2- Çocukluk eğlencen neydi?
Ben 14 yaşına kadar tek çocuktum, bir mucize gibi kardeşim geldiğinde artık çocukluktan çıkmak üzereydim. Etrafında mebzul miktarda arkadaş olsa da tek çocuk kendini avutmayı, eğlendirmeyi öğrenmek zorundadır. Sıcak yaz tatillerinin sokağa inmeye izin verilmeyen uzun öğleden sonralarında binbir çeşit şey uydururdum kendimi avutmak için. Çok kitap okurdum ben çocukken de, okumayı söktüğüm an dostum olmuştu kitaplar. "Yanıma birkaç kitap, dergi koyun ve beni unutun", modum buydu, gık demeden tüm günü geçirebilirdim. Babam alabildiğince kitap alırdı ama sonuçta tek maaşlı bir memurdu, bütçesi kısıtlıydı. "Heidi"nin devamı niteliğinde yazılan "Heidi Büyüyor" kitabını alabilmek için epey dil döktüğümü hatırlıyorum, her seferinde "ay başında" cevabını alıp boynumun büküldüğünü gören anneannem halime acımış ve "Eydi büydü neymiş kız, ben alayım" demişti de o sayede kavuşmuştum kitabıma 😀
Şimdi YKY baskısıyla yeniden yayınlanan Ayşegül serisi favori kitaplarım arasındaydı. Neredeyse tüm kitapları edinmiş, defalarca okumuştum. Bayılırdım o çizimler, Ayşegül'ün şirinliğine, kardeşi Can'a, kedisine, köpeği Fındığa. Birkaç yıl önce YKY mağazasının vitrininde görüp heyecanla dalmış ama sayfalarını karıştırınca hayal kırıklığına uğramıştım, ne resimler o eski canlılığında, ne öyküler eski tadında idi. Kahramanların adı bile değişmişti. Bırakayım anılarımdaki gibi kalsın demiş ve almadan çıkmıştım. Ben okumakla kalmazdım o kitapları, hangi akla hizmet ediyorsam bir defter açar ve sayım yapardım. Her kitapta kaç tane adam, kaç tane kadın, kaç tane kedi, kaç tane ağaç, kaç tane koltuk, kaç tane elma vs var sayar not ederdim ve bundan müthiş keyif alırdım. Dedim ya, tek çocuklar kendini avutmak için her yolu dener. Google'da arattığımda hep yeni baskıların kapaklarını buldum, orijinal kapaklar Fransızca aslında idi, aşağıya bir-iki tane bırakıyorum, Gilbert Delahaye, Marcel Marlier çocukluğumun hayal tacirleriydiniz, toprağınız bol olsun:
Şu yanaklar tam makas almalık değil mi? Ya omuzdan bakan Fındığa ne demeli?
Türkçe'de "Ayşegül Çiftlikte" adıyla yayınlanmıştı, en sevdiklerimden biriydi. Müthiş pastoral çizimler vardı iç sayfalarda.
"Ayşegül Denizde"
Ve Ayşegül'ün en hamarat hali: "Ayşegül Evde"
Okuyarak eğlenmek derken bayıldığım "Tina", yayını sona erene kadar aldığım "Doğan Kardeş" ve "Çocuk Haftası", yolladığım bir şiiri epeyce değiştirerek yayınlayan "Mavi Kırlangıç" dergilerini unutmayalım. Başlarında kendimi unutur, saatler geçirirdim. Ve her genç kızın olmasa da her küçük kızın rüyası Kemalettin Tuğcu amcamızın yoksul edebiyatı kitaplarını da unutmayalım. Bir nesil onlarla büyüdü.
Kitaplar dışındaki ikinci eğlence kaynağım bebeklerdi. Saatlerce kendi başıma evcilik oynayabilirdim. 10 cm boyutundaki plastik bebekler favorimdi. Bizim çocukluğumuzda şimdiki havalı bebekler, Barbie'ler falan hak getire. O saçları olan, gözleri açılıp kapanan bebekler ancak yurtdışında akrabaları olan şanslı çocuklara gelirdi. Ben kel kafalı plastik bebeğime makara ipinden saçlar yapar, boyama kırmızı donu görünmesin diye çeşit çeşit giysi dikerdim. O bebeklerden bir tanesi şimdi elime geçse mutluluktan deliririm herhalde.
Sadece plastik bebeklerle oynamazdım, kağıt bebekler de ilgi alanımdı, hatta yaşım büyüdükçe daha da fazla ilgi alanıma girer olmuştu. Yenimahalle'nin en büyük kitapçısı Sipahi Kitabevi'nin merdivenle inilen loş dükkanına dalar, kağıt bebek yığınlarını kurcalamaktan usanmazdım, birini alsam diğerinde aklım kalırdı. Epey zengin bir birikimim vardı ve envai çeşit senaryolarda rol verirdim onlara. Kimi zaman kendim çizer, kendim giydirirdim, el yapımı koleksiyonum da oldukça zengindi. Google'da ne kadar aradıysam da benim zamanımdakilere rastlayamadım, en benzerlerinden bir-ikisini bulabildim ancak:
Evdeki tüm etkinliklerden sıkılma aşamasına geldiğimde sokaklar beni beklerdi. Bir önceki yazıda anlatmıştım, evimizin bizzat kendisi ve çevresi her tür sokak oyunu için idealdi. Saklambaç, seksek, yakantop, istop, kukalı saklambaç, ip atlama hatta çelik çomak. Bazı afacan erkek arkadaşların komik şakaları da bizi eğlendirirdi. Birkaç tuğlayı süslü kağıtlara sarar, kurdeleyle bağlayıp bir de şık fiyonk yaptıktan sonra ucuna upuzun bir sicim bağlar ve asfaltın ortasına bırakırlardı. Sonra hep birlikte zulaya yatardık. Süslü paketi caddenin ortasında gören birkaç hevesli ve enayi sürücü arabasını durdurur, inip pakete hamle ettikleri anda ipi çekiverirdik. Tanrım o insanların yüzü hala gözümün önünde, yürüyen paket hahaha 😀 Sadece biz değil o zamanın insanları da naifmiş.
Daha neler neler, anlatmakla bitmez. Bıktırır diye uzatmıyorum ama yeni neslin çocukları tabletlere ve telefonlara hapsedilmiş bir sanal dünyayla eğlenmeye çalışırken benim biraz için acımıyor değil...
Yaaa ne güzel , anılar çok kıymetli .. öperim seni kocaman
YanıtlaSilkendi çocukluğumu okumuş gibi oldum:)))
YanıtlaSilÇenebaz
o Martine'lerden bende bir tane en azından vardı ve o çizimlerin insan elinden çıkmış olduğuna inanamazdım benim için onu çizebilenler bir tür Tanrı'ydı. Kağıt bebeklerle çok oynadım ama hiç kendim çizip kesmek aklıma gelmezdi...ne kadar yaratıcıymışsın Leylak dalı.
YanıtlaSilAyşegül'ü, Kemalettin Tuğcu'yu okumaya bayılırdım ben de. Ama nedense Ayşegül'ün çizimleri hiç canlanmıyor gözümün önünde. O kağıt bebeklere bayılırdım bir de. Sanırım 90 yılından sonrakiler hiç öyle şeyler görmediler. Her şey o yıl bizimle birlikte son buldu galiba. 94 doğumlu kardeşimin hiç böyle şeyleri olduğunu hatırlamıyorum mesela.
YanıtlaSilNe güzel kitaplardı. Şimdikiler kitap da okumuyor.
YanıtlaSilDaha dün bir arkadaşıma "bizim zamanımızda kel kafalı, elbisesiz, ecüş bücüş bebekler vardı" diyordum. Yazıyı okuyunca yine o günlere döndüm. En sevdiğimdi benim de Ayşegül hikâyeleri, kağıt bebekler. Sonra bir doğum günümde teyzem altı, yedi tane Altın Kitap'tan çocuk klasikleri hediye etmişti. Hâlâ da kütüphanemde dururlar, ciltlerini kaplayan renkli kağıt kapaklarıyla...
YanıtlaSil