"Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Leylak dalı
Camdan bakıyor"
Seller akıyor
Leylak dalı
Camdan bakıyor"
Ankara fena alıştı dostlar, dışarısı yine berbat, Cumartesi günkü selin bir boy küçüğü şarıl şarıl akmakta caddeden. Irmak mı, cadde mi belli değil. Eğer yarım saat gecikseymişim eve yüzerek gelecekmişim. Oysa gün bulutsuz bir gökyüzü ve pırıl güneş ile başlamıştı. Galiba yağışlı dönemi atlattık demiştim, demez olaymışım. Zaten hazırlanıp aşağı inmemle başladı aksilik. Biraz erken çıktım rahat rahat yürüyeyim diye ama apartman kapısına geldim ki aç açabilirsen. Açma düğmesine basarım açılmaz, kapıyı sarsarım tık yok, kablolarla oynarım ııh! Ee ne olacak, kaldım içeride, tekrar tırmandım merdivenleri, eve girip kapı otomatiğine bastım belki oradan açarım diye, indim yine kapı duvar. Tekrar çıktım yukarı, bu arada dizlerim tıkır tıkır ötüyor (o ses dizlerimin söylenme sesi), yöneticinin kapısını çaldım. Geldi adamcağız benimle aşağı, kapıya güzel bir dayak attı, açıldı. Ne demişler: "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir".
Yukarıdaki paragrafı yazdıktan sonra internet kesildi, o kadar yağışa internet mi dayanır? Baktım gelmiş devam edeyim bari. Bu arada kapı hala düzelmedi, apartman ahalisi epey uğraştı ama çözüm bulamadı, artık tamirci mi gelir, kapı mı yenilenir, kilidi mi değişir bilemiyorum, benim arzum yarın da içerde kilitli kalmamak, zira bugün sınıf başkanından uyarı aldım geciktiğim için. Fizyoterapistim kibar bir şekilde 10 dakika erken gelmemi rica etti, dedim ben aslında 20 dakika erken gelecektim ama kapı utansın.
Bugün sıkılmamak için kulaklığımı yanımda götürdüm ve deli gömleği giydiğimde podcast dinledim. Bülent Ortaçgil anlattı, yarına kim denk gelecek bakalım. Sonra ne olduysa podcast yarım kaldı, ellerimi kullanamayınca ayarlayamadım, yan taraftaki egzersiz odasını izlemeye aldım. Yavaş yavaş kim kimdir çözmeye başladım. Mesela tam karşımda asılı duran "Ameliyatsız Topuk Dikeni Tedavisi" afişinin altında oturan iri kıyım adam tedavide olan annesini bekliyormuş. Kol ve boyun tedavisi için gelen teyzeler var, oklava ve iplerle hareket yapıyorlar. Oklavayı iki yandan tutup yukarı aşağı, sağa sola hareket ettirirken yufka açtıklarını hayal ediyorum. Onlar kıdemli olmuşlar, birbirleriyle ve görevlilerle muhabbetteler. Bense ısınan ellerim, deli gömleğim ve oturduğum rahatsız sandalyeyle bütünleşmiş olarak "Ameliyatsız topuk dikeni tedavisi" yazısını okuyor, annesini bekleyen iri adamla aynı sıkıntıyı paylaşıyorum.
Sonunda tedavi bitince ellerimdeki parafinleri torbalayıp çöpe, kendimi de sokağa attım. Bu işin en kötü yanı bir süre ellerin yıkanmaması, Covid'le birlikte her an el yıkayıp, kolonyalanmaya alışınca huzursuz oluyorum. Bugün Bilge'nin Annesi ile sözleşmiştik, buluşup oturduk bir yerde, çaylar, kahveler, muhabbet derken vakit nasıl geçti bilemedik. Sonra sağolsun beni taksiyle eve bırakıp devam etti, iyi ki de öyle yaptı yoksa yağmura yakalanacakmışım.
Bugün Yüksel Caddesi'nden gelmedim ama taksiden inince hemen yanımdaki ağacın ıhlamur olduğunu fark ettim. Yukarıdakiler de benimle eve geldi...
Fizik tedavi olur da macerasız kalır mı Leylakcığım? :)))
YanıtlaSilOhh, ıhlamurun kokusu da burnumda valla. :)