Merkür retrosu mu var dostlar, iki gündür benim elektrikli aletlere bir şeyler oluyor. Dün uzun süre internetim yoktu, ha geldi, ha gelecek, tık yok. Aradım arızayı, dediler sinyaliniz düşük ekip yollayacağız. Sonra ilave etti "Hata sizden kaynaklanıyorsa faturanıza 100 lira eklenecek". "Pardon da" dedim, "internet hatası nasıl benden kaynaklanır, fiber kabloları mı kesiyorum mesela?", "Yok" dedi, "modemin fişini takmamış olabilirsiniz mesela". "Senin yaşın kadar süredir internet kullanıyorum çucuuum ben, yok öyle bir şey" diyerek kapattım ve kesin bunlar yine modeme bulacaklar kabahati dedim. Dediğim gibi de çıktı. Bu 3. uzun süreli kesinti 3 yıldır ve her seferinde modemi suçlarlar ama ondan sonra tıkır tıkır çalışır modemcağız, internet sağlayıcıların günah keçisi garibim. Genç bir görevli geldi, "sinyaliniz yüksek, modeminizde proplem" buyurdu. Lakin telefondaki görevli sinyal düşük buyurmuştu deyince de kem küm edip çözdü sorunu ama yiğitlik bende kalsın kabilinden ayrılırken yine modeme çamur attı. Neyse şimdilik hallettik sorunu, beni Antalya'ya dönene kadar idare etsin razıyım, zira internetsiz kaldım mı aç kalmışım gibi hissediyorum 😂
Sabahleyin ilk işim interneti kontrol etmek oldu, baktım işler yolunda, rahatladım. Modem ha! O modem elektronik ve elektrikli aletlerin öbür dünyasında alacak sizden hakkını. Neyse kahvaltımı yaptım, evi süpüreyim dedim. Haydaa, dayısının oğlu çalışmıyor. Bu internetten de büyük bir sıkıntı, zira dayısının oğlu elim, ayağım, velinimetim, iki gözümün nuru. Dayısının oğlu da ne diyeceksiniz, marka ismi vermiş gibi olmayayım ama Dyson süpürgenin bizim ailenin arasındaki ismi dayısının oğlu. Benim gibi ev işlerinden ve ev aletleri arasında en çok kuyruğumda robot gibi dolanan elektrikli süpürgeden nefret eden biri için bir nimet. Ağlamaklı oldum, oğlumu aradım. "Merak etme şarjda problem vardır, hallederiz" dedi, umarım öyledir.
Bir üçüncü arızaya tahammülüm kalmadı, bu konuyu kapatıp geçenlerde yaptığım yürüyüşten söz edeyim size biraz. 17 yaşımdan bu yana bu semtte otururum, haydi diyelim sonraları Antalyalı oldum ama çalışırken yazlarımı, emeklilikten sonra da yılın en az 4-5 ayını burada geçirdim. Evin yakınlarındaki üç-beş sokak ve kolaylıkla ulaşabildiğim yakın semtler dışında şöyle etraflıca dolaşmamışım. Haydi dedim, sokak keşfine. İncesu'ya doğru uzandım, asfaltın altındaki derelerden birinin ismi İncesu, Ankaralı olmayanlar için açıklama yapayım, semt ismini oradan alıyor. Buraya taşındığımız ilk zamanlar dere açıktan akardı incecik de olsa Kurtuluş Parkı'nın yanından Sıhhiye'ye doğru, sonra diğer dereler gibi o da yeraltına gömüldü ama tam kavşakta rutubetli, lağımsı kokusunu salıyor üstümüze, görünmesem de ben buradayım dercesine. İncesu'da hoşuma gidebilecek bir sokak aradım ve yokuşuna rağmen Dedeefendi'de karar kıldım. Yıllardır adım atmadığım bir sokak, oysa babamın bir arkadaşı otururdu yokuşun başlangıcında ve sık görüşür, hatta birlikte tatillere giderdik. İnanılmaz neşeli bir insandı, olayları öyle komik anlatırdı ki gülmekten yerlere yatardık. Şişe dibi gözlükleri vardı, uzun süre gözündeki bozukluğu kimse fark etmemiş, Karadenizli bir köylü çocuğu, herkes kendi derdinde, o zavallım da insanlar öyle görür sanmış. Neden sonra bir akrabası almış bunu İstanbul'a götürmüş, görmesindeki sıkıntının farkında. Köprünün üstünde numaralı gözlük satan bir seyyardan buna bir gözlük almış o yakını. Gözlüğü takıp İstanbul'u-artık ne kadar uygundu o gözlük, ne kadar net görebildi tartışılır-pırıl pırıl gördüğünde ağladığını anlatırdı ama öyle komik anlatırdı ki siz gülerdiniz. Genç denebilecek bir yaşta saçma sapan bir kazada vefat etti. Şehirlerarası bir yolculukta su kaynatan arabasını yolun sağına-ki yan taraf uçurum-çekip radyatör kapağını açtığında yüzünü yakan buhardan kaçmak için irkilince uçurumdan aşağı yuvarlanmış. Aklıma geldikçe içim acır.
Lafı uzattım, işte Dedeefendi'yi tırmanırken gözüm onların evini aradı ama heyhat yıllar hem apartmanın ismini unutturmuş, hem de kentsel dönüşüm belki de alıp götürmüş binayı. Sokak boyu her apartmanın bahçesinde birer ikişer ateş dikeni, yazın gülhatmi, baharda leylak, sonbahar-kış ateş dikeni, hilafsız her bahçede var. Henüz turuncu renkteler, kışın kıpkırmızı olacak ve yalnızca taksilerin renklendirdiği gri Ankara'yı kızıla boyayacak.
Bıktım ben de güzelim apartmanların yıkılmasından, şehri kimliksizleştirip duruyorlar; sen yine "kaymakam karısı" diyip biraz yumuşatmışsın ama ben bazen direkt sövüyorum Leylağım :') Kentin ruhunu yok ediyorlar...
YanıtlaSilÇook seneler önce Ankara'ya gideceğimi duyan biri bana mutlaka Ankara simidini ye öyle gel demiş. Ben de öyle tutmuşum aklımda "Ankara simidi" diye. Bir simitçi görünce yolumun üstünde, saf saf ona - henüz 17 yaşındayım - "sizde Ankara simidi var mı?" diye sormuşum. Uzun uzun süzmüş beni gözlerini hafif kısıp. "Istanbul'lu musun?" demiş. "Nereden anladın?". "Simite Ankara simiti deyişinden." Şimdi sen de Ankara simidi deyince birden aklımda ampul gibi yandı o anı. Kendi kendime hala gülüyorum.
YanıtlaSilUçurumdan kazayla düşen amcaya çok üzüldüm ama. Ne kadar saçma bir kaza olmuş, yazık.
Geçmiş olsun Leylağım, umarım siğillerin donmuş ve düşmüştür ve de rahat edersin gayri. :)
YanıtlaSilNe güzel gezmiş ve anlatmışsın, niyet edince insan kırk yıllık mahallesinden bile bir dolu hikaye çıkarabiliyor, çok tatlı. :)
Bu aralar merkür retrosu yok bildiğim kadarıyla, talihsizlik olmuş diyelim. ;)