Geçen hafta zunkla şekerini yiyip okulun kapısından girmiştim yanlış hatırlamıyorsam. Eğer günlerden çarşamba ise Firdevs Öğretmen için o gün şiir günüydü. Her birimiz bir şiir hazırlayıp gelmek zorundaydık. Bu edebiyat türünden aldığım zevki Firdevs Öğretmen'in çarşambalarına borçluyum. Cahit Külebi'nin "Küçük Zerdali Ağacım" şiiriyle başlayan sevgim o gün bugündür aldı başını gidiyor:
"Kar yine başladı yağmaya
Küçük zerdali ağacım
Ne soran, ne arayan bulunur
İnsan nâçar kalmaya
.........."
Küçük zerdali ağacım
Ne soran, ne arayan bulunur
İnsan nâçar kalmaya
.........."
İlginçti benim Firdevs Öğretmenim, çarşambaları şiire ayırdığı gibi cuma son derslerde de yüksek sesle kitap okuturdu. Herkes sıradan okul şarkıları öğrenirken Firdevs Öğretmenim'in dağarcığında Reşat Nuri Güntekin'den edebiyat dersleri aldığı "Kız Muallim Mektebi"nde öğrendiği şarkılar bulunurdu:
"Sonbaharın gamları ürküttü mü pek sizi
Terk edip bu diyarı, ağlattınız hep bizi
Solgun gökten ince bir bulut gibi aktınız
Altınızda titreşir, sizin coşkun bir deniz
Pek uzak mı nereye, ey semavî yolcular
Hangi ılık bâdiyeler, yolunuzu karşılar"
Göçmen kuşları bu şarkıyla yolculardık. İlkokul bitirme sınavında da (evet ilkokulu sınavla bitiren nesli tükenmişlerdenim ben 😊), herkes okul şarkıları söylerken biz "Bugün bize hoş geldiniz erenler" ile geçmiştik Müzik dersinin sınavını. Bir Rumeli göçmeni olan öğretmenim Balkan Savaşı'nı anılarıyla anlatırdı bize, yaşı epey ileriydi, bizi mezun edip emekliye ayrılmıştı yaş haddinden.
Her şey iyiydi, hoştu ama beslenme saatleri işkenceydi. Yarım saatlik beslenme teneffüsünde elinde galvaniz güğümle içeri giren sınıf arkadaşımız Sarı Süleyman'ın müstahdem babası, basmadan dikilmiş ağzı büzgülü süt torbalarımızdan gönülsüzce çıkardığımız bardaklara böcek ilacı kokulu, iğrenç tattaki süttozundan yapılma ne idüğü belirsiz sıvıyı doldururken burnumu tutmaya başlardım. Amerikan yardımı bu sözde sütten iki yudumu kusmamak için kendimi zorlayarak yutar, geri kalanı basmadan yapılma süt torbama boca eder, bir de evde annemden azar işitirdim. Firdevs Öğretmen'in en kötü yönü buydu, "O süt(!) mutlaka içilecek"ti, lamı cimi yok. Benim için de yapılacak bir şey yok, içemiyorsam ve çöp kutusuna boşaltamıyorsam yallah süt torbasına. Ne torbada hayır, kalır ne de sızan sütlerden önlükte...
Firdevs Öğretmenim'i diğer öğretmenlerden ayıran özelliklerden biri de birinci sınıfta okumayı söktüğümüzde yakamıza kırmızı kurdele takmamasıydı. "Çocuklarım birbirini kıskanmasın" derdi, gelgelelim bu defa diğer sınıfların yakalarındaki kırmızı kurdelelere özenirdik. Olsundu, o kadar kusur kadı kızında da olurdu. Hem sayfalar dolusu "Türkân, Müjgân, Agâh" yazarak "^" işareti kullanmayı öğrenmiştik ya. Benim şahsî bir özentim daha vardı, hiçbir zaman gerçek olmadı; 23 Nisan törenlerinde Stadyum'da, özel kostümlerle boy göstermek. Gösteremedim, içimde ukde kaldı 😊 Neyse ki bir 10 Kasım'da müdür odasındaki mikrofondan tüm okula hitaben "Atatürk" şiiri okudum da hevesimi biraz almış oldum 😃Onu da düzenli olarak aldığım "Çocuk Haftası" dergisindeki pek duyulmamış şiire borçluyum.
İlginçti benim öğretmenim, yukarıda da belirttim ya, uzun paçalı pazen donlar giyer (oturunca eteğinin ucundan görünürdü 😊), naylon çoraplarının üstüne kaçmasın diye eski çoraplarından kestiği patikleri geçirirdi. Bazen derste "Ünzüle gelir misin?" diye arkadaşlarımızdan birini koridora çağırırdı, biz de ne oluyor diye merak ederdik, sonra Ünzüle'den öğrendik ki sutyeninin açılan kopçasını ilikletirmiş. Ünzüle bu işle görevli memur gibiydi 😀
Öğretmenimizin camdan bir şişesi vardı, onu ele geçirmek biz öğrencileri arasında statü sembolüydü. Çünkü musluktan akan kireçli ve klorlu suyu içemezdi, şişeyi kim ele geçirirse evinden memba suyu doldurup getirirdi. 5 yıl boyunca o şişeyi ele geçirebilmek için ciddi savaş verdim. Sonunda mezuniyetime yakın muradıma erdim. Büyük bir erinçle şişe elimde eve gittim. Komşumuz Faruk abi bizdeydi: "O şişe ne kız?" diye sordu. Gururla, "Öğretmenimin su şişesi, memba suyu doldurup götüreceğim" demek gafletinde bulundum. Faruk abi bizim apartmandan taşınana kadar benimle dalga geçti, her gördüğünde "Firdevs'e su götürüyor musun kız?" diye sorardı, çocukluk bu ya çok kızardım 😊
Leylak Hanım 5. sınıfın ilk gününde okula gidiyor. Önlüğü yeni dikilmiş, o yıl üretilen parlak, saten görünümlü kumaştan, kurdeleleri kafası kadar. Ayağında sandaletler, havalar henüz soğumamış, anneannesi bu sandaletlere "Şaplı sandalet" derdi ne demekse. Çantası da yeni, büyüdü ya artık, kutu çantalar yakışmaz. Aslında bu fotoğrafın belgesel niteliği var, hemen arkamda bir hallaç, yolun karşısında da kamyonetli sucu görünüyor, ikisi de artık nadirattan, hatta hiç yok. Yenimahalle'nin henüz yıkılmamış 2-3 katlı, bahçe içi evleri kaldırım boyunca sıralı. Kamyonetli suculardan önce at arabalı olanlar vardı, damacanalar hasır kılıflarda gelir, büzgülü basmadan elbise giydirilmiş toprak küplerimize boşaltılırdı. Bizim mahalleye iki marka su gelirdi, İnci ve Kavacık. Biz İnci alırdık. Neredeyse aileden olmuş bir sucumuz vardı, o kadar samimiydi ki bir seferinde yaz tatilinden yeni döndüğümüz için iyiden iyiye bronzlaşmış anneme, "Kız bu ne hâl, ateşten atlamış tilkiye dönmüşsün" demişti 😀
Firdevs öğretmenim, iğrenç süt tozları, arada bir verilen, yine Amerikan yardımı undan yapılma, gözleri kuru üzümden, ördek şeklinde çörekler, yavrukurt arkadaşlarımızın gösterileri, cumartesi günleri hoparlörden ünlü bir müzik adamının verdiği müzik dersleri, Yadigar Hanım'ın İngilizce kursları, Atatürk'e benzeyen gür kaşlı müdürümüz, koca elleriyle kızdı mı tokat atan Yurttaşlık Bilgisi öğretmeni, okulun bahçesinde açılan şehrin ilk Trafik Parkı, açılış günü yaya olarak rol alıp habire yürüyüşümüz, okul kütüphanesinin boynu sürekli eğri duran sıska, upuzun memuru, pazar günleri o kütüphanede 1 lira vererek izlediğimiz filmler, "Kötü Tohum", "Küçük Hanımefendi serileri", "Ayşecikler", kullanıldığını bir kez bile görmediğimiz koridordaki vitrinde kilitli Fen Bilgisi aletleri, özel günlerde söylediğimiz okul marşı, gözümüze kocaman görünen daracık koridorlar. Hepsi zihnimdeki ilkokul dolabının en nadide çekmecelerinde saklı...
Firdevs öğretmeninizin şiir günlerine bayıldım. kırmızı kurdele takmamasına da! ne şahane öğretmenlerle yollarımız kesişmiş. iyi ki!
YanıtlaSilsütyen kopçasını kendisinin takamayıp Ünzüle'yi görevlendirmesine ise kahkaha attım!
Firdevs öğretmenim muhteşemdi, alt yapımı o oluşturdu, minnettarım. Ünzüle konusu çok komik di mi, öyle de rahattı :)
SilFirdevs Öğretmen'i hayalimde canlandırarak, bazen gülümseyerek, çokça duygulanarak anılarınızı zevkle okudum. Ben de siyah önlüklü, iki örgülü saçlarında kocaman beyaz kurdeleli, kolalı beyaz yakalı, cebi mendilli öğrencilerdendim. İlkokul Öğretmenimiz aynı zamanda şairdi. O yıllarda okullarda şiirle beslenen bir kuşak vardı. O yüzden ruhsal yönden doyumlu yetiştik.
YanıtlaSilOrtaokulun 3 yılının sonunda tüm derslerden bitirme sınavlarına girdiğimizi hatırlıyorum. Şiir okumaları sonucunda duyulan alkışlar, yüreğimizin bam telini nasıl attırır, bilirim.
Yurdun dört köşesinde görev yapmış Firdevs Öğretmenleri, Celâl Öğretmenleri ve onlar gibi nicelerini hep saygıyla, minnetle anacağız. İyi ki her şeye rağmen onların yolundan gitmeye çalışan yeni kuşak genç öğretmenlerimiz de var.
Kuşlar kanat çırpışlarıyla geçmişin izlerini taşımaya devam ediyorlar. Teşekkürler.
Firdevs Öğretmenimi her daim minnetle anarım, çok şey kattı bana, ilkokul öğretmeni bir çocuğun hayatını şekillendiriyor kesinlikle, ben şanslı gruptanım. Çok teşekkürler dileklerinize, güzel sözlerinize, çok sevgiler...
SilFirdevs Öğretmen pek nevi şahsına münhasırmış, çok sevdim. Tanışmak isterdim... :)
YanıtlaSilFotoğrafsa şahane, ne güzelmişsiniz.
Ah keşke yaşıyor olsaydı, bizim mezun edip İstanbul'a yerleşmişti ama ben de bir daha göremedim. Yaşı çok ilerlemişti zaten, huzurla uyusun. Ve teşekkür ederim :)))
SilMerhabalar.
YanıtlaSilOkul anılarınızdan oluşan çok güzel bir yayın hazırlayarak paylaşmışsınız. Kaleminize ve gönlünüze sağlıklar dilerim. Siz de Marshal Planı çerçevesinde Amerikan yardımı süt tozunu içenlerden olduğunuza göre büyük bir ihtimalle 1950-1970'ler arası ilkokul öğrencilerindensiniz. Köylerde ineği olan öğrenciler bile bu teneke kutular içerisinde Türkiye'ye gönderilen Amerikan yardımı süt tozunu içmek durumunda bırakılmışlar. İçilen bu süt tozundan sonra, Türkiye'de çocuk felci hastalıkları görülmeye başlandığını ve aşı için Amerika'ya tonlarca para ödendiği söylentileri de o günlerde söylenen şeylerdi. Ben, 1961-1962 eğitim ve öğretim yılında ilkokula başladım. 1962-1963 eğitim ve öğretim yılında söz konusu süt tozunu ben de içmiştim. Ama çocuk felci hastalığını hiç hatırlamıyorum.
Selam ve saygılarımla.
Recep Bey sanırım kuşakdaşız bir-iki yıl farkla. Süttozu ile büyüyen nesil, iğrençti falan ama çocuk felci yaptığını hiç sanmıyorum. Her dönemde aşılarla, hastalıklarla ilgili safsatalar çıkıyor. Anlamsız bir yardım işte, kimbilir altında neler vardı. Bir tarım ülkesine süttozu ile yardım yapmak zaten gereksiz, illa yardım yapacaksan para yolla, ihtiyaç görülsün. İşte çocuktuk, aklımız ermez, öğretmen ne derse onu yapardık ama hala o pis koku burnumda, iğrenç tat damağımda.
SilSelam, saygı bizden...
Okuyunca benim de aklıma ilkokul günlerim geldi. Ne çok şey hatırladım. Ünzüle sanırım sınıfın en uzun boylusuydu. Gözümde öyle canlandı. İlkokuldayken şiir okuma, sınıf korosu, okul korosu, müsamereler hepsi aklıma geldi.
YanıtlaSilAhaha Zeynepcim, Ünzüle uzun değil öğretmen kısaydı :))) Ama çok tatlıydı, rahmet olsun. Çok sevgiler...
Sil