10 yılımızı geçireceğimiz yeni evimize taşındıktan bir süre sonra okullar açıldı, gururlu ve saftirik bir ikinci sınıf öğrencisi olarak her sabah kapımızı çalan Müyesser Teyze'nin torunu Yasemin ile okul yoluna düşüyordum. Yasemin benden büyük olduğu için o yıl mezun oldu, okul yollarına solo olarak devama başladım. Belirli bir ritüelim vardı, eğer o sabah harçlık olarak 25 kuruş yerine 50 kuruş kopardıysam önce Mustaa Bakkal'a uğrardım. Dükkanın dışını maviye boyatıp adını "Mavi Köşe" koysa da o mahalle arasında "Mustaa Bakkal"dı. Kel, tombik ve uyanıktı. Dükkanın yeri matematiksel bir konum arz ediyordu. Kaldırımdan yürüyüp kavşağa gelince sağa döneceğimize Mustaa Bakkal'ın bahçe kapısından girip eğri bir çizgi izleyerek diğer kapıdan çıkınca varacağımız noktaya daha çabuk varıyorduk, kısacası Pisagor Teoremi'nin uygulamalı olarak öğrenmiş oluyorduk. Bizim matematik alanındaki gelişimimiz Mustaa Bakkal'ın umurunda olmadığı için "Çimenlerimi eziyorsunuz" azarını her seferinde işitsek de umursamıyorduk. Sonunda pes etti, dik üçgenin uzun kenarı gayrı resmi olarak yola dönüştü.
50 kuruş harçlık alınca Mustaa Bakkal'a uğrama sebebim tüp çikolata idi. Beyaz üstüne kahverengi çizgileri olan bu alüminyum tüpün içinde dünyanın en lezzetli krem çikolatası vardı. Daha kapıdan çıkarken kapağı açar, tüpü biberon misali ağzıma alır, her lokmanın tadını çıkararak yürürdüm okula. Öyle denk getirirdim ki son lokma sınıfın kapısında biterdi. Ağzımda alüminyumla karışık çikolata tadı ile başlardım derse. Haliyle babam her gün 50 kuruş vermiyordu, simit 25 kuruştu, bu da bana yeterdi. Böyle günlerde üçgenin uzun kenarından geçip yola devam eder, iki sokak ötedeki apartmanın bahçe çitine dolanmış kuzu kulağı sarmaşığının önünde es verir, ağzıma o ekşimsi yapraklardan birkaç tane attıktan sonra ikinci hedefime ulaşırdım: "Karakedi Kitabevi".
Bu fotoğraf yıllar sonra çekildi gerçi ama kırmızıya boyalı binanın kadraja girmeyen zemin katında, merdiven altına konuşlanmış minicik bir dükkandı Karakedi Kitabevi. İki cephesini merdivenin duvarı, dışa bakan iki cephesini de yapıldığı günden bu yana silinmemiş, kirloz camekanlar oluştururdu. İçeriye iki kişi zor sığardı zaten. Okula gittiğim her gün o kirli camekana yapışıp vitrindeki kitaplara bakardım. Sonra bir gün kuzenlerimden biri beni oraya götürdü ve Karakedi'den alınma ilk kitabımı hediye etti: "Lassie, Yuvaya Dönüş". Bir diğerini de epey para biriktirdikten sonra kendim aldım: "Döner Ayna/Halide Edip Adıvar". Her ikisi de hâlâ kitaplığımda.
Yeni kurulmuş bir yerleşim yeri olan Yenimahalle'de isimleri ilginç birçok kitap-kırtasiye dükkanı vardı. Karakedi ilk göz ağrımdı, sonra Fujiyama. Buradan daha ziyade kırtasiye malzemeleri alırdım. Derken "Kanarya Kitabevi" girdi hayatıma. Karakolun karşısındaki bu karanlık, küçük dükkan ortaokul yıllarımın mabedi gibiydi. Her gün okul çıkışı adeta bir zorunlulukmuş gibi uğrar kimi zaman gerekli, kimi zaman gereksiz bir sürü şey alırdım. Kokulu silgiler, çiçek desenli kap kağıtları, süslü kalem başlıkları, kalem açmaktan ziyade oyuncak görevi gören kalemtraşlar ve kimi zaman kitaplar. Orta yaşlı bir karı-koca işletirdi bu küçük dükkanı, muhtemel ki emeklilik günlerinin ek gelir kapısıydı. Adını çiftin kanarya meraklısı erkek olanı koymuştu. Bir yılbaşı öncesi, çekiliş düzenlemiş ve kazanana sapsarı bir kanarya vaat etmişti ödül olarak. Bir ay boyunca her gün bir şey satın aldım, derdim kanarya değildi, zaten besleyemezdim ama başka güzel ödüller vardı. Sanırım katılımcılar içinde en yüksek alışverişi yapanlardan biriydim, yılbaşı ertesi çıka çıka en uyduruğundan plastik bir kalemtraş düştü payıma. O günden beri bu tarz çekilişlere itibar etmem.
Kanaat Kitabevi ortaokulda Fen Bilgisi derslerimize giren bir emekli subayın dükkanıydı. İnsanın o yaşlarda aklı ermiyor haliyle, hep söylüyorum ya biraz da saftık sanırım. Bize verilen her Fen Bilgisi ödevinin malzemesi mutlaka Kanaat Kitabevi'nde satılırdı, kanaatkardı görüldüğü gibi sahibi, adı da oradan geliyordu muhtemelen 😂. Elimiz mahkum gidip alırdık ödeve konu olacak malzemeyi, ne güzel, bir taşla iki kuş vururdu örtmenimiz(!)
Ve sonunda gerçek bir kitabevi açıldı Yenimahalle'mize, "Sipahi Kitabevi". Postanenin tam karşısında, birkaç basamak merdivenle inilen, loş ve büyük bir dükkan. Her şey vardı orada, kitaptan deftere, kağıt bebeklerden dergilere kadar. Cennet gibiydi benim için. O yıllarda yeni çıkan, üzeri kadife benzeri bir malzeme ile kaplanmış giysileri olan kağıt bebekler için bir hafta aç kalabilirdim. Kaç tanesini aldım, alamadığım kaçında gözüm kaldı bilmiyorum. Sonra kitaplar, çocukluğumun son kitabı, Edmondo Amicis'in "Çocuk Kalbi" ve ergenliğimin ilk kitabı, V. Blasco İbanez'den "Baharlar Açarken". Kitabı tamamen şömiz ciltli kapağının üstündeki, çiçekli bir bahar dalının altında, elinde beyaz bir güvercin tutan sarışın kızın hatırına almıştım. Ne Blasco İbanez'den haberim vardı, ne de kitabın çevirmeninin Sinan Cemgil'in babası Adnan Cemgil olduğundan. Karakedi'den alınanlar gibi onlar da hâlâ kitaplığımda 53. yaşlarının sefasını sürüyorlar. Sipahi Kitabevi'ne biraz da Bravo dergileri için giderdik. Bu Almanca gençlik dergisini okuyarak okul Almancamızı geliştirmekti amacımız. Lakin dergiler çok pahalıydı, Sipahi'nin sahibi bize eski tarihli dergileri yarı fiyatına verirdi. Mini etekli, elma yanaklı, sarışın Alman kızlarının fotoğraflarına imrenerek altyazıları sökmeye çalışırdık.
Karakedi'nin vitrini önünde fazla duraklayıp bir kitabevi turu yaptırdım galiba sizlere. Kendimi kitapçıdan kurtardığımda yola devam eder, geçmem gereken ana caddede okul saatlerinde bulunan trafik polisinin biz çocukların geçmesi için taşıtları durdurmasını beklerdim. Sonrası kışın kar yağdığında çanta üstünde kayılan kısa bir yokuş ve okul kapısı. Ama durun, hemen girmeyelim, önce kapının karşısında sıralı salaş dükkanlardan birine gitmemiz lazım. Külahta leblebi tozu ve "Zunkla şekeri" denilen ne idüğü belirsiz ama çok lezzetli bir şeker satan, kokuların birbirine karıştığı bakkalı ziyaret edelim. Tanesi 5 kuruştan Zunkla şekeri alalım, kağıdını açıp mora çalan yumuşak şekeri ağzımıza atalım ki dersler tatlı geçsin. Ağzıma dolan lezzetin ne olduğunu yıllarca düşündüm, sonunda dank etti kafama, incir tabii ki. Olsa da yesek...
Devamı haftaya gelsin mi?
Gelsin, gelsin. Merakla, mutlulukla, özlemle okuyorum, kendi çocukluğumu yad ediyorum. Bambaşka şehirlerde yaşamış olsak da benzer hayatlar sürdüğüm insanları okumak bana mutluluk veriyor
YanıtlaSilÇenebaz
Sağolasın sevgili Çenebaz, ortak anılarda birleşmek ayrı güzel. Çok sevgiler...
SilÜlkenin farklı şehirlerinde olsak da benzer kaderleri yaşadığımız kesin, kırtasiyecilere yönlendirme gelenekselimiz bizim, aynı şekilde spor malzemlerimiz için de çaktırmadan kulaklarımıza üflenenler:) Çocuk Kalbi bir amentü zaten... Ama kapağına bayılmamak mümkün değildi. Biz Bravo'yu ortaklaşarak alırdık, eğer punduna getirilebilirse aşırmak da mübahtı, sonuçta kenar mahalle çocuklarıydık:))
YanıtlaSilŞükür ki bizim Beden Eğitimi öğretmeninin dükkanı yoktu, uyduruk eşofmanlarla idare ettik :)
SilSizin Çocuk Kalbi de mavi üstüne kırmızı kalp miydi? Sonrakiler farklı kapaklarla çıktılar. Kitap aşırmak sevaptır derler :)))))
Evet o kapaktı:))
Sil"Hatıralar Kuşlar Gibi"... Ne güzel bir deyiş; yılların ötesinden ta uzaklara, evlerimize kadar uzanıp anılarımızı dürtüyorlar. Çevrenizde ne çok kırtasiyeci varmış. Belki de okuma tutkunuzun temelini oluşturmada da katkıları olmuştur. Sonraki yıllarda mahalle aralarında okullara çok kısa mesafelerde Atari Salonları da oluştu. Özellikle erkek öğrenciler için çok cazip makine oyunlarıyla birer tuzaktı hepsi.
YanıtlaSilMahalle bakkalları ne sevimliydi. Veresiye Defterleri çok düzenli olmasa da pek çok çocuğu mutlu etmişlerdir. Mahalle bakkalları marketlerden ad çalıp markete dönüşünce bir de AVM'ler ortaya çıkınca "orta direk "aileler de, çocukları da kayboldular adeta. Öylece "hatıralar da kuşlar gibi başka diyarlara göçtüler" değerli arkadaşım.
Sağlık olsun. Biz nelere alışmadık ki...
Oktay Rifat'ın bir şiirinden alıntı o dizeler, ben de çok seviyorum. O kitapçılar ve kırtasiyeler gerçekten okuma merakımın temeli attılar. Atari salonları için yaşım epey fazla, onlar oğlumun ergenliğine denk geldiler, teknoloji iyiliğin yanısıra sıkıntılı alışkanlıklar da veriyor insanlara.
SilMahalle bakkallarını özlüyorum desem, şimdi yazları kaldığımız aile evimizin altında vardı bakkalımız, sepeti sallar bağırırdık istediğimizi yollardı sepetle, ne sıcak, samimi zamanlarmış.
Dediğiniz gibi, sağlık olsun. Sevgiler...
Ahh devam etsin, bünyeye ilaç gibi geliyor dinlemek :) (Ben okumuyor da sesinizden dinliyormuş gibi hissediyorum :) Selamlar...
YanıtlaSilSağolasın, siz böyle yazdıkça bana da devam etmek düşer :))
Silleblebi tozunu hala pek severim, arada leblebi alıp biraz şekerle rondodan geçirsem mi diye düşünmüyor değilim :) ama zunkla şekeri de ne kuzum öğretmenim?
YanıtlaSilYap gitsin Şulecim, sonra da ağzındayken ıslık çalarsın, ahahaha :))) Zunkla şekeri sanırım bizim okulun bakkalına has bir şekerdi, incir ezmesi üstü karamel kaplı yumuşak bir kağıtlı şeker, olsa da yesek :)))
Sil