.

.
.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

KUAFÖRDE KİM VAR?


Görsel: Buradan

Kadın mütevazı salonun kapısından içeri girip elindeki boya paketini kendisini karşılayan genç adama uzattı. Adam "Hotgeldiniz" dedi, boş mekandaki 3 koltuktan birini işaret etti oturması için ve arka bölmeye boyayı karmaya gitti oyalanmadan. Boya hazırlanırken vakit geçirmek için geniş camdan dışarıyı seyretmeye koyuldu kadın, esasen görülecek bir şey de yoktu; kaldırıma çıkan merdivenler, kapı hizasında yeni yetme, cılız bir çınar ağacı, parketmiş iki-üç otomobil ve caddenin karşısında süpermarketliğe evrimleşmeye çalışan kirloz bir bakkal dükkanı. Gözlerini tekrar bulunduğu yere çevirdi, kuaför salonu sıradan bir pansiyon kadar yalındı. Sahibinin kişiliğiyle ilgili en ufak bir ipucu sunmuyordu müşterilerine. Her kuaförde bulunması gereken malzemeler dışında fazladan bir eşya yoktu, bir küçük vazo, bir resim çerçevesi bile. Temiz ve düzenliydi ama, "cilası yoksa da kalite iyi" diye söylendi kadın, "varsın dükkan sıradan olsun, adam sanatını gayet iyi yapıyor". O esnada bir şey farketti, dükkanın tekdüzeliğini bozan küçük bir ayrıntı; dengesi bozulup sarkan radyatörün sol yanına saç kremi kutusuyla destek yapılmıştı. Kremin markasını okumaya çalışırken boyayı karma işini bitiren kuaför elinde pembe naylondan tek kullanımlık önlük ile arkasında göründü. Hışırtıyla önlüğü boynuna doladı ve kadının sıcak nedeniyle yüzünü buruşturmasını görüp vantilatörü çalıştırdı. Fırçayı eline almadan önce "Bitey iter mitiniz?" diye sordu, kadın teşekkür edince de usta hareketlerle boyayı saça uygulamaya başladı. Kuaför aynasına bakmaktan oldum olası hoşlanmazdı kadın, gözünü sol yandaki turuncu kanepenin aynaya düşen yansısına dikip saçlarının ne kadar çabuk uzadığını düşünmeye başladı. Görünmeyen radyodan "Elbette" ile başlayıp devamı anlaşılmayan garip bir müzik sesi geliyordu. "Ne garip şarkı bu, kim söylüyor ki?" diye cevabı olmayan bir soru oluşturdu kafasında kadın, gözüne aynanın önünde duran kelebek toka ilişti. Oya Aydoğan'ı, Ahu Tuğba'yı ve 80'li yılları anımsadı. "Gelmiş geçmiş en rüküş on yıl 80'ler olsa gerek" diye düşündü, "alından bombelenip şu tokaya benzeyen tokalarla tutturulmuş permalı saçlar, duvardan duvara vatkalar, pileli şalvar pantolonlar, bir karış yüksekliğinde kemerler", "bırrr" dedi, "nasıl giymişiz o berbat şeyleri". Radyodaki ses değişmiş, Funda Arar söylemeye başlamıştı, severdi onu, bir süre kulak kabarttı. Dalgınlığını kuaförün sesi bozdu: "Ne zaman gidiyortunuz?". "Ekim başı" diye cevap verdi, havaların durumu ve kuaförün yeni doğan bebeği üstüne iki-üç dakikayı geçmeyen kısa sohbeti yine bir suskunluk takip etti. Pek konuşmazdı zaten kuaför, kadın da çok konuşan kuaförleri sevmezdi. Derken boya uygulaması bitti, kadın çantasından kitabını çıkardı, kuaför masasına geçip bir kare bulmacayı çözmeye başladı. Kadının kitabı "Yeraltına Mektuplar" adını taşıyordu. Yaşayan yazarların ölmüş yazarlara mektuplarından oluşan bir kitaptı. Doğan Hızlan'ın Behçet Necatigil'e yazdığı mektubu okumaya başladı. "Siz başkaları için yazan bir kuşağın son temsilcisiydiniz" diyordu Hızlan Necatigil'e. Necatigil'i ne kadar sevdiğini ve tanımayı ne kadar istediğini düşündü kadın, acaba tanısa hayal kırıklığına uğrar mıydı? Fazla durmadı üstünde, başka bir mektuba geçti: "Nihat Ziyalan'dan Ayçelen'e". Ayçelen kim diye düşünürken mektubun sonunda Ziyalan'ın esasında mektubu kendine yazdığını anladı. Kuaför saçlarındaki boyayı uçlara doğru yayarken o Ahmet Güntan'ın James Baldwin'e yazdığı mektubu okuyordu. Mektubun son satırıyla kuaförün "Yıkayalım mı?" sorusu senkronize oldu. Kitabı çantaya koyup, yüksekliğini her seferinde ayarlayamayıp kendini küt diye bıraktığı alçak saç yıkama setine yürüdü. Bu kez dikkatliydi, yavaşta yerleşti. Saçı yıkanırken aynadan yansıyan ve yıllardır değişmeyen üç posteri bir kez daha seyretti: Bombeli saç kesimi kafasında motosiklet kaskı gibi duran kızıl saçlı, Julie Christie'ye benzeyen dağınık saçlı, asi görünümlü kumral ve saçlarının sıklığına imrendiği muhtemelen kuzeyli sarışın. O esnada saçlar yıkanmış, kuaför her zaman yaptığı gibi bir tutam saçı bulaşık teli gibi kullanarak alnına ve şakaklarına bulaşan boyayı temizlemeye çalışıyordu. Sonra ilk günkü canlılığı kaybolmış kırmızı bir havluyu kadının başına sardı ve demin kalktığı koltuğu göstererek "Tizi töyle alalım" dedi. Kadın kahküllerinin biraz kısaltılmasını istedi, önüne düşen perçemlere bakarken aklına "saçın önüne düşünce ak mı kara mı anlarsın" atasözü geldi, "benimki çikolata kahve oldu" diye gülümsedi. "Tekil mi verelim, fön mü çekelim?" sorusuna "Şekil" dedi kısaca ve on dakika sonra parlayan saçlarını savurarak kuaförden ayrıldı.

16 yorum:

  1. Ekim'de Altın Portakal'da buluşuruz .İnşallah :)

    YanıtlaSil
  2. Dün akşam telefonda FB'da gördüm ama keyifle okumak için sabaha bıraktım. Sabah yatakta gözümü aştığımda aklımda Tante Rosa olması bir tuhaf geldi bana. Duştan çıkarken neden aklımda Tante Rosa ile uyandığımı anladım. Sebebi Kuaförde Kim Var? mış :)
    Kuaförün iç mekan tasvirini gayet başarılı buldum.
    Devam... heyecanla ben şimdi nereden gelecek bundan sonraki yazı merak ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gazla beni Selginim :) Senin gazınla diğer yazıları da kurcalamaya başladım :)

      Sil

  3. Dün akşam konuklarıma kocamın saçlı fotosunu göstermek için albüm çıkardım. Ben albüm bakmayı sevmem dedim. Şaşırdılar.
    Geçmiş zamanlardaki halime bakınca neden albüm resim bakmayı sevmediğimi bir daha anladım :) yazı da üstüne cuk oturdu.

    Benden de 'Tıhhatler oltun :)'
    Bi İznik yapıcam dönünce buluşalım bacım. Özledim seeni.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol bacım, Ekim'e kadar buradayım dönünce ara beni, ben de seni özledim...

      Sil
  4. Çok güzel bayılıyorum öyküleştirilmiş yazılara:) tıhhatler olsun:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tağol Yeliz :) Ben de senin yazılarına bayılıyorum ve de Arca beye :)

      Sil
  5. Leylağım ve onun kuaförle imtihan(lar)ı!
    Özledim blog dostlarımı...
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ekmekcim ben de seni özledim yav, yaz rehavetine kapıldın galiba :)

      Sil
  6. nasıl özlemişim yazılarınızı. gözümün önündesiniz hergün ama yorum yazamadıktan sonra okumak yavan geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zeynepcim sağol canım, sen oku yeter ki yorum yazmasan da okudğunu bilmek güzel...

      Sil
  7. Elbette... Candan Erçetin'in Elbette'si olsa gerek. Sağlam şarkıdır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok canım, Candan Erçetin'in Elbette'sini bilmez miyim, bu berbat arabesk birşeydi :)

      Sil