Başta hastanelerde hayatımızı altüst eden virüsle hayatlarını tehlikeye atarak savaşan doktorlar ve tüm sağlık personeli, üretim zincirini kırmamak uğruna korunmasız bir şekilde çalışan işçiler, kargo görevlileri, market elemanları, nöbetleşe de olsa işyerlerine gitmek zorunda olan tüm çalışanlar ve dışarda çalışan kadın, evde ev kadını görevini üstlenirken karantina ile fırıncılık, berberlik, dezenfekte uzmanlığı, öğretmenlik, dadılık gibi ek işleri de kuşanan tüm kadınlar olmak üzere hepimizin 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı kutlu olsun sevgili dostlar. Bayram tadında kutlanacağı, virüssüz, huzurlu günlere tez zamanda ulaşmamızı diliyorum.
Sanal market yoluyla gelen ve çilelerini dolduran ürünleri de yıkayıp pakladıktan sonra ağrıyan kaslarımı ovalayarak geçtim bilgisayarın başına. Madem bir şey anlamadan geçen Nisan'ı bitirdik, Mayıs okumalarına başlamadan biten ayın kitaplarını yazayım dedim. 7 kitapla kapatmışım Nisan ayını, insan tüm zamanını evde geçirince daha çok okuyacağını sanıyor ama corona üstümüze öyle bir kaygı ve ekstra iş yükü bindirdi ki okuma hızımızı yavaşlattı. Öyle gün boyu ayaklar uzatılıp kitap okunamıyor ne yazık ki, en azından ruh hali müsait değil. Ayrıca geçen ay okuduğum kitaplar bir ikisi hariç fazlaca bir tat da vermedi, bütün bunlara rağmen okunmamışlar rafını epeyce seyrelttim sayılır. Umarım Mayıs daha bereketli olur.
-Ayın ilk kitabı sağdan soldan övgüsünü çok fazla duyup aldığım, uzun süredir rafta bekleyen Laszlo Krasznahorkai zor isimli Macar bir yazara ait olan "Şeytan Tangosu" oldu. Açıkçası onca övgüden kaynaklı beklentimi tam anlamıyla karşılamadı. Karanlık, puslu, iç karartan bir ortamı var kitabın. Yaşamın neredeyse durduğu bir Macar köyünde yaşayan, toplasan yirmiyi bulmayan, daha iyi bir yaşam umudunda olan, hepsi birbirinden tuhaf insanların kasvetli öyküsü. Simgesel bir anlatımı var kitabın, oldukça zor ama her şeye rağmen sıkı bir kitap. Tavsiye edemiyorum çünkü herkesin seveceği türden bir kitap değil...
-"Hayvan Müzesi" bu ay en severek okuduğum kitaplardan biri oldu, hayli hacimli olmasına ve Metis geleneği küçük puntolarına rağmen keyifle okuttu kendini. 33
yaşındaki yazarın bilgi birikimine hayran oldum, katman katman
açılan bu detaylı kitabı yazabilmek için ne okudun, ne yaşadın, neler
araştırdın Carlos Fonseca. Şu tatsız günlerde beni gündemden
uzaklaştırıp içine çeken bir okuma oldu. Fakat sanılmasın ki sular
seller gibi okunuyor, zor ama son derece ufuk açıcı bir kitap, bence bir
hazine sandığı...
-Hasan Gören'i "Zan" isimli kitabı ile tanımıştım, polisiyemsi ilginç bir konusu vardı, o intiba ile yeni kitabı "Altı Yaprak Üstü Bulut"u da satın almıştım, o da bekleyenler arasında idi. Türkiye'nin Truva hazinesini yurt dışına kaçıran Schliemann'ın kazı ekibinde görev yapan dedesi Marcus'dan kalan bir harita ile aynı yöreye hazine aramaya gelen Jürgen ve onun emellerine karşı koymaya çalışan birkaç Trakya köylüsünün macerasını konu alıyor kitap. "Zan" kadar severek okumasam da karantina ortamında kafa dağıtmaya yardımcı oldu...
-Ian McEwan son yıllardaki favori yazarlarımdan biri, "Kayıp" kitabı da beni şaşırtmayan ve yazarın pek çok alandaki engin bilgisine hayran olmamı sağlayan bir başka eseri oldu. Bir süpermarket alışverişi sırasında kızları kaybolan bir çiftin ruhsal anlamda yaşadıkları İngiltere'nin bunaltıcı siyasi atmosferi fon alınarak anlatılmış. Ian McEwan hayranlarına tavsiye ederim...
-Mısır'dan TelAviv'e göçüp kentin dışındaki bir barakaya sığınmış Musevi bir aileyi anlatıyor "Ayak İzlerimiz". Romanın baş kişisi baraka ile adeta özdeşleşen "Anne", "Çocuk" olarak adlandırılan en küçük kızın ağzından anlatılıyor. Elbette yan karakterler de var, iyi yürekli, kaba saba ağabey Sammy, güzel ve başıboş ortanca kız Corinne, yan barakada yaşayan büyükanne Nona ve bir görünüp bir kaybolan baba Maurice. Bölüm bölüm, birbirini izleyen anekdotlar halinde-anne daima anlatıda başrolde-konu ediliyor kitapta. İlginç ve aslında güzel olabilecek bir kitap ama yer yer gereksiz anlatımlardan sıkıldığımı itiraf edebilirim...
-Bir sahil kasabasında hizmetçisiyle birlikte yaşayan Mösyö Songe'nin yaşlı insanlara has günlük yaşamı ve anlık ufak-tefek çevresel ilişkilerini konu ediyor kahramanla aynı ismi taşıyan kitap. Bütünlüklü bir olay akışı yok. Anlatımı da, dili de çok sevmedim. Okumasanız da olur.
-Ve kitaplığın derinliklerinden çıkan bir kitap, Haluk İnanıcı'nın "Dinle Lisa"sı. 1. Dünya Savaşı nedeniyle yurdundan kopmuş köklü bir ailenin 12 Mart ve 12 Eylül'ü en ağır biçimde yaşayan küçük oğullarının yaşamından, aşklarından kesitler sunan bir kitap "Dinle Lisa". İlk yarısı daha okunası gelmişti bana, ikinci bölümde sanki gerçeklikten uzaklaşmış gibi bir duygu yarattı. Kısacası bu da tavsiye edeceğim bir kitap değil...
Karantinaya selam, okumaya devam...
|
Senin yorumlarına güveniyorum ve okuduğun kitapları okumaya gayret ediyorum.Coronasız günlerde okumak dileklerimle 📕📕📕
YanıtlaSilkeyifli okumalar tavsiyeni dikkate alacağım.
YanıtlaSilİlk paragrafa yürekten katılıyorum.
YanıtlaSilHayvan Müzesi'ni aklıma kaydetmiştim. İlk fırsatta edinmeli.
Sağlıkla kalın Nurşen Hocam. Sevgiler...
teşekkürler yorumlarınız için :)))
YanıtlaSilLeylakcığım,
YanıtlaSilYine ilk senden duyduğum kitaplar okumuşsun. :)
Neyse ki Ian McEwan'ın "Cumartesi" isimli romanını okumuş ve sevmiştim, yazarı biliyorum. :))
Ev işi yapmak ve hep evde olmak dipsiz kuyu gibi çekiyor içine. Az kaldı dayanma gücümüz, karantina adı üstünde kırk gün olmalıydı, şimdi zorluyor artık.
Zor isimli Macar yazar László Krasznahorkai ile tanışmanızın hoş olmamasına üzüldüm; kendisini severim de...:) Gerçi okuduğunuz kitap çekmemişti beni, onunla başlasam ne düşünürdüm bilmiyorum ve sizi okuyunca iyi ki onunla başlamamışım diyorum şimdi:) Savaş ve Savaş'ıyla oldu tanışmamız; hem karakteri sevmiştim hem de ince mizahını ve elbette kitabın tamamını, dolayısı ile kendisi en az Mc Ewan kadar sevdiklerimdendir:) İnsan birini sevince savunmak istiyor sanırım, aklınızı çelmek de istemem açıkçası:)
YanıtlaSil