.

.
.

24 Temmuz 2009 Cuma

KAHVE, AKASYALAR, BEJ RENGİ ÇORAP, KOMŞUNUN BALKONU VS VS...

Sıkıldım sabah, odanın sıcağından da kaçmak istedim. Baktım balkon esintili, kendime bir fincan nescafe yaptım, yanına da dün kızkardeşle "Ankara'nın Markaları" projesi kapsamında sahibiyle söyleşi yapmak için gittiğimiz Flamingo Pastanesinden aldığım muhteşem lezzetteki İstanbul gevreklerinden bir tane koydum, yeni başladığım "Dullar Kasabasından Masallar" kitabımı da alıp yerleştim kendini bahçe sanan balkondaki koltuğa. Aslında elimde Vedat Türkali'nin son kitabı vardı; "Yalancı Tanıklar Kahvesi". Ama o kadar zor ilerliyordu ve kahramanları bana o kadar sevimsiz geldi ki yarım bıraktım. Belki ilerde geri dönerim ama Vedat Türkali'nin "Mavi Karanlık"tan sonra yazdığı kitapların hiçbirini aman aman bayılarak okumadım.

Kahveme süt eklerken hiç sevmediğim bir dizi olan "Bir İstanbul Masalı"nı hatırladım. Şimdi adını çıkaramadığım, başroldeki şımarık, hüzün böcüsü kız ile eşi rolündeki Mehmet Aslantuğ'un bir diyaloğu çok hoş gelmişti bana, dizinin izlediğim ender bölümlerinden biriydi. Koca karısına kahve yapıyor, sonra da süt isteyip istemediğini soruyordu, "Çok az" diyordu hüzün böcüsü, "Yanii" diyordu sabır küpü koca, "Fincanın içine bulut düşmüş gibi". İşte bu betimlemeye bayılmıştım. Ne zaman kahveme süt eklesem o görünüverip kaybolan bulut görüntüsüne gülümserim. Demek ki neymiş, bazen sevilmeyen şeylerden de güzel kazanımlar elde edilebilirmiş.

Neyse, kahve, kitap ve kendim konuşlanıyoruz balkona. Yaz nedeniyle geçici olarak bulunduğum babaevim işlek bir caddenin üstünde; vızır vızır trafik, egsoz dumanı ve gürültü balkon sefasının tadını kaçırabilir ama iki yanlı öyle güzel akasya ağaçları var ki onlar dayanılır kılıyor gürültüyü de, yoğun trafiği de. Yılda iki defa çiçeklenen değişik bir tür akasya bunlar, bu eve taşındığımızda ne boyuttaydılar hatırlamıyorum ama şimdi çoğu apartmanların boyunu aştı. Gümrah yaprakları ve gözalıcı yeşillikleriyle içimi açıyorlar. Kahvemi içerken seyre dalıyorum onları ama o ne, sol çaprazımdaki akasyanın tepesinde bej rengi bir erkek çorabı. Aslında o kadar kirlenmiş ki eskiden bejmiş demek gerekli. Ön balkonlara çamaşır asılmadığına göre çok rüzgarlı bir havada uçup gelmiş olmalı, muhtemelen kıştan kalma. Takılıyorum çoraba, normalde çok titiz biri değilim ama aykırı yerde duran eşyalar rahatsız eder beni. Yapılacak birşey yok, çorabı oradan almam mümkün değil. Gelgelelim artık elimdeki kitaba da konsantre olmam mümkün değil. İkide bir çoraba bakıyorum. Ancak sonbaharda yapraklar dökülürken düşebilir belki, o zamana kadar gözüm üstünde olacak.

Dikkatimi dağıtmak için karşı komşunun balkonuna odaklanıyorum. Camla kapatılmış o balkonda insanı bir hafta oyalayacak malzeme var, en olmayacak şeyler, mesela bir disco topu. Hem arasıra geceleri ışıklandırılan bir disco topu. İşte o zaman mahalle pek şenlikli oluyor. İki yandaki apartmanların üstüne renk renk yıldızlar yağıyor. Ha bir de ışıklı borulardan yapılmış, içiçe geçmiş bir kalp var, onu da Sevgililer Günü'nde yakıyor hanım, özel günleri atlamıyoruz yani. Sonra renk renk, çeşit çeşit rüzgar çanı var, balkonun tavanından hevenk halinde sarkıyorlar. Rüzgar çanlarının altında iki tane kocaman porselen bebek kendilerine tahsis edilmiş sandalyelerde süzülüyorlar, onlara saksıların içine dikilmiş devasa kelebekler ve ayçiçekleri eşlik ediyor. Balkonun diğer tarafı ise mutfağa sığmayan aletlerle dolu, hiçbirinin kullanıldığına şahit olmadım, bunlar yedekler galiba; semaver, fritöz, robot, mikrodalga fırın, elektrikli çaydanlık vs vs. Yoruyor beni balkon, tekrar çoraba dönüyorum, kıpırtısız duruyor akasya yapraklarının üstünde.

Caddenin karşısında bir kız yurdu var, altında dükkanlar olan. Sırasıyla oto yedek parçacısı, Adıyaman çiğköftecisi, K. şehri Yardımlaşma Derneği ve bir çiçekçi. İlk üç dükkanın önüne kadife çiçekleriyle tarhlar yapılmışken çiçekçinin önü kupkuru beton. İçerdekilerden bıktım, bir de dışardakilerle uğraşmayım diye düşünüyor galiba. İlk dükkanın, yedek parçacının kapısına bir masa atılmış etrafında 4 kişi, iştahla masadaki ekmekten kocaman lokmalar kopararak önlerindeki sahanın içinde menemen olduğunu tahmin ettiğim birşeye batırıp yiyorlar. Bir süre onları izliyor ve yine çoraba dönüyorum ki telefon çalıyor. Arkadaşım çiğbörek yapmış, beni çağırıyor. Çoraptan kurtulmanın zamanıdır, kalkıp hazırlanmalı...

11 yorum:

  1. kahve,kitap ve balkon keyfi.öyle canım çekti ki şimdi...

    kahveme süt asla koymam kahvenin tadını bozuyor gibi geldi ama "fincanın içine bulut düşmüş gibi" ifadesine bayıldım.

    YanıtlaSil
  2. Leylakdalı'm; bugün için konuşmuştuk ama sanırım olmayacak :( Sedef'lerin Haymana'dan dönme ihtimalleri çok yüksek: Hazırlık yapmam gerek.
    Bir dahaki hafta içine erteledim kendi kendime :(

    O diziyi ben de hiç sevmedim. Millet izlemekten kırıldı ama ben hiçbir şey bulamadım. Sadece Mehmet Aslantuğ için de izlenmezdi aslında oyuncu kadrosu çok iyiydi ama böyle külkedisi masallarına öykünen bir damakta kötü bir tad bırakan bir ekşiliği vardı :(
    Anlatımından oturduğun yeri çıkarmaya çalıştım ama başaramadım :) K. derneğinin ism olsaydı belki :) Ay sanki Ankara'yı çok iyi biliyorum da :P Kokoş ve hiçbir şey yokmuş, her şey yolundaymış gibi yaşayan komşularınla da mutluluklar diliyorum ayrıca :P

    Kaybolan çorabın diğer eşi nerede acaba?
    Anneciğim sık yapardı, ben de çiğbörek yapabiliyorum :) Eskişehir'li mi o hanım?

    Özürlerimi kabul edersen hafta içi gerekirse evden kaçıp geleceğim 'sen'ime :)

    YanıtlaSil
  3. Gülmekten kırılacaktım çorap takıntına ama malum iş yerinde ciddi olmak gerek birazcıcık.
    Anlatma ve hissettirme kabiliyeti budur.Şunu yaptım bunu yaptım demekten öte roman tadında okuyorum yazılarını.
    İnanır mısın o balkonda ben de oturuyordum sanki ve çorabı gördüm.Menemenin kokusu burnuma geldi.Daha ne diyeyim.İyi ki yazıyorsun...

    YanıtlaSil
  4. Selamlar,
    Çok hoş bir tarzınız var. Sizi okurken çok mutlu oluyorum.İyi bir gözlemcinin yazdıklarını okumak gerçekten çok zevkli.Bilmem seyrettiniz mi. "Arka Pencere".James Stewart-Grace Kelly. Bir Hitchcock filmi.Ayağı kırılan Stewart, sürekli oturduğu yerden dürbünle etrafı inceler.Bir cinayete şahit olur filan.Gerilim dozu bir yana, o pencereden izlenen çevre ve insanlarla ilgili kısım beni o kadar içine almıştır ki, her gün seyretsem bıkmam. Aslında bu ve birkaç filmden sitemde özellikle bahsetmeyi de hep düşünüyorum.
    Şu an benim elimde de Türkali'nin Güven'i var. Evet, Mavi Karanlık'tan sonra ben de zorlanıyorum.Uzattım, özür dilerim.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Yazdıklarımdan zevk almanız beni de mutlu eder arkadaşlar, sağolun. Asuman hanım ben de sizin yazdıklarınızı severek okuyorum. Gerçekten eski filmlerden bahsetmeniz iyi olur, bizler hatırlarız, gençler de öğrenmiş olur. Keyifli okumalar diyeceğim ama Güven için doğru olur mr, sanki roman değil de bilimsel birşey okur gibi, adamcağız bir de genç kız takıntısını yense:))

    YanıtlaSil
  6. çiğ böreğe de bayılırım
    keyifli günler diliyorum
    görüşmek üzere

    YanıtlaSil
  7. Sevgili Leylak dalı,
    Güven gerçekten pek keyifli okunmuyor. Ama şimdiye kadar hiç bir kitabı ve filmi yarım bırakmadım. Gerçi koca iki cilt gözümü korkutmuyor değil ama,
    görünüşe göre siz bitirmişsiniz. Lütfen bitirdim deyin de bana gayret gelsin :))
    Tekrar sevgiler..

    YanıtlaSil
  8. Yazını okuyunca balkona çıkıp kahve eşliğinde kitap okumak geldi içimden.
    Gevreği fotoğrafta görüp yazını okumadan Nurşen'ciğim Flamingo'ya gitmiş galiba dedim içimden.
    Vedat Türkali'nin kitabını okumamaya karar verdim.
    Beni de sıkacak farkındayım, bu yüzden geçen gün sordum ya sana.
    Ne güzel Ankara'nın keyfini çıkar.
    Sevgilerimle canım.

    YanıtlaSil
  9. Bitirdim Asuman hanım, epey önce okumuştum, yarım bıraktığım son kitabına kadar bütün eserlerini okudum. Bende bir takıntı vardır bir yazarın bir eserini beğendiysem bütün kitaplarını alırım, saçma aslında ama Mavi Karanlık'ı o kadar sevmiştim ki takıldım kaldım. Aslında adam 1000 yaşına geldi ne bekliyoruz ki, yine de üretiyor o yaşına rağmen. Siz Güven'e gayret edin biter, son kitap hiç çekilmiyor:)
    İyi okumalar, sevgiler...

    YanıtlaSil
  10. Özlemcim Asuman hanıma yazdıklarımı okuduysan konu Vedat Türkali idi. Ben de kendini yorma diyeceğim. Son yıllarda okuduğum en sevimsiz kahramanlar, kitap hiç çekmedi içine beni, bıraktım yarım, kitapsız kaldığım bir dönemde dönerim belki. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  11. Yazdıklarınız çok hoş,ben yine de çiğ börek kısmında takıldım kaldım :))

    YanıtlaSil