Bütün bir sabahı ve öğleden sonranın da yüklüce bir kısmını uyuşup mayışarak geçirdim. Uyuşmadığım sürelerde de laptopun başına konuşlanıp facebookda ne kadar oyun varsa oynadım. Pet Society'deki hayvanımsım (zira ne olduğu belli değil; çocuk, kedi, panda, tavşan arası birşey) Cico'ya, kazandığım "coin" lerle bir bilgisayar kasası ve monitör armağan edip sonra da balık tutmaya götürdüm. Bir sazan, bir ahtapot, bir lüfer, 2 parça yosun, bir eski postal teki ve paslanmış bir bisiklet tekerleği avladık. Sonra Cico'yu evine bırakıp sahip olduğum 3 çiftliği kontrole gittim. Olgunlaşan ürünleri hasat edip paraya çevirdim, çiftliklerden birine birkaç parsel daha ekledim, paprika biberi ve patates ektim. Hava çok sıcak olduğu için laptoptan gelen ısının da etkisiyle bunalınca oğlumun yaptığı mini vantilatörü (Biz ona aile arasında Vanti diyoruz) çalıştırdım. Çok komik ama çok faydalı bir alet bu; pervane kısmı eski bir bilgisayar fanı, fanın altındaki deliklerden kalın elektrik kablosu geçirilip kaide yapılmış, adaptörünü prize taktınız mı, oh, gel keyfim gel. Kendimi deniz kıyısında bir şezlongda, esen rüzgarla saçlarım uçuşurken buzlu meyve kokteylimi yudumluyor olarak hayal ediyorum. Yalnız hayal fazla sürüp mini ve çakma da olsa vantilatörün esintisi boynumda tutulma belirtileri gösterince "Yeter" dedi iç ses, "Yeter be! Kalk plajdan, git evine barbunyanı pişir." Çok sinirlenmiş gibiydi avareliğime; sindim, kalktım laptopun başından, çektim fişini Vanti'nin, aldım barbunyaları elime, yollandım kendini bahçe sanan balkona.
Dışarda hava rutubetli ama çok sıcak değildi, güneş bulutların arasında kaybolmuş, gölgeliydi balkon. Etrafı seyrederek barbunyaları pörtletmeye başladım. Renkleri çok güzeldi, bembe-beyaz, hele kabukları daha koyu pembe, alacalı bulacalı. Düşündüm, sebzeler çiğ yenmeli dedim, renkleri bozulmadan hatta mümkünse barbunya kabuklarıyla, patates soyulabilir ama onun rengi çamur gibi, hoş değil. Ben bu ulvi düşüncelerle bir gözüm akasyadaki çorapta ayıklama ameliyesini sürdürürken birden gök gürüldedi. Ne oluyor demeye kalmadan da indirdi sağanak, hem de ne indirme; koca koca, süt beyazı damlalar, öyle ki bir an dolu yağıyor sandım.
Dışarda hava rutubetli ama çok sıcak değildi, güneş bulutların arasında kaybolmuş, gölgeliydi balkon. Etrafı seyrederek barbunyaları pörtletmeye başladım. Renkleri çok güzeldi, bembe-beyaz, hele kabukları daha koyu pembe, alacalı bulacalı. Düşündüm, sebzeler çiğ yenmeli dedim, renkleri bozulmadan hatta mümkünse barbunya kabuklarıyla, patates soyulabilir ama onun rengi çamur gibi, hoş değil. Ben bu ulvi düşüncelerle bir gözüm akasyadaki çorapta ayıklama ameliyesini sürdürürken birden gök gürüldedi. Ne oluyor demeye kalmadan da indirdi sağanak, hem de ne indirme; koca koca, süt beyazı damlalar, öyle ki bir an dolu yağıyor sandım.
Ortalık inanılmaz güzellikte bir toprak kokusuna bulandı, ağaçların yaprakları parıldadı, parketmiş otomobiller tozdan arındı, kaknem cadde hamamdan yeni çıkmış latif bir dilber teravetine büründü. Akasya çiçeklerinin petalleri yağmurun hızıyla dökülüp yeşil derecikler oluşturdular ağaçların altında. Oturduğum yerde zevkten dörtköşe avuçlarımı uzatıp yağmur damlalarını yakalamaya çalıştım, mutlu oldum ya, kısacık bir zaman diliminde. Sonra başladığı gibi aniden bitti, güneş çıktı bütün haşmetiyle ortaya.
Bütün bunlar bir kilo barbunyanın ayıklanma sürecine sığdı, doğa bir mucize sundu kısacık zaman diliminde ve buna şahit olmak da bana yetip arttı. Kalan 3-5 barbunyayı yoldan akan sellere bakarak ayıklayıp bitirdim ve mutfağa yollandım.Akasyadaki çorap mı? Zıpkın gibi inen yağmur taneleri bile onu yerleştiği yerden sökmeye muvaffak olamadı. Islak bir kedi gibi ağacın tepesinden caddeyi kuşbakışı seyretmeye devam ediyor.
vallaha yıllardır sevmediğim için baklagil yemediğim halde canım çekti o barbunyayı hemde bu saatte -st:00,22- ya o gökgürlemesi. yaaa İzmir yanıyor ve o yağmur yüklü bulutlar nedense kuzeyden gidiyor.biraz inseler aşağıya ne güzel olucak ama.burda o yağmur yağsa kış zamanı kar yağdığında sabaha kadar kartopu oynayan izmirliler olarak inanıyorum ki dışarı çıkar yürürdük yağmur altında.
YanıtlaSilacayip keyifli bir anlatım okudum gecenin bu saatinde :)
YanıtlaSilBen işin çorabına takılıp kaldım.Ne inatçı bir şeymiş o.Kesin sahibi de inatçıydı onun...
YanıtlaSilYağmurun yağmasına şaşırmadım değil çünkü burası güneşte tam 54 derece.Çılgınlık!!!
Vantilatör demişken benim de çalıştığım bölüm kocaman olduğu için klima kurtarmıyor ve önümde ZASS diye bir arkadaşım var.Bütün gün üflemekten yorulmuyor nerdeyse onunla yatacağım :D İlk başlarda tutuluyordum ama şimdi alıştı vücudum.İyi bir ikiliyiz hehe....
Ohhh.. ne güzel bir yazıydı.. Nurşen sen niye kitap yazmıyorsun yaaa..Çoraba bende sardım.. makındım ağaçta göremedim.. çeksene şunun fotoğrafını .. he he he ...
YanıtlaSilO çorap orada hep dursun artık. Onu sizinle özdeşleştırdik bir kere.Gündelik telaşelerinizi yine bir şölen tadında sundunuz bizlere.Kimi yaşadığının farkında bile olmazken, böyle her ayrıntıyı, her küçük lezzeti yakalamanız hele de aynı güzellikte aktarmanız harikulade. Ben her gününüzü okumaya hazırım doğrusu.
YanıtlaSilSevgiler...
bloğumu şifrelemek durumunda kaldım bana yazarsanız davet gönderebilirim.
YanıtlaSilmercanbostancioglu@gmail.com