Rüyamda yine hiç çalışmadığım bir dersten sınava girmek üzereydim. Liseyi bitirdiğimden bu yana yılda birkaç kez gördüğüm ve her seferinde endişeden kahrolduğum bir rüyadır bu. Sabah uyanınca rüya olduğunu anlar ve "Behey salak kadın ne dertleniyorsun, sen liseyi değil üniversiteyi bile bitirdin, yaşın kaç oldu, kendine gel" diye bir azar geçerim şahsıma. Genelde bu ders cebir, geometri olur, ben ders esnasında önüme koyduğum kağıda resimler yapıp şık hocam Mualla'yı dinlemez, konuları es geçer, sınav günü de sıkıntıdan karnıma ağrılar girip ne yapacağımı bilemez olurum. Rüyam böyle ama normalde de içinden rakam geçen hiçbir dersi sevemedim ben, üstelik Fen Kolu mezunuyum. Bizim zamanımızda fen kolunu seçmeyenlere tembel gözüyle bakılırdı, bir nevi mahalle baskısı yani, şimdiki aklım olsa seçerdim edebiyatı, oh mis, en sevdiğim derslere yoğunlaşıp tereyağından kıl çeker gibi geçerdim sınıfları. Sınıfta herkes matematiğe, fiziğe, kimyaya meyletmişken ben edebiyat diye dellenir, millet redoks işlemlerini şak diye hallederken, aruz vezni çözümlemeye bayılırdım. Canım divan şiiri, failatün, failatün, failün 😂 Ben "Fuzulî rind-i şeydadır/Hemiş-i halka rüsvadır/Sorun kim bu ne sevdadır/Bu sevdadan usanmaz mı?" diye canhıraş şiirler okurken ön sıra komşum ve fen aşığı sevgili arkadaşım okuduğum şiirle dalga geçip uzun hava tarzında söylemeye kalkardı. Sonuçta ikimiz de mezun olduk ama o rüyalarında hâlâ matematik sınavına girmiyor tahminim, bense devam. Ay nefret, bu seferki Mualla'nın dersi değildi, açık öğretim gibi bir şeydi ve sadece matematik değil, bir sürü ders vardı hiç çalışmadığım. Dertler benim, çile benim, mutluluk Mualla'nın olsun mademse 😂
Ankara erkenden ısınıp yaz boyu bizi pişirmişken şimdi de erkenden soğuyup üşütmeye geçti. Deli mi ne? Sen Ankarasın, ısıtmanın da, üşütmenin de zamanı var, hem pastırma yazına ne oldu? Kasımda mıydı ayol o? İki senedir kışı da burada geçirdik neredeyse zorunlu sebeplerle, bu yıl Ekim başı kaçarız derken Kocam Bey çocuklara takdim edilmek üzere bidonlar dolusu yeşil zeytin kurdu. Mecburen onların tatlanmalarını bekliyoruz gitmek için. Zeytinler kıvama gelecek, tuzlanacak ve sahiplerine teslim edilecek ki biz de ana-baba olarak vicdanımız tertemiz, görevini yerine getirmişlerin huzuruyla evimize avdet edelim. Günlerdir ev zeytin bidonları, su bidonları, bir köşeye depolanmış iri tuzlar ve paketlerce limon tuzuyla adeta bir zeytinhane. Daha bunun Antalyası var, gideceğiz ve orada da kendi kışlık zeytinimizi kuracağız, ayağımızı değdiğimiz yerde zeytin bidonuna çarpacağız. Yemesi iyi oluyor haliyle de kıvama gelme aşaması biraz sıkıntılı. Ben yine de ufaktan yol hazırlıklarına başladım, iki ayağım bir pabuca girmesin diye yavaştan yavaştan toparlanıyorum. Gidene kadar idare ederiz diyordum ama baktım ısınamıyorum (özellikle ayaklarım buz) bugün törenle kombiyi de yaktık, giderayak hasta olmayalım. Şurada biraz ısınalım, nasılsa Akdeniz'de tekrar yaza döneriz bir süreliğine.
Kitap Fuarı'na gittik kız kardeşle geçen haftalarda, biri uzun, biri kısa süreli. "Özlemin Eski Tadı Yok" demiş ya kitabında Simon Signoret, kitap fuarlarının da eski tadı yok. Açıldığının üçüncü günü, bir pazar sabah saatlerinde gittik, nisbeten tenhaydı, insanlar pazar tembelliği ile bizim gibi fuara koşturmamıştı, en azından okullar yoktu ve kitaptan ziyade ayraç ve maskelere abanan ergenler de birbirinin üstünden atlamıyordu. En baba indirim yüzde 25 civarında olunca pek yüz vermedik çoğu standa. Sadece İthaki'den üç kitap alırsan yüzde 30 dendiği için 3 kitabı paylaştık kız kardeşle, sonra sahaflara yöneldik. Online sitelerden çok daha indirimli alabilecekken gerek görmedik. Yayınevleri de haklı, stant kiralarının çok yüksek olduğu söyleniyor, sahaflardan birkaç ganimet toplayıp döndük. Her şeye rağmen kitaplar arasında dolaşmak güzeldi. Birkaç gün sonra bir daha uğradık ki bu defa aşırı kalabalıktı, kıpır kıpır öğrenciler, durmadan yapılan okul anonsları arasında yarım saat ancak dayanabildik. Yine sahaflardan Joyce Carol Oates'in okumadığım bir kitabı ile Javier Marias'ın "Kurt Mıntıkası"nı alıp çıktım.
Dişe dokunur bir diğer etkinlik ise Sevda (Bilgenin Annesi) ile gittiğimiz Çağdaş Sanatlar Galerisi'ndeki "Zamanın Renkleri" sergisi oldu. Tanınmış ressamların koleksiyonlardan alınma resimleri ile oluşturulmuş güzel bir sergi gezdik. En çok Neşet Günal'ın "Korkuluk"u ile Mehmet Pesen'in "Köyde Düğün Var"ını sevdim:
İkinci resimde öyle ince detaylar var ki orijinalini görmenizi isterdim, keşke benim olsaydı diyerek ayrıldım başından 😊
Son bildirimlerimi de yapıp veda edeyim, En son Diane Keaton'un ölümü üzerine "Annie Hall" filmini izledim, Storytel'de Şebnem İşigüzel'in bitmek bilmeyen "Sarmaşık"ını dinliyorum ve Antonio Iturbe'nin "Auschwitz Kütüphanecisi"ni okuyorum.
Ve şimdi yürüyüş zamanı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder