Sabah kendini kış mevsiminde sanan ve yağdım yağacağım diyen bir havada fizik tedavi seansına giderken 17 yaşımdan beri ayak izlerimi bıraktığım bu mahallenin ne çok değiştiğini düşündüm. Genelde apartmandan çıkınca sağa, aşağı döneriz-eğer semtin yukarılarına bir eş-dost ziyareti yapmıyorsak-bizi şehrin merkezine o yön bağlar. Apartmanın altında iki dükkan var, bizden sonra dükkanlar biter, sola, yukarı doğru bahçeli apartmanlar başlar. Baharda beton duvarlarından leylaklar sarkan küçük bahçelerdir bunlar. Bizimki bahçeden nasiplenmemiş dükkanlar nedeniyle, arka tarafta ise eskiden kömürlükler, şimdiyse kömürlüklerin yıkılmasıyla genişlemiş bir otopark var. Buraya taşındığımızda taşlık topraklık zeminli arka bahçede-ya da park yeri mi demeliyim-kavruk bir dut ağacı vardı. Kimsenin de arabası yoktu, o yüzden çocukların oyun alanı idi, o gariban dut da büyümelere ermeden kurudu gitti. Öyle ağaçtan nasipsiz bir binaydı ki bizimki, cadde boyunca evlerin üst katlarına yükselen akasya ağaçları sırası bizim kaldırıma gelince kör bir boşluğa dönüşürdü. Sonra apartmanımızın bakkalı, kızınca bordoya dönen kırmızı suratlı Ahmet abi oraya fidan dikip kuru bir dalla da desteklemişti. Allahın işine bak, fidan kurumuş, kuru dal yeşermiş, hatta ufak çaplı bir ağaca dönüşmüştü ki onu da yoldan geçen bir araç çarpıp halletti.
Semte taşındığımız yıllarda kırmızı Ahmet Abi'nin bakkal dükkanının yanında bir matbaa vardı. Kağıt kesen giyotinin sesi zaman zaman apartmanı gümbürdetse de kibar bir sahibi vardı, şikayetimiz olmazdı. Zaman içinde Ahmet Abi kendini emekli edip dükkanı kapattı, matbaa başka bir yere taşındı. Bakkalımız önce spotçu, sonra erkek berberi, ardından köfteci, sonra tostçu ve şu an da tavuk dönerciye dönüştü. Matbaanın talihi ise otomotiv sektöründen açılmıştı, önce oto kılıfı satan bir imalathaneye, sonra da şimdilerde yeri göğü işgal eden benzerleri gibi rent a car ofisine evrildi. Yanımızdaki bina ilk geldiğimizde bizimkine benzer, 5 katlı sıradan bir apartmandı, merdivenle inilen zemin katı bitişik komşumuzun işlettiği kebapçı-baklavacı dükkanı idi. Her bahar sonu yineleyen ve caddeye sel getiren çılgın yağmurda su basar, komşumuz dede, oğulları ve garsonları paçaları sıvayıp kova kova su atarlardı. Derken dükkan kapandı, bina yıkıldı, yerine her yerde görülecek türden 8 katlı çirkin bir kazulet dikildi. Altına da en güzel yanı önünden geçerken hoş bir yumuşatıcı kokusu yayan bir laundry açıldı. Bir sonraki binanın altında yer alan 3 dükkanın ikisi yine komşularımıza aitti, bir terzi, bir erkek berberi ve yanında bakkal. Berberin sahibi değişse de terzi ve bakkal ezelden ebede hizmete devam etmekteler. Ben 17 yaşındayken de kocaman bir adam olan ve pasaklı bulduğumuz için alışveriş etmediğimiz bakkalsa geçen gün önünden geçerken fizik tedaviye gittiğimi öğrenince "Yaşlandık" dedi, kendisi neredeyse babamla yaşıt ama gönlü olsun diye onaylayıp kendimi de ortak ettim 😀
Bakkaldan sonra 17 yaşımdan beri varlığını inatla sürdüren bir başka matbaa var, yanındaki küçük dükkanlar yıllar içinde o kadar çok el değiştirdi ki hatırlamıyorum bile ne işle uğraştıklarını. Bir sonraki büyük apartmanın altı bir zamanlar ünlü sanatçıların bile fotoğraflarını çeken bir fotoğraf stüdyosu idi, hatta Selanik Caddesi'ndeki şubesinin vitrininde Ayşegül-Ali Atik çiftinin düğün fotoğrafları dururdu. Benim nişan ve düğün fotoğraflarımı çekme şerefini de onlara bahşetmiştim 😀 Şimdi yerinde kebapçı var, ne değişim ama. Sık sık uğradığımız mahallemizin tatlı eczacı ablasının dükkanı da kapandı artık, yerine önce sahaf, şimdilerde de emlakçı açılmış. Takiben birkaç rent a car ofisinden sonra güvercinli yamaca geliyoruz, sonrası üst geçit. Güvercinli yamaç çok keyifli, çok gürültülü, çok pis ve bazen de hüzünlü. Yüzlerce güvercin yaşıyor orada, her birinin tüyleri farklı nüanslarda, renkleri değişik, kimi toraman, kimi eneze. Sabahları gelip doyuran bir yaşlılar grubu var, bu sabah birini fotoğrafladım:
Evet caddemizin yıllar içindeki envanterini çıkara çıkara yürüdüm bugün hastaneye. Fizik Tedavi ünitesinde pazartesinin ve hafta sonu yapılmış badana sonrası teftişin telaşı vardı. Duvarlar çok uçuk, grimsi bir eflatuna boyanmış ya da floresan ışığı öyle bir intiba uyandırıyor. Yeni hastalar vardı hafta başı oluşundan kaynaklı. İri adam ve annesi yine yoktu, işin kötüsü badana sonrası iri adamın altında oturduğu "Ameliyatsız Topuk Dikeni Tedavisi" afişi de kaldırılmıştı, müthiş bir eksiklik duygusuyla tamamladım seansı 😀 Diğer ana oğul mevcuttu, onlara "Selamsız Bandosu" adını taktım, zira kaçıncı kez "Günaydın" dediğim halde cevap alamadım.
Tedavim bitince YKY Kitapçısına uğrayıp iki kitap aldım, evdeki yığınlara kat çıkmış oldum. Sonra da yağmura yakalanmadan eve döndüm. Bugünlük de bu kadar olsun bakalım, fazla uzadı zira bu yazı. Kalın sağlıcakla...
Bizim civarda olsun Bağdat Caddesinde olsun, kentsel/rantsal dönüşüm şeysi başladığından beri, eskiden burada ne vardı konusunu tam bir mavi ekran şeklinde yaşıyorum, nedense.
YanıtlaSilÜzücü bir hal bu, keşke mekan hafızam seninkine biraz benzeseydi Leylakcığım.
İyi haftalar olsun. :)
Benzemediği daha iyi Ekmekçim, zira eski halini hatırlayınca daha çok üzülüyorsun...
SilBu fakir ne yapsın, 10. senemdeyim Almanya'da ve hâlâ heryer aynı, eşimin çocukken gittiği anaokuluna çocuklarım gidiyor, eşimin okuldan çıkıp dondurma yediği dükkana okul çıkışı gidiyoruz. Anca biri ölecek ki dükkan boşalacak o zaman da mümkün değil 1-2 sene boş kalıyor önce :) Bu kadar ağırlık da kötü. Türkiye en azından dinamik, dükkan kapansa boş kalmaz, biri bir şey dener mutlaka. Batırmaktan korkmuyoruz..
YanıtlaSilGüvercin meselesi ise maalesef işte tam o nedenle ölüyorlar. Beslendikleri için.. Çünkü avlanmayı ve uçmayı unutuyorlar zaten şişkolaşıyorlar iyice. Küçükken çocuklarımla ördek beslemeye giderdim, sonunda bir alman teyze öyle bi azarladı ki bizi, o son oldu. Ekmek, bulgur, pirinç bu hayvanlar için çok zararlı, yutamıyorlar ya da yutsalar bile sindiremiyorlar diye uzun bir demeç çekti, ben de hak vermiştim.. Bu sokak hayvanları konusu tabii farklı bakışlara açık bir konu..
Ne güzel işte, çok imreniyorum bu olaya. Bugüne kadar bir Trilye'yi 55 yıl önce bıraktığım gibi buldum, hatta hükümet tabipliği yapan halamın oturduğu evi bile buldum, 5 yaşındaydım geldiğimde :) Güvercinler ne yesin ama Cerencim, haklısın belki ama sürü gibiler beslenmeleri lazım. Yalnız çok seyirlik, bir nevi insan topluluğu gibi. Cool olan var, yılışık olan var, flörtöz olan var, otur izle :)))
Silyabancı filmlerde evli barklı insanlar boşanıp anne-baba evine dönerler ve odaları bile aynen duruyor olur ya, ben filmden bağımsız bu konuya takılırım. bizim buralarda, ekmekçimin de dediği gibi, her şey geçici sanki. çocukluğumun evleri yıkıldı gitti, mahallemizin kırtasiyecisi de eczacısı da çekip gittiler, o kadar üzülüyorum ki...
YanıtlaSilHer şey hızla değişiyordu, birinciliği şehirlere verdiler diyerek Ö. Asaf'ı anmış olayım...
SilŞu anda bizim mahallede kentsel dönüşüm var. Bayağı hüzünlü, bir dükkan kapanıp yerine yenisi de açılmıyor. Toptan çehresine estetik yapıyorlar mahallenin, yine üzüldüm.
YanıtlaSilMaalesef her yer öyle, daracık ve kısacık bir sokakta oturuyoruz, daha 30 yılını doldurmamış evleri rant uğruna yıkıp yıkıp 9 katlı kazuletler dikiyorlar, nefret ediyorum...
Sil