Sabah dilimde şu dizeyle uyandım: "Dışarda gürül gürül akan bir dünya". Benim kuşağım hemen bilmiştir dizenin hangi şiirden olduğunu, tabii ki "Hasretinden Prangalar Eskittim". Bir şiirin ancak bu kadar şiirli bir ismi olabilir (nasıl bir cümle kurdumsa, koyver gitsin). Üniversitedeydim, "Arkadaş" filmi gösterime girdi, izlememek adeta ayıptı. O filmde Yılmaz Güney (Azem), Melike Demirağ'a (Melike) "Hasretinden Prangalar Eskittim" kitabını hediye eder ve bir sahnede de şiirlerden birini okur. Filmin ardından kitapta patlama yaşandı adeta, ardarda baskılar yaptı, Ahmed Arif'in adı da böyle duyuldu. Bir dönem elimin uzantısı gibi gezdirdiğim kitabın içindeki şiirlerin çoğunu ezbere bilirim, sahip olduğum o erken baskıyı bir şekilde kaybettim. Şimdi elimde olansa Cem Yayınevi'nden çıkmış 31. baskı. Cem kapandığına göre hangi yayınevi basıyor, kaçıncı baskı olmuştur bilmiyorum ama hala çok sattığına eminim. Her neyse işte şiirler kafama öyle yerleşmiş ki, sabah gözümü açtığımda kendi kendime "Dışarda gürül gürül akan bir dünya" diyerek uyandım. Akıyor valla, hem de bahar akıyor tek bir çiçekli ağaç göremeden. Aksın bakalım, gün olur biz de eşlik ederiz bu akışa "kararmasın yeter ki sol mememizin altındaki cevher"*
Dün yazamadım, hem yazmaya değmeyecek kadar boş geçen bir gündü, hem de akşam haberleri sinir katsayımı yükseltti. Alışacağız, alışmak zorundayız, sonuçta kendi evlerimizdeyiz, bilinçli davrandığımız sürece risk faktörümüz fazla değil, aklım fikrim yakınlarımda olsa da sağlık çalışanlarını düşününce şöyle bir kendime geliyorum. Dün sabah sokaktaki bir boru patlağını tamir için belediye ekipleri geldi, 6-7 kişi kadardılar, bir kepçe ve bir hafriyat kamyoneti ile birlikte. Maske, eldiven hak getire, eminim vardır ve kullanmıyorlardır. Zira en az yarım saat dipdibe verip sigara içerek muhabbet ettiler, gençliğin getirdiği umursamazlık ve ataklık desem içlerinde yaşı daha büyük insanlar da vardı, ben inanamıyorum bu aymaz tavırlara.
Geçiyorum bu adını anmak istemediğim konuyu, yeni kitabım "Şeytan Tangosu" demiştim. Macaristan'da ıssız bir köyde geçiyor, toplam nüfus sayısı 20'yi geçmez ama hepsi birbirinden tuhaf insanlar. Kasvetli, karanlık bir ortam, simgesel bir anlatım. Zor okunuyor ama sıkı kitap, sanırım bugün bitiririm. Filmi de varmış, bitirince izleyeceğim.
Bugünlük bu kadar olsun, yazıyı 3 yıl önce Antalya Müzesi'nin çok sevdiğim mor salkımlı bahçesinde çektiğim bir fotoğrafla bitireyim. Dilerim tez zamanda kavuşuruz bu güzel bahçelere, parklara, şehirlere...
*Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler/Nazım Hikmet
Ahmed Arif dediniz...
YanıtlaSilBiz de "Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
...
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin"
modunda oyle iceriden izleyecegiz bahari... ama umitle!
ürün yerleştirmenin adının olmadığı ama etkisinin olduğu zamanlar baya eskilerde o zaman... :) yani baya eskilerde derken... şey... :))
YanıtlaSil