk kez okusam 'Ne değişik bir beyin, onunla tanışmalıyım, konuşmalıyım' derdim herhalde.
Ayla: Bazı romanların, öykülerin yarınlara kalabilmesinde, yüzyıllarca okunabilmesinde hangi unsurların etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
N. Eray: İnsanlık, insanı anlatması, insanın zaaflarını anlatması. Merhamet, aşk, tutku, cimrilik, serserilik gibi. Tabii çok iyi bir kurguyla yazılmış olmaları gerek.
Ayla: Bir insan olarak yaşadığımız ülkenin en büyük sorunları olarak neleri görüyorsunuz? Sihirli değneğiniz olsa nelere dokunmak isterdiniz?
N. Eray: Sihirli değneğimle cehalete dokunmak isterdim. Onu yok etmek isterdim.
Nurşen-Ayla: Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi adına teşekkür ederiz.
N. Eray: Ben bu güzel sorular için Lacivert dergisine çok teşekkür ederim.
 



5 yorum:

  1. Nazlı Eray'ı çok severim. Sanırım ilk Sis Kelebekleri ile tanışmıştım kendisiyle ve resmen kalemine aşık olmuştum. Ne güzel bir kadın!
    Çok güzel bir söyleşi olmuş, severek okudum. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler.
      Nazlı Eray'ın sohbetine de doyum olunmaz, o anlatsın, sen dinle...

      Sil
  2. Çok beğendim Nurşen. Ne güzel, ucu açık sorular sormuşsun. Hiç okumadığım bir yazar, sence hangi kitabıyla başlanmalı ??

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben "Kayıp Gölgeler Kenti"ni çok sevmiştim, Prag'da geçen fantastik bir öykü, oradan başla istersen.

      Sil
  3. Ben de Nazlı Eray hiç okumadım ve kendi adıma, bu kadar çok eser vermiş bir Türk yazara ayıp ettiğimi düşünüyorum. Şehirlerde geçen kurgusal metinleri seviyorum. Tavsiyenizi ben de dikkate alacağım.
    Sevgiler.

    YanıtlaSil