.

.
.

26 Şubat 2017 Pazar

KORKULU ŞALANJ 9

Şalanjda 9. güne gelmişiz, dünü biraz es geçtim farkındasınızdır, ee hayat sadece şalanjdan ibaret değil, Oscar da var, gerisi boş, hahaha. Keşke öyle olaydı. 

Dün Belediye Tiyatrosu'nun bu sezon izlemediğim son oyununu da izledim: "Para". Belediye tiyatrosuna müteşekkirim bu yıl, sahneye koydukları birbirinden başarılı oyunlarla bize güzel anlar yaşattılar. "Para" aslında sezonun açılış oyunuydu ama ben ancak izleyebildim. Necip Fazıl'ın bir eseri bu ve haliyle 40'lı yılları anlatıyordu ama konu itibarıyla günümüzden pek farkı yoktu. Tiyatro öncesi çay, tiyatro sonrası kahve, eve gel yemek yap derken günü sonlandırdık. Yemek deyince dün ilk kez Brüksel lahanasını bayılarak yediğim bir yöntem denedim. İnstagram'da bir arkadaş paylaşmıştı, oradan Cafe Fernando'nun tarifine ulaştım ve normalde alıp alıp ya küflendirip attığım ya da "bunun tadı ne biçim sası sası" diyerek ağzımı eğdiğim Brüksel lahanası gözümde değer kazandı. Denemek isterseniz kısaca anlatayım, cidden enfes oluyor:


Yarım kilo Brüksel lahanasını temizleyip, yıkayıp boylamasına ikiye ayırıyor ve kağıt havluyla kurutuyoruz. Derin ve kapaklı bir tavaya 1,5 dolu kaşık tereyağı koyup lahanaların kesik kısmı biraz kahverengi olana kadar 2-3 dakika kavuruyoruz. Bir su bardağının dörtte biri süt kreması, yine dörtte biri su ve yarım bardak da sütü karıştırıp kavrulan lahanaların üstüne döküyor ve tuzunu biberini ekleyerek kapağını kapatıp 10 dakika kadar pişiriyoruz. Lahanalar yumuşayıp pişince servis tabağına alıyor, tavadaki sosun üstüne 1 limon suyu ekleyerek biraz daha kaynatıp koyulaştırıyoruz. Oluşan sosu lahanaların üstüne döküp sıcakken afiyetle yiyoruz. Et, tavuk ya da makarnaya eşlik edebilir. 

Karnımızı da doyurduğumuza göre gelelim şalanjımızın 9. sorusuna:

-Çocukken en korktuğun şey:

Ben çocukken bir sürü şeyden korkardım. En net korkumu 3-4 yaş civarındayken hatırlıyorum. Dedemin ölümü sonrası bir yıl kadar anneannem ve dayımla Saimekadın semtinde bir evde oturmuştuk. İki katlı bir evdi, biz üst katındaydık, alt katta ise kendi halinde, çocukluk çağını geride bırakmak üzere 3 evlatları olan bir aile otururdu. Babaları babam gibi devlet memuruydu sanırım. Akşam hep aynı saatte eve dönüşünden öyle tahmin ediyorum. İri yarı, çatık kaşlı, sert bakışlı, düzgün görünümlü bir insandı. Kimseyle bir derdi olmayan, iyi biriydi ama gelgelelim benim ödüm patlardı ondan. Kazara geliş saatinde kapının önünde falansam uzaktan göründüğü anda eve kaçardım. Annemle birlikteyken karşılaşsak kadının eteğinin altına girerdim adeta. Düşünüyorum, adamcağızın bana en ufak bir kötü davranışını, azarını, terslenmesini falan hatırlamıyorum, aksine korkumu sezer yanaşmak, iyi ilişkiler geliştirmek isterdi ama yok. Çatık kaşları mı, sert bakışları mı, yoksa iri yarı fiziği miydi korkumun sebebi şu andaki aklımla bile kestiremiyorum. O korku hep içimde kalarak taşındık oradan. 

Sonra böceklerden korkmaya başladım, bir sürü bacağı olan, kitin kaplı her canlı beni o zamanlar avaz avaz bağırtırdı, şimdi sadece yerimden hoplatıyor. Kendilerinden hala hoşlanmıyorum. Ay bak unuttum bir de kazlardan korkardım. Anneannem sel felaketinden sonra tamir ettirdikleri müstakil evde otururken bahçede kaz-ördek beslerdi ya da belki yanlış hatırlıyorum komşuları beslerdi. O kazlardan biri beni fena halde kovalamış ve korkudan ödümü patlatmıştı. Kaz sürüsü ortalıkta dolaşıyorsa kapıdan dışarı dahi çıkamazdım. Biraz daha büyüyüp ölüm olayını keşfedince annemin ve babamın her an ölebileceğinden korkmaya başladım. Annem zaten mevcut hayatı boyunca hep hastalıklardan şikayet ettiği için bu korkum yetişkinliğimde de tam gaz devam etti. 5 yaşındayken Trilye'ye yaptığımız ziyarette güya denize alıştırmak adına yaşatılan boğulma hissi ve ortaya çıkardığı travmayla denizden korkmaya başladım, o korkunun izlerini hala taşıdığım için denize girme olayına mesafeli dururum, yüzmeyi o sebepten bir türlü öğrenemedim. Yine ilkokul çağında bindiğimiz asansör kat arasında kalıp yarım saat içerden çıkamayınca hem klastrofobi sahibi oldum, hem de asansörden korkmaya başladım. Neyse ki ikisini de yenmeyi başardım. Yine de bazen rüyalarımda karanlık ve sıkışık bir yerde mahsur kalır, ter dökerek uyanırım. Çok çalışkan bir öğrenci olmama rağmen bazen sevmediğim derslerde kaytarır dersi dinlemezdim. O zaman da o konulardan sınavda soru çıkmasından korkardım. Ne derece bilinçaltıma işlemiş bir korkuysa bunca yıl sonra rüyamda matematik dersinde dalga geçip dersi dinlemediğim için eksik kalmış konular olur ve o konulara nasıl hazırlanıp, sınıfı nasıl geçeceğim korkusu yaşar, panik içinde açarım gözlerimi. Yılda birkaç kere tekrarlar bu rüya, şimdi bile :)

Vay be, meğer ne çok şeyden korkarmışım da haberim yokmuş :)

5 yorum:

  1. Tarif ilk fırsatta denenecek; şalanj herzamanki gibi şahane. ☺

    YanıtlaSil
  2. Ellerine sağlık tarif için şalanj gene muhteşem


    YanıtlaSil
  3. Bu tarifi burada gördüğümden beri feci meraktaydım. Hemen ilk fırsatta brüksel lahanası aldım, neyse ki hemen bozulmuyor bu akşam ancak pişirebildim. Nefis oldu. Böyle sanki Paris'te küçük fakat şahane bir restorana gitmişsin de orada yiyormuşsun gibi. On numara bir tarif. Yalnız benim sosu lahanalar içti, tavada pek sos kalmamıştı ben de çeyrek limonu lahanaların üstüne sıktım hafiften. Hem hazırlaması kısa sürüyor ve kolay hem de çok lezzetli. Tam sen nereden buldun bu tarifi diyecektim ki yazıyı tekrar okuyup Cafe Fernando'yu gördüm. Şimdi oldu. Teşekkürler Leylak Dalı'm.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay sevindim beğendiğine, gerçekten güzel oluyor. Ben ki Brüksel lahanasına hep mesafeli davranırım ama artık ilişkimiz yakınlaştı :) Ben Justine'in instagramında okuyup Cafe Fernando'nun sayfasına geçerek yapmıştım. Afiyet olsun, evet püreyle de iyi gider.

      Sil
  4. Şimdi aklıma geldi: pürenin yanına da enfes yakışabilir.

    YanıtlaSil