.

.
.

26 Ağustos 2025 Salı

RUTİN DIŞI 2

 

Sabahın köründe burnuma konan karasineğin vızıltısıyla uyandım. Sinek de sinek olsa, karıncadan hallice bir şey, ne eni var, ne boyu ama maşallah vızıltısı yerinde. Bir yandan ısrarla burnumun iniş ve çıkışlarında (kendisi Karadenizli galiba, burnum nedeniyle hemşeri olduğumuzu düşündü, yakınlık kurmaya çalışıyor) gezinen yaratığı kovmaya çalışırken bir yandan çocukluğuma döndüm. Dedemin Ulukışla ile Konya Ereğli arasında, E5 Karayolu kenarında bir bahçesi vardı, yaz geldi mi babaannemle birlikte oraya göçerlerdi. Kilometrelerce uzanan bozkırın ortasında o birkaç bahçe bir vaha gibi görünürdü yoldan geçenlere. Güzel olmasına güzeldi, envai çeşit meyve ağaçları, dönümlerce bağ, babaannemin zaman zaman uğraşıp yaptığı bostan çok verimliydi. O boz toprakta bunca ürün nasıl yetişir şaşardınız. Gelgelelim çok ıssızdı, şebeke suyu ve elektrik yoktu. Hatta bir kuyu, bir tulumba bile yoktu. Bahçe kapı önünden ve ağaçların arasından akan arıktan sulanır, içme suyu ise Ulukışla'dan bidonlarla getirilir ya da epey uzaktaki bir kaynaktan doldurulurdu. Haliyle hijyenik bir tuvalet de mevcut değildi, derme çatma tahta bir kulübenin içine kazılmış, üstünde sineklerin ve arıların oğul verdiği bir çukur. Bunların hepsine bir şekilde tahammül edilebiliyordu, serde çocukluk vardı zira. Gündüz ağaçların altında oynayarak, ekşi elma ya da ham erik dişleyerek, asmalardan koruk toplayıp terleterek, topraktan fırın yaparak ya da iki çöpü birbirine çatarak yaptığım bebekle oyunlar kurarak geçerdi ama ah o geceler 😠 Bahçenin girişindeki kerpiç ev iki katlıydı ama alt kat mutfak, bahçe gereçleri deposu ve kiler olarak kullanıldığından kaç kişi olursak olalım üst kattaki tek odaya sığışmak zorundaydık. Büyükçe bir odaydı, baş köşede dedemin iki kişilik pirinç karyolası dururdu, karşılıklı iki sedir, bir masa, birkaç sandalye, hepsi bu kadar. Kişi sayısı arttıkça yüklükten indirilen yer yatakları serilirdi zemine. Elektrik olmadığından gökte ay da yoksa E5'ten geçen araçların titrek farlarından başka bir şey görülmezdi ışık olarak, uzaktan uzağa motor homurtuları gelirdi. Annemin koynuna sokulur, geceyi dinlerdim. Dedem dünyanın en gamsız adamıydı, sıkıntılı bir durum ortaya çıkarsa sağ elini havada sallar ve "Geçer" derdi. Geçerdi gerçekten, böyle diyerek mesane kanserini sağaltmıştı adam. Akşam yemeğini yer, yatsı namazını kılar, hava kararır kararmaz çubuklu pijamalarını giyip kendini yatağa yerleştirir, sonra babaanneme "Sırtımı bastır" derdi. Yorganını bile örtemeyecek kadar beceriksizdi. Sırtı bastırıldıktan beş dakika kadar sonra da horlamaya başlardı. Aman tanrım o nasıl bir horlama idi öyle, E5'ten duyulduğuna eminim 😂 Dinmezdi, bitmezdi. Ömrü boyunca uykusuz olan annem zaten gözleri açık yatardı da küçücük halimle ben bile gecenin çoğunu uykusuz geçirirdim Ezan okunurken yorgunluktan daldığımda ise sabahki sineklerin büyük büyük dedelerinin senfonisi başlardı. Burnumdan kalkar, ağzıma konar, ağzımdan kovalarsam alnıma yerleşir, rahat huzur vermezlerdi. Üstelik sabahki gibi tek başlarına değil sürüsüyle hücum ederlerdi, sabah müziği olarak sinek vızıltısıyla uyanmak bahçede geçen günlerin kaderiydi. 

Şimdi o karayolundan geçseniz ve aynı mevkide bahçenin olduğu yana baksanız ekildiyse buğdaylarla dolu, ekilmediyse bomboz araziler görürsünüz. Dedemin ölümünden sonra kimse ilgilenemedi bahçeyle, bir süre sonra söktürülüp tarlaya dönüştürüldü. Sevmezdim orada geçirdiğim günleri ama yine de içim sızlamadı değil. Aşağıdaki fotoğraf o günlerden: 


Büyük kuzenimle eşeğe binmişiz, yaşıtım olansa inseler de ben binsem gibisinden bakıyor 😀 Kahkülümden tanırsınız sanırım beni, kendisi mütemmim cüzümdür yıllardır. Arkamızda kerpiç bahçe duvarının üstünden taşan iğde çalıları. İğde kokusuna olan meylim o yıllardan mıdır acep?

4 yorum:

  1. 12 yaşındayken ilk defa köye gittik babaannemle halamın evine. Nasıl bir hevesle gittim ama bir kaç gün sonra dönmek için gün saydım. Hiç sevemedim o zamanlar elektrik yok su bahçeden taşıma ben alışkın değilim. Halamın eşi ve çocukları Hülya hadi ışığı yak diye dalga geçiyorlar. Babaannemin başının etini yedim gidelim diye. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı duygulardaymışız Hülya Hanım, hâlâ sevmem biliyor musunuz :)))

      Sil
  2. Çok gülerek okudum, sanırım benzer coğrafyaların yaşamları ve anıları da benzer, elbette babanne dede gibi karakterleri de... Bizim şansımız sadece yazları oralarda olmaktı. Çocukluğun keyifleriydi her bir an bizim için, dönüşte şehire varacağımızı biliyorduk... Belki de o nedenle köy -tüm canlıları ile birlikte- enfes bir masaldı bizim için, yazıyı okurken burnumda tüttüler desem yeridir:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz de taş taçlasa bir hafta giderdik babamın yıllık izin zamanlarında ama o bir hafta bile bana nasıl zor gelirdi anlatamam. Sanırım ruhum şehirli, köy bana göre değil, gideyim göreyim döneyim, kalmayım. İlla o şehir kaosuna döneyim istiyorum. Bir de yalnızlık, kuzenlerle denk gelirsek bir-iki yaz yine iyi kötü katlanılır olurdu ama tek başıma müthiş sıkılırdım. Şimdi güzel anıyorum o günleri ve bahçenin sökülmesine üzülüyorum ama dön desen döner miyim bilmiyorum.

      Sil