Çocukken en mutlu olduğum haber babamın bir akşam gelip "Yarın Gençlik Parkı'na gidiyoruz" demesi idi. Hemen hazırlıklar başlar, börekler yapılır, peynir, zeytin, domates, salatalık yıkanır, hazırlanırdı. Bazen de hiç bunlarla uğraşılmaz, gitmeden önce pide yaptırılır yola düşülürdü. Heyecanım otobüsten inip parkın şimdilerde metro çukuruna kurban gitmiş, iki yanı at kestaneli Ulus kapısından girerken artar, kalbim güm güm çarpmaya başlardı. Bazen elimiz boşsa, sadece gezmek amaçlı gelmişsek babamı kolundan çekiştirir, hem korkar, hem de ısrarla Sağlık Müzesi'ne gitmek isterdim. Anneannem ardımızdan "Bu kız da bi çeşit ne anlıyorsa orayı gezmekten" diye söylenirken biz babamla formaldehit kokulu salona girmiş olurduk. Duvarlar boyu yapma organlara, kemiklere, afişlere aceleyle bakıp en çok ilgimi çekip, en çok korkutan kavanoz içindeki ceninin önüne gelirdik. O cenin birkaç gün rüyama girerdi gerçi ama her seferinde Sağlık Müzesi'ne doğru hamle yapardım, gelgelelim çoğu zaman kabul görmezdi dileğim.
Yiyecekle gelmişsek genellikle Lunapark içindeki çay bahçesine yerleşir, semaver söyler, getirdiğimiz nevaleleri damalı masa örtüsüne yerleştirir, yiyip içmeye başlardık. Akşamın ilerleyen saatlerinde az ötedeki Lunapark Aile Gazinosu'nda program başlar, sanatçıları görmesek de sesleri gecemize eşlik ederdi. Benim derdimse yiyip içme faaliyetinin bir an önce sona ermesi ve babamın eşliğinde Lunapark'taki oyuncakların tadını çıkarmaktı. Çarpışan otolarda sarsılır, Bugi Bugi'de inip çıkar, dönme dolapta şehre tepeden bakar, komik aynalarda vücudumuzun aldığı şekillere gülmekten çatlardım. Son olarak ip çekme standına gider, arkada dizili oyuncaklara ağzımın suyunu akıtarak bakar ama ne hikmetse her çektiğim iple babamı o zamanlar gömlek yakalarına takılan bir adet balinanın sahibi ederdim.
Yok eğer Opera kapısından giriş yaptıysak ve hava kararmışsa bizi kapıda Atatürk'ün ışıklı profili karşılardı. Bilenler bilir Gençlik Parkı uzun yıllar âtıl kaldı, mezbelelik gibi bir yer oldu, sonra restorasyon çalışmaları yapıldı, park tekrar hizmete açıldı ama gidip gezdiğimde kapıdaki o ışıklı profilin kaldırıldığını görmüştüm. Yakınlarda tekrar bir düzenleme faaliyeti yapılmış, parka bir düzen, bir ferahlık, temizlik gelmiş ve gördüm ki o ışıklı panonun bir benzeri kapıya tekrar yerleştirilmiş:
Çocukluğumda, hatta oğlumun çocukluğunda bile giriş kapısından itibaren su kaskatları başlar, akşamları rengarenk ışıklandırılır, kaskatların bittiği noktada iki mermer heykel yer alırdı. İlk yenilenme sırasında mermer heykeller yok edildi, dolaşırken müdüriyet binasının önünde, gözden ırak küflenmeyi beklerken görmüştüm. Şimdiyse ne oldukları meçhul. Son yenilenmede kaskatların yerini daha geniş bir havuz ve fıskiyeler almış, kenarları çiçeklendirilmiş, muhtemelen karanlık çökünce de ışıklandırılıyordur. Eski haline özlem duysak da bu haliyle de güzeldi:
Parka bu kapıdan girdiysek havuzun yanından sağa kıvrılır ve kameriyeli yoldan çay bahçelerinin olduğu bölüme ya da Lunapark'a giden köprüye yönelirdik.
Köprünün son adımı vuslattı: Luna Park. Bu sefer oraya girmedim, ne yaşım uygundu, ne o sallanan şeylere binecek midem, ne de hevesim vardı ama Lunapark Gazinosu hâlâ mevcut olsaydı podyumun kenarındaki masalardan birine oturup çıkan solistleri dinlemeyi çok isterdim. Bazen çekirdek aile olarak gelirdik Gençlik Parkı'na akşam üstü. Babam önce bizi o zamanlar yeni çıktığı için çok ilgi ve rağbet gören tavuk çevirme restoranlarından birinde yemeğe götürür, sonra da memur maaşıyla rahatlıkla biletini alabildiği gazinolarda müzik dinlemeye girerdik. Lunapark Aile Gazinosu'nda, Japon Bahçesi'nde, Yazar Gazinosu'nda devrin en ünlü solistlerini dinleme şansını ve keyfini yakalamıştım çocuk ve ergen yaşımda. Aslında daha lüks, bizim ulaşamayacağımız fiyatlarda bir-iki gazino ve gece kulübü de vardı. Hatta bunlardan birinde Dario Moreno sahne alıyordu. Annennem çok meraktaydı, her zamanki girişkenliğiyle kulübün kapısındaki görevliye yanaşıp boynunu bükerek: "Yavrııım, ben şu Dari Mari'yi çok merak ediyorum, bi görsem müsaade etsen de" deyince görevli anneannemdeki şeytan tüyüne tav olup "Gel teyze" diyerek kulise götürüp Dario Moreno'yu görmesini sağlamıştı. Kulisten yanımıza gelen anneannemin yorumu ise şöyleydi: "Adammış ya Dari Mari". Ne sandıysa 😂
Havuz kenarındaki Göl Gazinosu nikah salonu olarak hizmet verdiğinde daha sık gider olmuştuk Gençlik Parkı'na eş-dost nikahları için. Hatta bu satırların yazarının nikahı da orada kıyılmıştı. Lakin hava öyle yağmurluydu ki bir klasik haline gelen köprü üstü gelin-damat fotoğrafını çektirememiştik. Uzun zamandır nikah salonu da âtıldı, yenilerde "100.Yıl Nikah Salonu" olarak tekrar hizmete girmiş, pek de güzel olmuş. Evleneceklere mutluluklar dileyelim, aşağıdaki fotoğraf son hali:
Nikah salonunun çevresi bol fişkiyeli 😀
Çocukluğumda havuzda kayık turları da yapılırdı, babamın birkaç kez bizi bindirdiğini, annemin korkup bir an önce inmek istediğini hatırlıyorum. Yine havuzun içine uzanan bir iskelede kurulu "Ada" isimli bir restoran vardı. Gel gör ki ona gücümüz yetmezdi işte, bizi kıyıdaki Recep Özgen Aile Çay Bahçeleri paklardı ancak. Parkta bir mini golf sahası olduğunu da hatırlıyorum ve de meşhur Şişman'ın Dondurmacısı'nı. Şişman'ı kaybedeli epey oldu haliyle, ölümünden sonra ilk restorasyonda adıyla devam eden bir dondurmacı görmüştüm ama bu sefer bazı dondurmacılar olmasına rağmen Şişman adı gözüme çarpmadı. Zaten fazla sayıda çay bahçesi de kalmamış, belki henüz açılma aşamasında olabilir.
Gençlik Parkı'nı bu sefer temiz, düzenli, avamlıktan uzak ve güvenli buldum. İlk restorasyon sonrası adım başı güvenlik görevlisi vardı ve neredeyse "Oraya dokunma, buraya elleme, elimde bak" der gibiydiler. Bu defa ferahfeza dolandık. Sonra minik ve salaş bir çay bahçesinde-ki öylesini pek severim-oturup birer çay içtik ve yağmur bulutları gökyüzünde toplanırken vedalaştık parkla. Çocukluğumdaki ortamı bulamasam da her şey değişip yoklara karışırken hâlâ var olması bile çok önemli, yine geleceğiz...
Benim içinde özel bir anısı var. Daha önce de yazdım belki; Ankara'ya küçük bir
YanıtlaSilkasabadan eğitim için geldiğimiz gün ilk Opera'da ki okula kayda gitmiştik. Annem, babam ve erkek
kardeşim. İşimiz bitince aşağı inmiş yol bizi bu parka götürmüştü. Bir çay bahçesinde
semaverde çay içmiştik. Biraz dinlenip Bahçeli'de ki yurda doğru yola çıkmıştık.
Yani Ankara'da gördüğüm ilk yer burası..
Ah o çay bahçeleri ne keyifliydi zamanında, bu yeni halinde iki-üç tane gördüm. Eskiler de boşaltılmış, iyi olmuş zira çok pespaye bir görüntüleri vardı. Yenilerinin açılmasını umuyorum...
Silben de yıllar önce gitmiştim. bu sonbaharda gezi listesine alayım bari :)
YanıtlaSilYıllar öncekinde bir avamlık vardı Şulecim, şimdi pek derli toplu olmuş, git mutlaka...
SilSanki İzmir Fuarını gezdim sizinle. Kaskatlı havuz, semaverli çay bahçeleri, Recep Özgen, lunapark, bugi bugi, kayıkla gezilen göl, ada gazinosu, nikah dairesi. Tamamen aynı konsept
YanıtlaSilÇenebaz
Sanırım zamanında birbirinden örnek alarak inşa edilmiş mekanlar bunlar. Keşke eski halleriyle korunabilseydi...
SilYine hoş bir kent yazısı. Bu yazılarınızı da kitaplaştırsanız ne güzel olur Nurşen Hocam.
YanıtlaSilGüzel olur da kim basar, kim okur Sezercim, yeni yerler görüp sonra anlatmayı ben de seviyorum ama burayla kısıtlı kalacak, sizler okuyacaksınız. Çok sevgiler...
SilO kadar güzel anlatıyorsun jz ki gözümde canlanıyor okurken :)
YanıtlaSilSağol canım, çok sevgiler...
SilNurişim çocukluğuma götürdün çok duygulandım. Emeklerine sağlık seni çok seviyor haa
YanıtlaSilAh çocukluğumuzun Gençlik Parkı'nı bulmak zor ama en azından bazı yerler hala aynı, bir de derlenip toparlanmış, güzel olmuş. Sevgiyle...
SilÇocukluğumun en güzel mekanlarından birine ve oradaki anılara seninle yolculuk yaptım Leylakcığım. Tadı damağımda kaldı okuduklarımın. :)
YanıtlaSilGelsen de birlikte gitsek keşke, gerçekten eli yüzü toplanmış, nezih bir hale gelmiş.
Sil