.

.
.

30 Temmuz 2015 Perşembe

DÜNDEN KALAN



Çıktım işte, sonunda dışarı çıktım, sıcakla birlikte gündemin üstüme çöken ağırlığından silkinip attım kendimi dışarı. Kapıdan çıkınca kafamı güneşe doğru kaldırdım ve "Ben Antalya'da daha ne sıcaklar gördüm, beni korkutamazsın naaber?" deyip bir de dil çıkardım. Güneş cevap vermeye tenezzül etmedi, intikamını birkaç saat sonra pedikür için oturduğum suni deri kaplı koltukta terletip açık renk pantolonumda yanlış intiba uyandıracak izler bırakarak aldı. 

Zorlu bir yokuşu derin nefesler alarak tırmandım, zirveye ulaşınca "formundasın beybi" dedim kendime, "son beş adıma kadar çarpıntın tutmadı". Güneş tepeden kıs kıs güldü, duymamış gibi yaptım. Baktım yol üstünde maaşımı aldığım bankanın şubesi var, müthiş zammımızın yatıp yatmadığını kontrol ettim, bakiye sıfırdı. Güneşe ilaveten bankamatik de kıs kıs güldü, hatta bir de nanik yaptı. Bu sefer duydum, hatta gördüm, "sensin salak" dedim ve yürümeye devam ettim. 

Kuaförün bulunduğu binanın girişi yazı orada geçirmeyi düşündürecek kadar serindi, merdivenlere oturup Eylül başına kadar kalkmamayı düşündüm ama randevu saatim yaklaşıyordu, bindim asansöre, çıktım yukarı. Şu dünyadaki en rahatlatıcı işlemlerden birini yaptırıp ayaklarıma ödül verdim. Ayaklar mutlu, ben hafiflemiş çıktım kuaförden ama dedim ya güneş öcünü almış, pantolonumda yanlış anlaşılacak ıslaklıklar oluşmuştu. Neyse ki aynı güneş kısa sürede izleri sildi. Metronun yürüyen merdivenlerinin trabzanlarına karşılıklı yerleşmiş iki velet muhtemelen kırmızı ışıkta bekleyen araçların camlarını çamura belemek amaçlı sünger ve püskürtmeli şişeler ellerinde, birbirlerini ıslatıp hem eğleniyor, hem serinliyorlardı. Onlara bakarken bacağımı basamağa sürtüp sıyırdım. Suçu güneşe atacaktım ama bir bulut bulup arkasına saklanmıştı, kös kös devam ettim yola. Bir arkadaşla buluşup keyifli bir sohbetle geçen bir-iki saatin üstüne kızkardeşe yollandım. Evine ulaşana kadar yürüdüğüm sokak akşam serinliğine kavuşmuş, güneş suçunu kabullenip başını önüne eğmiş, bahçelerden çimen-çiçek kokuları yükselmeye başlamıştı. Ne güzeldi, sanki her şey yolundaymış gibi...

(Fotoğraf yine alakasız, Angaramızın Emekli Sandığı'na aitken el değiştirip üç yıldır boş duran meşhur gökdeleni. Bakmayın öyle mahzun durduğuna zamanında ne havası vardı onun. Böğründe Kuzgun Acar'ın rölyefi, terasında ilk self servis restoranıyla Set Kafeterya ve en tepesindeki gece klübü  "Club X" ile şehrimizin simgesi idi. Şimdi eski günlerin hayaliyle avunup başına neler geleceğini düşünüyor. Ama etme bulma dünyası, zamanında bu kazuletin yerinde güzeller güzeli bir yapı-Uybadin Köşkü-varmış. Ne akla hizmet yıkıp bu göğe uzanan parmağı dikmişler hiç anlamış değilim. Ee alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, böyle kalabalığın içinde bir başına dikilirsin işte.")

2 yorum:

  1. Eskiden, bloglarla fazla haşır neşir olduğum bir dönemde buraya da sıklıkla uğrardım. Kısa sayılmayacak bir süre sonra tekrar geldiğimde sanki yazma şeklinizin biraz değiştiğini fark ettim. Pek beğendim bu öyküsel anlatımı. Bir ay önce "Angara"dan ayrıldım ve bu süreçte Ankara'ya dair pek bir şey görmemiştim. Kızılay'a, şu çirkin hale burada rastlamam pek iyi olmadı :) Fotoğrafı dik değil de yatay çekseniz ve biraz da sol tarafı kadrajlasanız herhalde bir başka kötü yapı örneğini de içine alırdı, sizin nitelemenizle bir "kazulet"i de diyebiliriz :) Ama eldekilerle yetinip Kocatepe'nin minarelerine de dikkat edebiliriz. Ankara'nın sözde en önemli camilerinden biri, şehrin merkezinden bakılınca karşılaşılan görünüşüyle bu özelliğini dimdik gösteriyor! Sıcaklar burada da fena halde kendini hissettirirken yorumu daha da uzatmayayım. Mutlu günler:)

    YanıtlaSil
  2. http://1.bp.blogspot.com/-w-r924QAHRs/UTfRmIr3KSI/AAAAAAAAEWI/kXPwvCBuGF0/s1600/016.jpg
    bir de link verebileydim.

    YanıtlaSil