Dün yoğun sıcağa rağmen Kale'ye gidip "Türk-Rus Dostluk Evi"ni gezmeye karar verdik. Bir noktaya kadar minibüsle gitsek de indikten sonraki kısa mesafe bizi daha çok yordu. Zira hem yokuş, hem sıcak, hem de paket taşlı zemin yürümeyi zorlaştırıyordu. Nedense bu Rus Dostluk Evi ziyaretlerimiz ya tipik Ankara ayazına ya da çöl sıcağına denk geliyor, üstelik ayazdaki gidişimiz hüsranla sonuçlanmıştı, mekan müze olarak kabul edildiği için pazartesi olması nedeniyle kapalıydı. Gelgelelim kız kardeşle ikimiz gezme söz konusuysa kafaya koyduğunu yapan tiplerden olduğumuz için inat da bir murattır deyip bu kez başardık.
Koyunpazarı Yokuşu'nu ter dökerek tırmandık, esasen Kale her zaman ilgi çekicidir, dükkanların önünde ya da içinde saatlerce vakit geçirilebilir ama çok sıcaktı ve etrafı pek gözümüz görmedi:
Terler saç diplerimizden akarken sonunda Kale göründü, solda Rahmi Koç Müzesi, sağda Kirit Cafe:
Kale kapısından girdik içeri yoğun kalabalığa karışarak. Kale duvarları tadilata alınmış, zira çatlaklar büyümüş. İlkel zamanların yapısı modern zamanlara dayanamamış.
Ana girişten girince ilk sokaktan sağa sapıp Türk-Rus Dostluk Evi'nin bulunduğu konağa ulaştık:
Duvara konuşlanmış, üzerinde "Gelibolu Hatırası" yazan teknenin ve konağın bekçisi gibi duran ayunun dostluğumuzla olan alakasını çözemesem de vardır bir bildikleri deyip girdik içeri. Konak adeta bir labirent, odadan odaya, salondan salona geçerken insanın başı dönüyor, merdiven inip çıkmaktan da başkalarını bilmem ama benim protezli dizler "İmdat!" çığlıkları atıyordu. Asansör varmış esasen ama merdivenlerde de bir sürü obje olunca görelim diye kullanmadık.
Duvarda son Çar Nikola'nın kızları Mariya, Tatyana, Anastasiya ve Olga ile küçük oğlan Aleksey'un tablosunu görünce ilkokulda iken "Hayat Tarih Mecmuası"nda okuduğum öldürülmelerini anlatan yazı ve Rasputin Efendi geldi aklıma, bir kez daha ürperdim:
Gezmekle bitmeyen odalar ve salonlar yapmışlar, bir süre sonra başımız döndü. Esasen daha Rus kültürüne ait şeyler bekliyordum ama duvarlarda çoğu acemice yapılmış tablolar, cırtlak renkli mobilyalar, duvarlar, kitsch objeler sürekli aynı şeyleri görüyormuşuz duygusu uyandırdı. Bir odada satışa sunulan seramik ve benzeri objelerin ise Rus kültürüyle zerre ilgisi yoktu, her yerde bulunacak türden ürünlerdi ve fiyatları da el yakıyordu. Mekanı gezmek de ücrete tabii, kişi başı 30 lira ödüyorsunuz. Terasta ve terasın girişinde cafe olarak kullanılan bir mekan var. Terasın manzarası güzeldi ama şemsiye ya da koruyucu bir tente olmadığı için oturup bir şeyler içmek mümkün olmadı.
Bir süre oyalanıp bulmaca çözer gibi hangi bina nerede, hangi yeşil alan hangi parktır bulmaya çalıştık. Sonra "Ankara ne kadar küçükmüş" diyerek kalan odaları gezmek için içeri girdik.
Sergilenen onca şeyin içinde en çok çavdar sapıyla oluşturulmuş, Rus dansı yapan bir çifti konu alan bu tabloyu sevdim, en azından özgündü. İki adet de karakalem Atatürk resmi gördük ama birinde Atatürk'ü Lenin'e benzetmişler, diğerinde ise süzgün bir yüzle resmetmişler, alaka kuramadık.
Gezecek başka oda kalmayınca ayrıldık mekandan ve merdiven inip çıkmaktan yorulan bacakları dinlendirmek ve bir şeyler içmek için Kale Saat Kulesi'nin alt terasındaki cafeye yöneldik:
Meğer burası daha önce başka bir konakta yer alan Taş Bebek Cafe'nin yeri imiş, yüzlerce bebeğiyle buraya taşınmış:
Çaki'ye benzeyen çoğu kirloz bebekleri aşıp terasa çıktık, gölgede bir masa bulup çöktük, sodaları içip terle attığımız mineralleri geri aldık. Kuşbakışı Ankara'yı seyredip biraz daha mekan bulmaca oynadık, önde Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin çatısı, geride Ziraat Bankası. arkadaki kazuletleri görmezden gelin 😀:
Ve sonra dönüşe geçtik, "Haydi yürüyelim" dedik ama demesek iyiymiş, çook sıcaktı, Kurtuluş Parkı'nda mola verip bir gölge bankta dinlendik.
Bir de şunları gördük Altındağ Belediyesi'nin yerindeki inşaatın civarında kaldırımlar yenileniyor, acaba Ankara'nın simgesi de değişiyor mu?
Yorulduk, terledik, gezdiğimiz mekana bayılmadık ama iyi ki de gidip gördük. Pişman mıyız asla! Babamın deyimiyle "Aklımızda duracağına karnımızda dursun" 😀
Yeni adımlarda buluşmak üzere...
ay o kadar çok kaleye gittim, şu rus dostluk evine gitmemişim, ne ayıp ! ilk fırsatta diye kenara yazdım hemen.
YanıtlaSilAnkara'nın simgesinin değişmesi ne şahane olur. Bildiğim kadarıyla, bu simgenin değişmesi için üçte iki çoğunluk aranıyor. CHP de ne yazık ki üçte iki çoğunluğu sağlayamadığından tek başına değiştirme kararı alamıyor :(
Valla ben biraz hayal kırıklığına uğradım Şulecim, Ekmekçime de yazdım, bitpazarı gibi ne bulursa koymuşlar, nevrim döndü :))
SilAh o simge bir değişse, bunu sanırım Belediye'ye bağlı bir firma için yapmışlar...
Dostluk evinin içini ne kadar çok obje ile nesne ile doldurmuşlar öyle?
YanıtlaSilOnca sanatçısı olan iki ülke sözkonusu olduğunda biraz şey duruyor -ne diyeceğimi bilemedim- :))
Ankara'ya tepelerden bakmak, bir de günbatımı yakalasaydınız çok daha keyifli olacaktı belki de. :)
Sorma Ekmekçim, çıfıt çarşısı gibiydi içi, nasıl da cırtlak renkler. Sanırsın bitpazarı, ne bulursa koymuşlar, özgün bir şey kırk yılda bir çıkıyor karşına. Yanisi laf olsun kabilinden gezdik, Kale'yi gördük en azından, değişiklik oldu. Günbatımı şahane oluyor bu mevsimde gerçekten, vakit erkendi yetişemedik ama benim oğlanın evi 10. kat etrafı da açık, gök yanıyor adeta gün batarken, balkona oturup izliyorum. nefis...
SilAyı'nın Ruslar için mitolojik bir anlamı var Leylak Dalı öğretmenim. Onlar bizim deyişimizle, Adem ve Hava'nın normal çocuklarıdır, kendi başına yaşamayı becerebilmeleri adına ormana bırakılmışlardır ve ayıya dönüşmüşlerdir:) Yine onların "mitolojik" inacına göre ayı öz kardeş olarak görülmelidir:))
YanıtlaSilVe bundan bağımsız olarak, Ankara candır ve güzel bir gezinti oldu şahsım için:)
Bilgi için çok teşekkürler Buraneros, gerçekten ilginç bir bilgi imiş, sayenizde öğrendim.
SilAnkara candır gerçekten, hele gerçekten sevenler ve orada anıları olanlar için. Kültür Evi biraz çıfıt çarşısı gibi olsa da Kale her zaman rengarenk ve güzel, hava daha müsait olsaydı daha keyifli olacaktı. Dönüşte pek zorlandık :))