Kısa tatilimin üçüncü günü ikindi üstü gayet keyifli bir yolculukla denizi, koyları, dağları, ağaçları, çiçekleri, kısacası baharla canlanan doğayı temaşa ede ede Datça'ya vardım. Takipçilerim kimin karşıladığını tahmin etmişlerdir. Evinin bahçesinde beni dalındaki limonlara eşlik eden mis kokulu narenciye çiçekleri karşıladı, baygın kokularla tamamladık günü:
Ertesi gün Datça dışına doğru yol aldık, sapsarı ponponlu çiçekleriyle yolun iki yanına teşrifatçı gibi dizilmiş Kıbrıs akasyalarının arasından geçerek önce Karaincir'e sonra da değirmenleri ve zeytin ağacımı görmek için Kızlan Köyü'ne çevirdik yönümüzü.
Sarışın akasyalar burayı da sarmıştı rüya gibi, değirmenler elden geçirilmiş, bir kısmı restorana çevrilmiş, henüz açılmamış sezonun sessizliğinde dev gibi yapılarıyla doğanın bekçiliğini yapıyorlardı adeta.
Ben görmeyeli çevre değişmiş, ağaçlar sanki seyrelmiş, araziye seralar yerleşmiş, binalar yapılmış. Zeytin ağaçlarının yanına ulaşamadım bile ama tahminim fotoğrafta en sağda görülen benim manevi evlat, kendisine uzaktan bir selam yollayıp Eski Datça'ya doğru yola düştük.
Aynı durum Eski Datça için de geçerliydi, sezonun açılmayışının ve havaların hala serin gidişinin sonucu pek ıssız, pek sessizdi. 2 yıl önce pırasalı börek yiyip çay içerek dinlendiğimiz ve pek sevdiğimiz mekana girdik yine, zaten açık olan iki-üç taneden biriydi. Etrafımızda dolaşan kedilerle ve köpeklerle muhabbet ederek yorgunluk attık, kuralı bozmayıp yine pırasalı börek ve çay istedik :)
Eski Datça'yı yeni sezona hazırlanması için bırakıp yeni koylara direksiyon kırdık bu defa, önce Ilıca, sonra Kargı Koyu.
Hava hafiften rüzgarlı olsa da güneş teselli armağanı olarak ışıklarını göndermekteydi. Cıva dökülmüş gibi parlayan deniz bakmakla doyulmayacak gibiydi.
Bu mevsimde Datça'ya gelinir de papatyasız olur mu? Yerli halkın saplarından yemek de yaptığı-bu yemeğe "dallama" adı verildiğini duyunca çok güldüm-iri papatyalar her yerde coşmuş durumdaydı. Leylak Dalı durur mu, attı kendini aralarına, fotoğraflamaya doyamadı :)
Eh yorulduk, kahveyi hakettik, manzaralı olunca tadına doyulmaz kahve sade olsa da. Liman manzaralı kahveleri içip akşamın muhteşem ışığında ufak bir yürüyüş de yaptıktan sonra rotayı yine şehre, Kumluk sahiline çevirdik.
Çünkü o akşam dolunay vardı, çünkü biz Zero ile uzun zamandır bunun hayalini kuruyorduk ve tamamen tesadüfi olarak bu sefer denk getirmiştik. Yerleştik Hüsnü'nün Yeri'ne, ateş yanarken tabak gibi kanlı bir ay doğdu tam karşımızda.
Unutulmaz bir akşamdı, Datça ışıklarını denize salarken, ay gökte yükselirken biz de yorgun ama mutlu eve doğru yollandık.
Bitmedi :)
Hoşgeldin Leylak Dalı, resimler de harika.
YanıtlaSil