2024'e sakarlıkla başladım. Daha yılbaşı günü paketleme yaparken Umut'a aldığım fındıkkıran biblolarından birini kırdım. Aynı akşam da tenceremin cam kapağı tezgahtan atlamak suretiyle çalışma hayatına son verdi. Yılın ilk günü bulaşık makinesinden çıkanları yerine yerleştirirken tezgaha koyduğum rakı bardaklarından birine elim çarptı, o da tencere kapağının arkasından gitti, gözümü vardı kapakta nedir, yokluğuna dayanamadı. Eh, Tanrı hakkı üçtür, herhalde tamamlanmıştır derken aynı akşam rakı bardağının ikincisini de yolladım ilkinin yanına. İçmeyin kardeşim, evren mesaj yolluyor işte. Öğleden sonra yemek yapmak için mutfağa girdim, arabaşı çorbası bilenleriniz vardır, Kocam Bey çok sever. Yılbaşı hindisinden kalanları çorbaya çevirmekti niyetim. Çorbayı yaptım, onun bir de hamuru vardır, ben hiç sevmem ama ilgilisi illa hamurlusunu tercih eder. Bir nevi undan yapılan şekersiz muhallebi gibi bir şey, kaynattım, soğuması için Borcam'a döktüm, tencereyi de kurumadan yıkayım diye eviyeye koyup musluğu açtım. Tencereye elimi daldırmamla "Yandım anam!" diye zıplamam bir oldu. Meğer dibinde kalan kıvamlı şey hala sıcakmış. Üç parmağımı birden yaktım. Neyse ki önce soğuk su, ardından buz ve her derde deva kantaron yağı yetişti imdada su toplamadan hallettim, hafif acı var ama olacak o kadar daa bu sakarlıkla benim halim ne olacak?
Sakarlık bir kenarda duradursun gelelim kitaplara, bu ay rekor seviyede okudum. Yıllık Goodreads çelıncıma ulaştığım gibi aştım bile. O yüzden kendimi huzurunuzda tebrik ediyorum 😂
16 adet kitapla Aralık ayını yollamışım kırpıp cüce Şubat'a ek yapsınlar diye eskiyen aylar deposuna. Bakalım neler okumuşum:
-T. İş Bankası Kültür Yayınları'nın Çağdaş Dünya Edebiyatı serisinden çıkan "Mucizeler" üç kuşağı anlatan bir roman. Kızı Carmen'i ailesine bırakarak çalışmak için Madrid'e giden Maria, hakkında çok bilgi edinemediğimiz Carmen ve Carmen'in kızı Alicia'nın öykülerini okuyoruz sırayla. Kuşak hikayelerini severim ama edebi anlamda çok keyif aldığım bir kitap olmadı "Mucizeler".
-"Müze Bekçisi" eğlenceli başlayıp hüzünlü biten kitaplardan, severek okudum. Ana-babasını bir zeplin kazasında kaybedip amcasıyla yaşayan sakin yaradılışlı DeFoe, yaşadığı şehrin müzesinde bekçi olan kural tanımaz amcasının gayretiyle aynı müzeye ikinci bekçi olarak girer ve bu süreçte Yahudi mezarlığında çalışan Imogen'le ilişkisini sürdürür. Derken müzede bir sergi açılır ve "Amsterdam'da bir Sokakta Yahudi Kadın" adlı tablonun Imogen'in ilgisini çekip adeta bir tutku haline gelmesiyle işler karışır. İkinci Dünya Savaşı'nın ayak izleri de duyulmaya başlamıştır. İlginç bir konu ve hoş bir anlatımdı, öneririm.
-"Hayaletlerim" yukarıda bahsettiğim "Mucizeler" ile aynı seriden çıkmış bir kitap. Kuru bir anlatımı olan ve zor akan bir kitaptı. Anne-kız ilişkisi konu alınmış, kitabın kahramanı olan anne, kız ve hatta baba da en az kitabın anlatımı kadar sıkıcı, katı ve toksik tiplerdi. Sonlara doğru aralarındaki ilişki biraz yakınlaşmaya başlayınca kitap da biraz daha ilgi çekici hale geldi. Yine de tavsiyenizi benden almayım derim...
-"Rosalie Blum"lar üç kitaplık tatlı mı tatlı çizimleri olan bir çizgi roman. Baskıcı ve hafif çatlak annesiyle altlı üstlü dairelerde yaşayan, babasından kalmış berberi idare eden, en yakın arkadaşı kuzeni olan, sıkıntıdan patlayan, yalnız ve bekar, 30 yaşlarındaki Vincent'in öyküsü. Bir gün yolda tesadüfen bir yerden tanıdık gelen Rosalie'ye rastlar ve onu takip etmeye başlar. Öyküden ziyade çizimlerle çok keyifle okunan bu seriyi eminim siz de seversiniz.
-Fabien Toulme ne yazar, ne çizerse büyük bir zevkle okuyorum. "Büyük Aşk" da şaşırtmadı. Çok bilinen bir konuyu işlemesine-Büyüanne-torun sevgisi ve yılların ötesinde kalmış bir aşk-rağmen çizimlerin güzelliği kitabı ilgiyle okutuyor. Çizgi romansevengillerdenseniz bu kitabı da seveceksiniz.
-Erendiz Atasü ilk yazdığı kitaptan beri takip ettiğim ve hemen hemen tüm külliyatını okudum diyebileceğim sevdiğim bir yazar. Son kitabı "Herkes Sevdiğini Öldürür"ü elim boş çıkmayayım diye Ankara Kitap Fuarı'ndan almıştım, esasen öykü okumaktan sıkılıyorum bu aralar ama yazarın kendi hayatından da izler taşıdığını düşündüğüm öykülerini ilgiyle okudum. Erendiz Atasü'yü seviyorsanız ya da ilk kez okuyacaksanız tavsiye ederim.
-"Sokço'da Kış" kısacık ama çok klasik bir konusu olmamasına rağmen oldukça iyi bir kitap. Kuzey ve Güney Kore arasında küçük bir liman şehri olan, kışın soğuğundan dolayı fazla bir cazibe sunmayan Sokço'ya bir gün Normandiya'lı bir çizer gelir ve pansiyonda çalışan kızla aralarında bir yakınlaşma başlar. Kitapta ikisi arasında yaşananları, işin aslı yaşanamayanları okuyoruz. Sayfa sayısıyla içeriği arasında ters orantı olan, incelikli, dolu dolu bir kitap, ben çok severek okudum.
-"Hizmetçi" bu ay okuduğum kitaplar arasında gereksiz bulup vakit kaybı olarak nitelendirdiğim bir kitap oldu. Regency Otel'de temizlikçi olan ve adeta bir robot titizliğiyle işini yapan Molly büyükannesinin ölümünden sonra yalnız kalmış ve kendini tamamen işine vermiş iyi niyetli bir genç kızdır. Bir gün temizlik yaptığı odalardan birinde zengin ve tanınmış bir adamın cesedini bulur ve işler arapsaçına döner. Polisiye havası verilse de o tadı bile alamadığım boş bir okuma oldu açıkçası.
-Herkesin çok sevdiği Annie Ernaux ile benim yıldızım çok barışamadı nedense, "Seneler"i mesela okuyamadım bile. Bir-iki kitabını da ilgiyle okudum inkar edemem. "Kızın Hikayesi"ni de açıkçası ince olduğu için bir kez daha denemek amaçlı aldım. Tüm Ernaux kitapları gibi zor bir kitap, öyle su gibi okunmuyor. Yazar kendi hikayesini anlatmış 58 yazındaki kız ile şimdiki halinin karşılaştırmasını, gelgitlerini, yaşam deneyimlerini anlatmış. İncecik ama çetin bir kitap ve bu kez sevdim...
-Zor bir kitap daha, insanı düşündüren ve bu nedenle yoran bir kitap "Zaman Zaman Güneşli". Toksik erkekliğin canına okuduğu bir kadının yaşadıklarını okurken "Cehenneme kadar yolun var Kâhin" diye yüksek sesle söylendiğimin farkına vardığımda şaşırıyordum. Tavsiye etmeyeceğim çünkü herkesin rahatça okuyabileceği bir kitap değil ama iyi dokunmuş bir kitap olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.
-"Mreydi Çarşısı" Iraklı bir yazardan okuduğum ilk kitap olabilir, geçmişte okudumsa da hatırlamıyorum. Edebi anlamda anlatım keyif vermedi ama konu değişikti. Körfez Savaşı sırasında Bağdat'ın kenar mahallelerinden birindeki bir çarşıda başlıyor kitap. Başlıyor ama devam etmiyor ilerleyen sayfalarda. Önceleri satışı yasak kitaplarla dolu bir deposu olan bir kütüphaneci, çalışmaları yasaklanmış heykeltraşlara heykeller yaptırarak Amerikan askerlerine tarihi eser diye satan bir mücevherci, bir kahveci ve tekerlekli sandalyeye mahkum, tesbih satan, çarşıyla aynı ismi taşıyan yoksul bir genç var. Aralarına uzun yıllar yurtdışında yaşayıp Amerikan askerlerine kılavuzluk yapmak amacıyla Bağdat'a dönmüş eski bir tiyatrocu olan Meysem karışıyor. Meysem ve tesbihçi genç dost oluyorlar, Meysem pişmanlık içinde, genci ve annesine korumasına alarak vicdan temizleme gayretinde. Araya eski sevgili de giriyor derken hepsi birlikte çok daha iyi bir kurguda birleşebilecekken kuru bir anlatım olmaktan ileriye gidemiyor...
-Nermin Saybaşılı'nın kaleme aldığı "Çam Pürleriyle Namrun" bana dedemin ve büyük teyzelerimin bahçelerde geçen yaz tatillerimi anımsatan tatlı bir kitap. Yazar çocukluğunu geçirdiği Namrun yaylasında, anneanne ve babaanne evlerindeki yazlarını pandemi nedeniyle döndüğü yayla evinde kaleme aldığı bu kitapla anlatıyor. Fotoğraflarla da desteklenen kitabı ben çok sevdim. Bu tarz anılarınız varsa siz de seversiniz.
-"Annemin Kasetleri" yer yer tekinsiz, mistik bir kitap. Lanetlenmiş bir köyde yaşayan ikizler Bayram ve Seyran'ın öyküsü. "Tabaa" denilen doğaüstü bir gücün erkekleri ve çocukları lanetlediğine inanılan bu köyde ikizlerin anneleri Zere ilahi kasetleriyle yarattığı ritüellerle lanetin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Beni biraz ürküten bir kitap oldu ama edebi anlamda düşünürsek bir ilk kitap olarak gayet başarılı diyebilirim.
-Ve yıl biterken magazinel bir kitapla, "Adana'da Piç Olmak"la okumaları sonlandırdım. Sabancı ailesine mensup ama evlilik dışı bir ilişkiden doğduğu için aile tarafından dışlanan Sevgi Sabancı tarafından kaleme alınmış bir nevi iç dökme. Ne kadar doğrudur, ne kadar haklıdır bilinmez, okuyun siz karar verin.
Gelelim Storytel dinlemelerine:
-Storyel'e üye olduktan sonra Kemal Tahir dinlemelere doyamadım. Erdem Akakçe'nin olağanüstü seslendirdiği "Bir Mülkiyet Kalesi" bugüne kadar dinlediğim Kemal Tahir kitaplarının en iyisiydi diyebilirim. Bir eve sahip olmanın önemini anlatan, yazarın kendi hayatından da izler taşıyan kitap diğerlerinde olduğu gibi bir nevi gayri resmi tarih.
-Hakan Bıçakçı'nın "Apartman Boşluğu" biraz absürd, biraz fantastik bir kitap. Kiraladığı evdeki bir delikten gelen seslerle besteler yapan bir gencin yaşamından pasajları Efe Özgün'ün sesinden dinliyoruz. Yazarın daha iyi kitaplarını okumuştum, bu biraz manasız geldi.
-Cengiz Aytmatov'u çok severim, "Yüz Yüze" okumadığım kitaplarından biri olarak karşıma çıkınca dinlemeden edemedim. Evliliklerinin ilk günlerinde çıkan savaş sonucu askere giden Cumabay bir süre sonra askerden kaçar ve karısının da yardımıyla bir mağarada gizlenir. Açlığın köy halkını vurduğu zor zamanlarda giderek huyu değişen adamın yaptığı şey karısını zor durum düşürecektir. Hayat şartlarının ve savaşın insanı nerelere götürebileceğini anlatan kısa roman yine Erdem Akakçe'nin sesinden keyifle dinleniyor.
-Elif Derviş'in "Uyuşma"sı fantastik bir öykü. Her şeyini, karısını ve oğlunu kaybeten Valhaf'ın sağalma sürecini Bihter Dinçel'in sesinden dinliyoruz.
-Ve son olarak çok sevdiğim Memduh Şevket Esendal'ın "Ayaşlı İle Kiracıları" daha önce okuduğum, yine çook eskiden tefrika olarak dinlediğim bir kitaptı. Bülent Yıldıran'ın şahane seslendirmesiyle rastlayınca bir kez daha dinlemeden edemedim ve yine çok keyif aldım.
Vee son olarak kahvelerimizi görelim:
Bol kitaplı, bol kahveli, sağlıklı bir yıl dileğiyle sevgiler...
vallahi tüm okurlar gibi ben de sizi çok tebrik ediyorum öğretmenim. idolümsünüz :) şu kahve resmi geçitine de bayılıyorum, söylemiştim değil mi :)
YanıtlaSilBen de şu an senin blogdan gelmiştim Şulecim, senkronize okumuşuz birbirimizi. Hep diyorum ya emekliyim ben, vakit çok. Gerçi bu aralar çocuklar vaktimi çok alıyor ama yine de araya sıkıştırıyorum. Aslında bu bir alışkanlık, uzun yıllardır yılda 120 nin pek altına düşmem. Kardeşim dalga geçer hatta, sen okumuyorsun, sınav yapacağım okuduğun kitapla diye :)))) Kahve resmi çekmek alışkanlık oldu bende. Bazen çok samimi olmadığım biriyle gittiğim yerde çekince yadırgıyorlar, benim özel zevkim bu diyorum. Bunları biriktirdiğim sadece kendimin görebildiği bir de blogum var :)))
SilMaşallah Nurşen Hocam. Vallahi benim de idolümsünüz ama bu sayılara ulaşamam diye düşünüyorum:)
YanıtlaSilDediğiniz gibi bol kitaplı, bol kahveli, bol gezmeli, bol gülmeli, sağlıklı bir yıl olsun:)
Sezercim sağ olasın, bu bende yıllardır gelişen bir alışkanlık, biraz da unu eleyip duvara asmanın getirdiği bir şey diyelim :) Güzel dileklerin hepimiz için olsun, sevgiyle...
SilMaşallah diyorum size. Ne güzel dolu dolu geçmiş. Bol kitaplı, kahveli günler diliyorum. Sakarlıklarla başlayan yeni yıl güzelliklerle devam etsin.:)
YanıtlaSilTeşekkürler tüm dilekleriniz için, size de sağlıklı, huzurlu bir yıl diliyorum, sevgiler...
SilSakarlıklar hep oluyor, bazen üst üste gelince biraz da morali bozuyor..Mala gelsin, cana gelmesin demiş atalarımız..Geçen yıl ne kadar güzel kitaplar okunmuş, kahveler içilmiş..Bu yıl da sevdiklerinizle birlikte sağlıkla, keyifle geçsin..Ve siz Leylak Dalı'na hep yazın..Keyifle ve merakla her yazınızı okuyorum. Mutlu yıllar.
YanıtlaSilKırılana dökülene acıdığım yok da temizlemesi sinir ediyor :))) Güzel kitaplar okudum gerçekten, kahve sayısı da kız kardeş sayesinde arttı, bu yıl uzun süre kalınca Ankara'da sık sık birlikte olduk. Dilekleriniz dileklerimdir, yazmak benim için terapi, blog beni bırakmadıkça devam eski sıklığında olmasa da. Size de mutlu yıllar...
SilLeylak Dalım,
YanıtlaSilNe verimli bir ay olmuş aralık. Oysa ben bu sene, uzun zamandır sanırım ilk kez, çam ağacı bile kurmadım evde. Çalışmaktan öte bir şey yapmadığım, bir ayda sadece bir blog yazısı ile seneyi aklımca toparladığım bir yazı yazdım. :( Şimdilerde de toplayacak bir yeni yıl ağacım olmadığı için kendi çapımda seviniyorum. Ve 2024 iyi ki sadece sakarlıklarla gelmiş. Biz senenin ilk iki günü iki cenaze ile giriş yaptık 2024'te. allah beterinden saklasın diyorum; çam ağacı kurmamışım o da bir şey mi modundayım.
Neyse, Baumgartner'la başladı. Yine nefis! Çünkü Paul Auster'ı çok seviyorum, hasta diye de üzülüyorum. Sana öncesi saçma senelere inat çok güzel bir yıl diliyorum; sağlıklı, mutlu, huzurlu...
Ve çok öpüyorum
Öyle oldu gerçekten, biraz da Goodreads çelıncımı tamamlayım diye gaz verdim kendime, tamamladım ve bonus bile yaptım :) Ağacı ben de Umut için kurdum, evde ağaç bile yoktu, küçük bir tane aldım, sökmesini de dün ona yaptırdım, memnuniyetle söktü :) Yeter ki iş ver ona :)
Sil2024'e girişiniz pek hoş olmamış ama bu son olsun diyelim, güzel günler gelsin. Baumgartner'i kendime de aldım, artık burada mı okurum, Antalya'da mı bilemem. Çocuklar taşında, az düzen kursunlar gideceğiz, 10 güne yollanmak niyetindeyim ama ya kısmet diyelim yine de.
Hepimize huzurlu, sağlıklı bir yıl diliyorum canım benim, ben de öpüyorum...