Likör adı verilen bir içeceğin varlığını öğrendiğimde 4-5 yaşlarındaydım, işin sıvı kısmından ziyade taneli kısmıyla tanışmış olsam da. Anneannemin yeni taşındığı apartmandaki dairesinde kısa süreliğine onunla ve dayılarımla yaşıyorduk. Aynı sel felaketinde evleri yıkılan üç Ermeni komşusu vardı. Bitişikte oturan, komşularının "Avniyanım" diye hitap ettiği Ağavni Tantik, köşe dairedeki Valentin Teyze ve ikinci kattaki Takuhi Teyze ile kızı Olga Abla. Olga Abla'dan ip atlamayı, Ağavni Tantik'ten "Tık" oynamayı (bir çeşit iskambil oyunu), Valentin Teyze'den de vişne likörünü öğrendim.
Valentin Teyze'nin kızı Elizabet yaşıtımdı, hemen her gün evlerine gider, Elizabet'in o yıllarda pek kimselerde olmayan saçlı bebeğine başrolü verdiğimiz evcilik oyunları kurardık salondaki somyanın üstünde. Balkonlarından güneşe konulmuş, içinde koyu kırmızı bir sıvının olduğu kavanozlar eksik olmazdı. Ara sıra o kavanozlardan çıkardığı vişne tanelerini yememiz için bize verirdi Valentin Teyze. Damağımda hala hatırladığım pek hoş bir tadı olan vişneleri bitirmeye fırsatımız olmazdı pek, yavaş yavaş mahmurlaşır, bir süre sonra evcilik oyunumuzu sonlandıramadan sızar kalırdık somyanın üstünde. Kavanozdakilerin likör olduğunu ve alkolle kurulduğunu böylece öğrendim ama bizim evlerde hiç yapılmayan bu şeyin Valentin Teyzeler'de neden bu kadar çok yapıldığını öğrenmem için yıllar geçmesi gerekecekti.
Bir süre sonra anneannemden ayrılıp aynı sitede bir başka bloğa kiracı olarak taşındık. Zaten Elizabet ve ailesi de İstanbul'a göçmüşlerdi. Babam bir gün elinde bir kutuyla geldi. Merakla açtığım kutunun içinde gökkuşağı renklerinde onlarca minik şişe vardı. Tekel'in-o yıllarda İnhisarlar İdaresi denirdi-ürettiği likörlerin eşantiyonları idi bunlar. Babam ne münasebetle bulup getirmişti hiçbir fikrim yok. Orijinal şişelerin minyatür boyutları içinde renk renk likörler. İçmek yasak, bakmak serbest. İşlek hayal gücüm için şahane malzemeler. Büfeye dizdik rengarenk, gün geçmiyordu ki karşılarında büyülenmeyim. Likör hayatıma tekrar girmişti. Şişesini en sevdiğim böğürtlen, rengini en sevdiğim nane, en merak ettiğimse altın likörü idi. O şişeler yıllarca oyunlarıma malzeme olarak bizimle yaşadılar. Hiçbirini açmadık, babam bayramlarda bazen nane, bazen muz likörü alır, evde mevcut 3-evet yazıyla da üç-minik ayaklı kristal kadehe doldurup çikolatin eşliğinde misafirlere ikram ederdi.
Sonra yine taşındık, minyatür likörlerimiz o kargaşada ne oldu bilmem, babamın çikolatinlerine de likör eşlik etmez olmuştu. Derken büyüdüm, kendi evim oldu, sıcacık bir deniz şehrine taşındım. Likör hayatıma çok ender girer olmuştu ta ki blog açana ve Fransa'da yaşayan çok marifetli bir blog arkadaşı edinene kadar. Beste bir yılbaşı yaptığı "Kahveli Portakal Likörü"ne hepimizi imrendirip bunu bir gelenek haline getirmemizi sağladı. Birçok blogdaş Kasım başında kahve tanelerini portakala saplayıp tarifteki gibi votka içine yatırıyor, Aralık sonunda ise açıp yılbaşı günü önceden belirlediğimiz saatte, belirlediğimiz bir olayın şerefine gıyabımızda kadeh kaldırıp içiyorduk. Bu böyle 5-6 yıl sürüp sonra tavsadı. Ve derken araya pandemi girdi.
Silva Özyerli ile bir arkadaşım aracılığı ile sanal ortamda tanışmıştık. Şahane bir aşçı olmasının yanısıra yemek kültürü konusunda da bir derya olan Silva Hanım bu marifetlerine ilaveten olağanüstü güzellikte likörler yapıyordu. "Amida'nın Sofrası" isimli kitabında Diyarbakır yemek kültürünü ve yemeklerini anlatan yazarın o kitabını büyük bir zevkle okumuştum. Oldum olası yörelerin yemek kültürleri ilgimi çeker. Likör uzmanlığını da öğrenince tatmak istedim. Aramızda sanal sohbetler başladı, hatta bana ince bir jestle yaptığı leylak reçelini yolladı. Sonra likörlerinden tattım, sabırsızlıkla da yazmayı planladığı likör kitabını beklemeye başladım. Kitabın basıldığı haberi Ramazan Bayramı öncesi geldi ve elbette ki ilk satın alanlardan biri bendim ama okumak bir diğer bayrama nasip oldu. "Amida'nın Ruhu" adıyla çıkan kitapta sadece likör tarifleri değil, yine Diyarbakır'ın likörsüz gerçekleşmeyen adet ve ritüelleri de Silva Hanım'ın okuyanı duygulandıran üslubuyla anlatılıyordu. Yas zamanları hariç her kutlamaya, her özel güne, düğüne, doğuma, bayrama, seyrana, dost meclislerine likör eşlik ediyordu. İşte o zaman anladım Valentin Teyze'nin neden o kadar çok likör yaptığını, üstelik yazarın annesi Zora'nın usulüyle yaptığını. Spirit (Ruh) kelimesinden hareketle, ispirto yani alkole de "Roh" deniyordu Diyarbakır'da, likörün bir ruhu olduğunu da öğrendim.
Anlatılanların pek çoğunda kendimi buldum, gözlerim yaşardı, çocukluğumun bağlı-bahçeli, hep birarada geçirdiğimiz güzel günleri anımsadım. Aynı Diyarbakır gibi Niğde'nin de kaybolan değerlerini, güzelliklerini, yeşil bağlarının bahçelerinin yerini alan beton yığınlarını düşünüp vahlandım. Gelenekleri, görenekleri, adetleri bunca benzer halkların neden bunca ayrıştırıldığına bir türlü yatmayan aklım yine şaşaladı.
Kitabının son yazısında şöyle diyor yazar:
"Benimki nineden toruna, anneden evladına bir mektup, bir el verme, bir lezzet yolculuğu hikayesi. Kuşaktan kuşağa akan nine şefkati, ana kucağı sıcaklığı ve kokusu belki de.
Bıkmadan, usanmadan, yürüyor, gidiyorum... Arıyorum... Kaybettiğimiz lezzetler bulmaya, yine yeniden hayatın içine ve merkezine taşımaya çalışıyorum. "
Bu upuzun yazı kitabın son sayfası ile bitsin:
Amida'nın Ruhu/Diyarbakır'dan İstanbul'a Likörlü Hayat
Aras Yayıncılık/2024
Ne güzel bir yazı olmuş Leylakcığım, anılarla bağlanan dostluklar, kitaplar... <3
YanıtlaSilKitap aklımda, ilk fırsatta alacağım ve eminim keyifle okuyacağım. :)
Sağol Ekmekcim, kitabı seveceğine eminim...
Silay okumalıyım bu kitabı, ne güzelmiş, siz de ne güzel anlatmışsınız..
YanıtlaSilayrıca canım da feci şekilde likör çekti örtmenim, sağ olun :P
Kitabı okuyanın da, kitaptan bahsedileni okuyanın da canı likör çekiyor, olsa da içsek, hem de Silva Hanım'ın likörlerinden olsa keşke :) Bence de oku kitabı, çok seveceksin...
SilÇok güzel anlatmışsın. Bizim aileye de nereden geldiğini bilmediğim bir gelenek vardı. Bayram kutlamaları için gelen misafirlere mutkaka çikolata eşliğinde likör ikram edilirdi. Hatta o güzel kristal likör bardakları şu an bende vitrinde duruyor.
YanıtlaSilBenim çocukluğumda da çok yaygındı o adet, hatta bahsettim yazıda. Sonradan likör fiyatları pahalandı, Tekel'in likörleri pek bulunmaz oldu, o adet de unutuldu sanırım.
SilYazıyı okuyunca minik Leylak gibi hoş oldu kafam♥️
YanıtlaSilYazıdan likör kokusu geliyor sanırım :)
Silya bütün yazı sıcacık, ama ben Ağavni teyzeye bizim gibi Tantik demene takıldım. demek biliyordun o sözü. ben de okumak istiyorum Amida'nın sofrasını. Canım da likör çekti ama şu sıralar bana yasak.
YanıtlaSilBilmez miyim, anneannem yıllarca Ağavni Tantik'le komşuluk etti, biz de ona hep Tantik diye hitap ettik. Kitabı okuyunca benim canım da likör çekti ama nereden bulayım, kitap şahane Joe'cum, mutlaka oku...
Silyanlış demişim amida nın sofrası değil ruhu olacak. neyse anladın sen.
YanıtlaSilAnladım canım :)
SilO değil de mutfağın hatıra defteri 2 ne zaman çıkacak, ben onu bekliyorum ;)
YanıtlaSilŞaka bir yana, Ermeni, Rum, Boşnak, Gürcü etkileri, adetleri, komşulukları, paylaşımları......... özledik bunları. Tantik, Almancası da Tante :)
Du bakalım, vardır belki birtakım sürprizler tembellik hakkımı kullanmazsam :) Özledik özlemesine de giderek yok oluyorlar ne yazık ki :( Tanteyi bilirim cancağızım, lisedeki Almanca'nın üstüne bir de Alman Kültür macerası var yıllarca ama işte Türkiye'de dil öğretilemiyor bacım, gramer var, konuşma yok :))
Sil