Henüz valiz içinde Ankara'ya götürüp valiz içinde geri getirdiklerimi tam olarak yerlerine iade edemesem de Antalya'da olduğumu idrak etmiş durumdayım, kısacası iade yok, idrak var. Buzdolabına aç kalmayacak kadar öteberi de kondu, eh gerisi Allah kerim, yavaş yavaş hallolur.
Dün yolboyu dört olmasa da üç mevsimi birden yaşadık. Sabahın köründe Ankara'dan çıktığımızda ıslak bir kıştı, yağmur yoktu ama akşamdan yağan sulu kar-yağmur benzeri atıştırmanın izleri duruyordu. Sonra yollar kurudu ama arabanın termometresi -2 ile 0 derece arasını gösterdi Afyon'a kadar. Sivrihisar'dan itibaren de yolun sağı solu, tarlalar, ovalar, dağlar, tepeler karlıydı. Buz yoktu, sıkıntılı bir durum da, rahat bir seyir yaptık. Kocatepe'ye yaklaşırken manzara Uludağ benzeri bir görünüm almaya başladı.
Çiyiltepe tam kışlıktı:
Ve fekat Sandıklı'dan sonra kış sonbahara dönmüştü, arabanın termometresi de neşeyle 3 derecenin üstüne tırmanmaya başlamıştı.
Şu uzaktan sevdiğim rüzgar türbinleri amanın da amanın, Antakya'dan bu yana korkuyorum onlardan. Simon Manastırı'na tırmanırken aralarından geçmiştik, hava alacakaranlıktı. Oyy o neydi yaleppim, yanan kırmızı gözleri, uğuldayan sesleri ve devasa boyutlarıyla Gulliver Devler Ülkesi'nden çıkıp gelmiş gibiydiler, Allahını seven kaçsın 😀 O zamandan beri gözüme pek sevimli görünmüyorlar.
Güneş yahu, güneş var mı onun gibisi, Ankara'da neredeyse 20 gün yüzünü görmedik, Burdur'a yaklaşırken bağrıma basasım geldi (yaz günlerini unuttum tabii ki :).
Ve Antalya'ya giriyoruz, termometre 15'ler civarında, şehri girdiğimizde ise 18'i göreceğiz çok şükür, oh evim evim güzel evim :)
Dedikten sonra dün yapamadığım çelınç'e geliyorum, "52 haftalık sorular". Detaylar burada. Aslında çelınç İngilizce ama sağolsun Ferminanım kardeşimiz çevirmiş Türkçe'ye, şimdi geriden geldiğimiz için 3 haftalık soruyu bir çırpıda cevaplayalım:
1. Hafta: Nelere şükrediyorsunuz?
En başta kendimin ve yakınlarımın sağlıklı oluşuna, başımı sokacak bir evim, iyi kötü geçinecek kadar paramın oluşuna, kimseye muhtaç olmayışıma, aklımın yerinde oluşuna, kitap okumayı sevişime, sanattan zevk alışıma, kısacası hayattan keyif almamı sağlayacak her şeye şükrediyorum.
2. Hafta: Evim/Yuvam dediğiniz yer hakkında yazın:
Kendimi bildiğimden bu yana 8 değişik evde yaşadım. Öncesinde 2-3 tane daha olduğunu aileden duymuşluğum var ama hatırlamıyorum haliyle. İlk evim diye benimsediğim mekan ilkokula başlayacağım sene anneannemle oturduğumuz yerden ayrılıp taşındığımız minnak bahçe katı idi. O zamanlar cangıl gibi görünen küçücük bir bahçeye açılan, kelimenin tam anlamıyla nohut oda, bakla sofa bir evdi. Hatta apartmanın giriş katının tamamını kaplayan evsahibine ait dairenin bir kısmıydı bizim oturduğumuz yer. Kilitli bir kapıyla onların bölümünden ayrılıyordu. Evsahibinin kızlarıyla arkadaş olmuş, okula başlamış, bahçede oyun üstüne oyun kurmuştum, öyle çok sevmiştim o evi. 1 yıl sürdü oradaki kiracılığımız, unutulmaz anılarla ayrılmış ve bir diğer yuvam dediğim eve, Babil Kulesi benzeri C Bloğumuza taşınmıştık. Yine küçük bir daireydi ama bize çok geniş gelirdi, ferahtı, kocaman bir arsanın üstüne kurulmuştu, yeraldığı blok ve etrafı göz alabildiğine kırlıktı. Şahane komşuluklar, müthiş arkadaşlıklar, doyumsuz oyunlar, eğlenceler yaşanmıştı. Liseyi bitirene kadar sürdü oradaki yaşantımız, ağlayarak ayrıldık sonra, hiç unutamam, kitabımı okuyanlar bilir, çoğu öykünün baş kahramanıdır C Blok'taki o küçük daire. Oradan kendi evimize taşındık, yazları hala gidip kaldığım aile evim, C Blok kadar sevemesek de alıştık zamanla. Sonra Denizli var, kendime ait ilk yuvam, ilk eşyalarım, evliliğim, yeni bir hayat, yeni bir iş, yeni arkadaşlar. Bir süre acemilik çeksem de şehri de, evimi de, dostlarımı da çok sevmiştim. O çirkin, kenar mahalledeki evi elimden geldiğince güzelleştirmeye çalışmıştım. Duvarların fıstık yeşiline uyumsuz mavi marleyleri, salonun başköşesine yerleştirilmiş pembeye boyalı gömme dolabı görmemezlikten gelir, özenle seçtiğim güzelim eşyalarımı çifter çifter camlı kapılarla bölünmüş tren vagonu benzeri odalara sığdırmaya çalışır, mecburen tam kitaplığımın üstünden geçen metrelerce soba borusundan akan kurumdan kitaplarımı korumaya uğraşır, sık sık kesilen elektriklere söylenip mum ışığında saçlarımı üteler, ikide bir misafirliğe gelen cazgır evsahibinden illallah eder ama yine de çok severdim o evi. Kış günlerinde tecrübesizliğimizden yararlanıp kötü kalite kömürünü bize kakalayan aynı evsahibinin yüzünden soba tüter, evin içi dumana boğulur, açılan camlardan giren rüzgarla ev eski halinden beter soğurdu. Ama öyle bir bahar gelirdi ki Denizli'ye sobayı da, dumanı da, kurumu da unuturduk. Leylaklar açar, Şeytan pazarı canlanır, renklenir, okul yolu yeşerir, Honaz'dan gelen öğrenciler hevenk hevenk kirazlar getirir, bahçelerde güller coşardı. İki yıla yakın yaşadık o şehirde ve o evde, her an yeni bir eve taşınma isteğiyle ama bir türlü becerip çıkamadık. Bütün çirkinliğine rağmen çok sevdim, hala rüyalarımda toparlanır o eve taşınırım. Bir tek fotoğrafı yok elimde ama turuncu perdeleri, rengarenk yastıklı, turuncu desenli somyası, duvara yaslı kitaplığı, turuncu iplerle örülmüş örtüsüyle bir sürü giysi diktiğim dikiş makinesi, köşede kır kahvesini hatırlatan sandalye ve masalarıyla yemek köşesi ve akşamlarımızı şenlendiren siyah-beyaz televizyonuyla bir fotoğraf karesi gibi gözümün önünde o oturma odamız. Kendime ait ilk yuvam, Alamanyalı Pire Nuri'nin çirkin apartmanındaki güzel ev, nasıl unuturum...
Sonrasında Antalya'ya tayinimiz çıktı; oğlumun dünyaya geldiği bir kira evinde 11 yıl oturduk, sonra şimdiki evimize geçtik. Antalya artık "memleketim" diyeceğim yere dönüştü, evim içinse hep diyorum ya "evim evim güzel evim" 😀
3. Hafta: Daha çok/sık yapsam dediğiniz 5 şey:
-Dizim müsaade etse daha çok yürüyüş yapabilsem
-Daha çok param olsa sanat eserleri satın alabilsem
-Daha çok tiyatro, sinema, bale, konser izleyebilsem
-Sağlığımla daha çok ilgilenebilsem, doktora gitmekten tırsmasam
-Daha çok seyahat edebilsem
Çok uzattım galiba, e haydi gidiyorum artık, kalın sağlıcakla...
Çiyiltepe tam kışlıktı:
Ve fekat Sandıklı'dan sonra kış sonbahara dönmüştü, arabanın termometresi de neşeyle 3 derecenin üstüne tırmanmaya başlamıştı.
Şu uzaktan sevdiğim rüzgar türbinleri amanın da amanın, Antakya'dan bu yana korkuyorum onlardan. Simon Manastırı'na tırmanırken aralarından geçmiştik, hava alacakaranlıktı. Oyy o neydi yaleppim, yanan kırmızı gözleri, uğuldayan sesleri ve devasa boyutlarıyla Gulliver Devler Ülkesi'nden çıkıp gelmiş gibiydiler, Allahını seven kaçsın 😀 O zamandan beri gözüme pek sevimli görünmüyorlar.
Güneş yahu, güneş var mı onun gibisi, Ankara'da neredeyse 20 gün yüzünü görmedik, Burdur'a yaklaşırken bağrıma basasım geldi (yaz günlerini unuttum tabii ki :).
Ve Antalya'ya giriyoruz, termometre 15'ler civarında, şehri girdiğimizde ise 18'i göreceğiz çok şükür, oh evim evim güzel evim :)
Dedikten sonra dün yapamadığım çelınç'e geliyorum, "52 haftalık sorular". Detaylar burada. Aslında çelınç İngilizce ama sağolsun Ferminanım kardeşimiz çevirmiş Türkçe'ye, şimdi geriden geldiğimiz için 3 haftalık soruyu bir çırpıda cevaplayalım:
1. Hafta: Nelere şükrediyorsunuz?
En başta kendimin ve yakınlarımın sağlıklı oluşuna, başımı sokacak bir evim, iyi kötü geçinecek kadar paramın oluşuna, kimseye muhtaç olmayışıma, aklımın yerinde oluşuna, kitap okumayı sevişime, sanattan zevk alışıma, kısacası hayattan keyif almamı sağlayacak her şeye şükrediyorum.
2. Hafta: Evim/Yuvam dediğiniz yer hakkında yazın:
Kendimi bildiğimden bu yana 8 değişik evde yaşadım. Öncesinde 2-3 tane daha olduğunu aileden duymuşluğum var ama hatırlamıyorum haliyle. İlk evim diye benimsediğim mekan ilkokula başlayacağım sene anneannemle oturduğumuz yerden ayrılıp taşındığımız minnak bahçe katı idi. O zamanlar cangıl gibi görünen küçücük bir bahçeye açılan, kelimenin tam anlamıyla nohut oda, bakla sofa bir evdi. Hatta apartmanın giriş katının tamamını kaplayan evsahibine ait dairenin bir kısmıydı bizim oturduğumuz yer. Kilitli bir kapıyla onların bölümünden ayrılıyordu. Evsahibinin kızlarıyla arkadaş olmuş, okula başlamış, bahçede oyun üstüne oyun kurmuştum, öyle çok sevmiştim o evi. 1 yıl sürdü oradaki kiracılığımız, unutulmaz anılarla ayrılmış ve bir diğer yuvam dediğim eve, Babil Kulesi benzeri C Bloğumuza taşınmıştık. Yine küçük bir daireydi ama bize çok geniş gelirdi, ferahtı, kocaman bir arsanın üstüne kurulmuştu, yeraldığı blok ve etrafı göz alabildiğine kırlıktı. Şahane komşuluklar, müthiş arkadaşlıklar, doyumsuz oyunlar, eğlenceler yaşanmıştı. Liseyi bitirene kadar sürdü oradaki yaşantımız, ağlayarak ayrıldık sonra, hiç unutamam, kitabımı okuyanlar bilir, çoğu öykünün baş kahramanıdır C Blok'taki o küçük daire. Oradan kendi evimize taşındık, yazları hala gidip kaldığım aile evim, C Blok kadar sevemesek de alıştık zamanla. Sonra Denizli var, kendime ait ilk yuvam, ilk eşyalarım, evliliğim, yeni bir hayat, yeni bir iş, yeni arkadaşlar. Bir süre acemilik çeksem de şehri de, evimi de, dostlarımı da çok sevmiştim. O çirkin, kenar mahalledeki evi elimden geldiğince güzelleştirmeye çalışmıştım. Duvarların fıstık yeşiline uyumsuz mavi marleyleri, salonun başköşesine yerleştirilmiş pembeye boyalı gömme dolabı görmemezlikten gelir, özenle seçtiğim güzelim eşyalarımı çifter çifter camlı kapılarla bölünmüş tren vagonu benzeri odalara sığdırmaya çalışır, mecburen tam kitaplığımın üstünden geçen metrelerce soba borusundan akan kurumdan kitaplarımı korumaya uğraşır, sık sık kesilen elektriklere söylenip mum ışığında saçlarımı üteler, ikide bir misafirliğe gelen cazgır evsahibinden illallah eder ama yine de çok severdim o evi. Kış günlerinde tecrübesizliğimizden yararlanıp kötü kalite kömürünü bize kakalayan aynı evsahibinin yüzünden soba tüter, evin içi dumana boğulur, açılan camlardan giren rüzgarla ev eski halinden beter soğurdu. Ama öyle bir bahar gelirdi ki Denizli'ye sobayı da, dumanı da, kurumu da unuturduk. Leylaklar açar, Şeytan pazarı canlanır, renklenir, okul yolu yeşerir, Honaz'dan gelen öğrenciler hevenk hevenk kirazlar getirir, bahçelerde güller coşardı. İki yıla yakın yaşadık o şehirde ve o evde, her an yeni bir eve taşınma isteğiyle ama bir türlü becerip çıkamadık. Bütün çirkinliğine rağmen çok sevdim, hala rüyalarımda toparlanır o eve taşınırım. Bir tek fotoğrafı yok elimde ama turuncu perdeleri, rengarenk yastıklı, turuncu desenli somyası, duvara yaslı kitaplığı, turuncu iplerle örülmüş örtüsüyle bir sürü giysi diktiğim dikiş makinesi, köşede kır kahvesini hatırlatan sandalye ve masalarıyla yemek köşesi ve akşamlarımızı şenlendiren siyah-beyaz televizyonuyla bir fotoğraf karesi gibi gözümün önünde o oturma odamız. Kendime ait ilk yuvam, Alamanyalı Pire Nuri'nin çirkin apartmanındaki güzel ev, nasıl unuturum...
Sonrasında Antalya'ya tayinimiz çıktı; oğlumun dünyaya geldiği bir kira evinde 11 yıl oturduk, sonra şimdiki evimize geçtik. Antalya artık "memleketim" diyeceğim yere dönüştü, evim içinse hep diyorum ya "evim evim güzel evim" 😀
3. Hafta: Daha çok/sık yapsam dediğiniz 5 şey:
-Dizim müsaade etse daha çok yürüyüş yapabilsem
-Daha çok param olsa sanat eserleri satın alabilsem
-Daha çok tiyatro, sinema, bale, konser izleyebilsem
-Sağlığımla daha çok ilgilenebilsem, doktora gitmekten tırsmasam
-Daha çok seyahat edebilsem
Çok uzattım galiba, e haydi gidiyorum artık, kalın sağlıcakla...
Trabzon’dan Rize’ye otobüsle gidişimde, dağların denize paralel uzanmasının ne demek okduğunu birebir anlamam gibi, bu da coğrafya dersi gibi yolculuk olmuş. :)
YanıtlaSilYuvam sorusuyla cebelleşiyorum içlerimde...
Gide gele başımız döndü be Saçaklım, her metresini ezberledim neredeyse yolun, her mevsim geçmişliğim var. Coğrafya dersi oluşu o yüzden :)
SilBen de bir süre düşündüm, sonuncu ile ilki arasında kararsız kalıp ilkine ağırlık verdim. Sonuncu halihazırda mevcut nasılsa, paylaşıp dururum :)
Sarıldım sana...
Nurşen Hanım merhaba, çok yetenekli ve sabırlısınız. Gelip geçtiğimiz yolları böylesine belgeleyip bize yeni bir yolmuş gibi hissettirerek yazmışsınız. Dikkat gözlem ve yazıya yansıma bu. Yüreğinize sağlık. Bayıldım. Evler konusunu çok duyarlı yazmuşsınız. Kendime döndüm okurken. Duygulanmamak mümkün değil.
YanıtlaSilİnci Hanım çok teşekkürler, ne güzel sözler. Çok yaşayın.
Silİlk evimi unutmam mümkün değil, tekrar kelimelere dökmek hoşuma gitti, yazdım ya çok sık tekrar taşınırım oraya rüyalarımda. Denizli benim için çok özeldir o nedenle.
Sevgiler...
Ne de güzel bağlar kurmuşsunuz yaşadığınız yerlerle, ben bir kendimi düşündüm de yok öyle olmamışım.
YanıtlaSilAma biraz da yaş meselesi bendeki, sebep odur. Daha bağ kuracağın zamanlar olacak :)
Sil