Sanırım dün itibarıyle bahar kesin dönüş yaptı, arada 1-2 günlüğüne tatile çıkabilir ama yaz gelip "evi boşaltın, Almanya'dan oğlum gelecek" diyene kadar kalıcı görünüyor. Baktım hava güzel, baktım kaçırılmaması gereken bir sergi var, baktım almam gereken bazı zorunlu ıvır zıvır var, düştüm yola. Önce sergi dedim ve vasıtaya binmek ve kestirmeden gitmek yerine Kaleiçi'nin labirent gibi ara sokaklarında kaybola kaybola ulaştım Antalya'nın en eski parkının içindeki sergi salonuna. Daha önce hiç girmediğim sokaklara girdim, bildiğim sokaklarda kayboldum, dönüp dolaşıp aynı yere çıktım ama tüm bunlardan büyük zevk aldım. Güneş terletmiyor, hava portakal çiçeği kokuyor ve her yer rengarenkken zevk almamak mümkün mü zaten. Japon biraderlerimiz Yivli Minare'nin avlusuna tripodlarını kurmuş üşenmeden başında dakikalarca bekleyerek fotoğraf çekiyorlardı. Geri kalır mıyım onlardan, çektim çıkardım çantamdan emektar Makbule'yi, "fakirim ama gururluyum, sizde teknoloji varsa bizde vefa var" dedim ve betondan fışkırmış bitkileri fotoğrafladım. Japonların umurunda olmadı tabii dediklerim.
Daldım sonra Kaleiçi sokaklarına duvar yazılarını okuya okuya.
Birinin dediği öbürünü tutmuyor, "Şiir Sokakta" demiş bir duvar, sonraki "Hava soğuk, şiir evde" demiş :) Eve gidince şiir okuyayım bari deyip devam ettim yola.
Güzel, çirkin, sağlam, harap, restoreli, restoresiz evlerin arasından geçtim, kimine hayran oldum, kiminin kaderine üzüldüm.
"Direnesim geldi" demiş birisi, yıkık bir evden geriye kalan 2 bacayla 2 duvar da söz dinleyip direnmişler, arkadaki beton yığınına inat.
"Musalla Sokak"ı ufolar basmış, sahipleri görünürde yoktu. Olsalardı beni de uzaya götürmelerini rica edecektim.
Bazıları biraz ayıpçı, sprey boyalarına biber sürmek lazım :)
Sokak lambaları güneşle yarış yapar gibi gündüz vakti yanmaya devam ediyordu, elektrik faturaları bize yansıyacak. Yandık ki yandık...
Bir ara kayboldum dar sokaklarda, mağazanın birinin önünde nöbete durmuş cansız mankene yol sordum: "Devam et, her yol bildik bir yere çıkar nasılsa" dedi. Gele gele sofra kurulmuş bir duvara geldim, lakin bu sofraya oturmak için popoya vantuz takmak lazım :)
Çiçeklerle bezenmiş bu otelin önünden kıvrılınca karşıma şehrin en güzel manzaralarından biri çıktı. Her seferinde sürpriz gibi gelir, mutlu olurum.
Don Kişot'a bir selam vereyim dedim, baktım vandal öküzün biri adamcağızı tescilli Antalyalı yapmış, 07 yazan ellerine Sanço Panza tükürsün diyerek devam ettim yola.
Erguvanlar coşup parkı pembeye boyamıştı, bonus olarak da havada müthiş bir portakal çiçeği kokusu...
Ve sonunda manzaradan ve havadaki kokudan esrik serginin olduğu Kültür Merkezi'ne ulaştım. Ressam Belma Erçakar'ın rengarenk kadınlarını birlikte seyredelim:
Antalya'da olup gezmek isteyenler için sergi Bülent Ecevit Kültür Merkezi'nde, 17 Nisan'a kadar açık.
Emekliliğe dair hayal kurmuyorum sayfana girip bakacağım ve ne yapmışsan onları yapa yapa yaşayacağım :)
YanıtlaSilRengarenk kadınlara bayıldım şimdilerin modası mandala gibi yapmış
YanıtlaSilOy oy oyyy!
YanıtlaSilçok güzelmiş resimler ya.
Bakim bir aratayım, satın alabilirim. Pek güzel.
Fotoğraflar da keza.
Ne güzel!
YanıtlaSilNe güzel. Sabah sabah gülümsedim. Esenlikler dilerim.
YanıtlaSilAntalya Kaleiçi hatıralarım canlandı sayenizde.
YanıtlaSilSergi resimleri de harika. Kadınlar Çiçek Açmış...
Kaleiçi... beş sene oturdum, hep kayboldum sokaklarında (benden kaynaklanıyor muhtemelen:)) geçen sene de Bilge' yle kaybolduk ama illaki bildik bir yere çıkma duygusu ne güzeldir. Özlemiş miyim ne:))
YanıtlaSil