Parmaklarımı klavyeye zorla yerleştirdim, bu aralar benden bağımsız hareket ediyorlar, isyan durumundalar. "Yazmak istemiyoruz!" çığlıkları atsalar da beynime hâlâ söz geçirebiliyorum, "Höst!" dedirttim kendilerine. Ülke gündemi hepimizi öyle bir dağıttı ki toplaması çok uzun sürecek gibi geliyor. En sevdiğim şeyleri bile yapmayı canım istemiyor.
Üzerimdeki bu tatsız duyguyu biraz olsun atabilmek için kuşlarla istişarede bulunmaya karar verdim, gözümü açar açmaz balkona seyirttim. Kuşlarda da bir tuhaflık var, bir süredir koyduğum ne tam buğday ekmeklerine, ne bulgura yüz veriyorlar. Ekmekler kuruyup balkonun dört bir yanına saçılıyorlar, bulgurlara ise dokunmuyorlar bile. Muhtemelen diyetisyenleri yaz moduna soktu onları, bikini giyip göbeklerini rahatça sergileyebilmeleri için-sebze, meyve ağırlıklı bir menü tavsiye etti. No karbonhidrat, yes vitamin dedi sanırım. Eh zaten bi süre sonra isteseler de bulamayacaklar, şimdiden geri dönsünler toplayıcılık günlerine, hazıra dağ mı dayanır. Cadde boyu benjamin, evin önünde de selvi var, buyurup yesinler tohumlarını. Yalnız tuhaf bir durum mevcut, serçeler yok oldu, kumruların da popülasyonu azaldı. Moklukuyruk ve partneri dışında uğrayan yok. Serçelere bakınırken nereden çıkıp geldiyse birden bir şarkı dizesi düştü aklıma: "Sen bir şahinsin, ben garip serçe/Attın kalbime demirden pençe". İlkokuldaydım, artık çoğunuzun bildiği, kalabalık nüfuslu sitede oturuyoruz. Motel görünümlü binanın dış kapıları açık balkonlara baktığı için sır barındırmazdı içinde, herkes herkesin ne yaptığını, kimin gelip kimin gittiğini, kimin üzülüp kimin sevindiğini kısa sürede bilir, duyardı. Dönem dönem ya apartmandan bir kişi ya da bir olay gündem olurdu. O sıralar apartmanımızın genç ve bekar kızlarından Deniz Abla'ın evliliği ve ardından yurtdışına gidişiydi herkesi heyecanlandıran. İşviçre'de yaşayıp çalışan bir gençle evlenecekti Deniz abla ve kurulu düzen bir eve gideceği için de yanında fazla eşya götüremeyecekti. Herkes ona hatıra kabilinden bir hediye vermek derdine düşmüştü. Müziğe düşkün ve sesi de güzel olan Deniz Abla plak istemişti ona hediye vereceklerden. Az önce yazdığım dizelerin geçtiği "Bağdat Yolu" şarkısı Sevim Tuna'nın sesinden ünlü olmuştu ve çok popülerdi o sıralar. Deniz Abla'nın en sevdiği şarkıydı, kendisi de söylerdi sık sık. İlkokulda olmama rağmen evde çok Türk Sanat Müziği söylendiği ve dinlendiği için şarkıların çoğuna aşinaydım, sözlerini ve bestelerini bilir, kendim de söylerdim. O yüzden kimselerin dikkatini çekmemişti ama Deniz Abla'nın şarkıyı söylerken "Sen bir şahinsin, ben garip serçe" kısmını, "Sen bir şairsin, ben garip serçe" olarak söylediğini fark etmiştim. Olsundu, o yanlış da Deniz Abla'dan bize yadigar kalsındı.
Şarkıyı bu kadar sevince anneannem yılların komşusu Zehranım Teyze'nin kızı Deniz Abla'ya alacağı plağa karar vermişti: "Bağdat Yolu". Gelgelelim bu kararı veren çok kişi vardı ve Deniz Abla'ya gelen plakların çoğu "Bağdat Yolu" oluvermişti. Bunu öğrenince başka bir plak almaya karar verdi anneannem ve pardesüsünü sırtına geçirip siyah krep eşarbını da bağladıktan sonra "Yürü" dedi bana, "Plakçıya gidelim, ben anlamam, sen seç". Düştük yola, Akın Caddesi'nde, şimdi adını hatırlamadığım küçük bir plakçıya girdik. "İnleyen Nağmeler" dedim ben, yeni çıkmıştı ve çok modaydı. Anneannem dinlemek istedi, plakçı pikaba yerleştirdi ve Nesrin Sipahi şakımaya başladı. Sonuna kadar dinledi anneannem gözlerini bir noktaya dikerek, onun bu dinleyişi ilgisini çekmiş olacak ki, "Öbür yüzünü de çalayım mı teyze?" dedi plakçı. "Çal oğlum" dedi anneannem, ikinci yüzde ne vardı hatırlamıyorum ama anneannemin bu davranışına için için kızdığımı hatırlıyorum. İkinci yüzdeki şarkı da bitince, "Güzelmiş, sar oğlum" dedi, paketlenen plağı alıp çıktık (o zamanlar naylon poşet pek yaygın değildi).
Anneannem ölene kadar hayatımın büyük bir kısmında birlikteydik. Mütedeyyin bir kadın olmasına rağmen hayattan zevk almayı iyi bilirdi, tiyatro, sinema, düğün, eğlence hiç kaçırmadığı şeylerdi, gezip tozmaya bayılırdı. Buna rağmen hiç şarkı söylediğini duymadım. Daha doğrusu tek bir kez duydum; büyük dayım yeni aldığı makaralı teybe anı olsun diye hepimizin seslerini kaydetmişti, kimimiz şarkı söylemiş, kimimiz şiir okumuş, kimimiz pek dokunaklı sözler etmiştik. Anneannem de titrek bir sesle "Derdimi ummana döktüm, asumana inledim" şarkısını söylemişti. Gerçekten de denizlere dökülüp gökyüzüne inlenecek dertlerle dolu bir hayatı olmuştu. Lakin sesi pek fenaydı, annemin ve büyük dayımın güzel sesi ve müzik kulağı dedemden geçmiş olsa gerekti. Vakt-i zamanında dedemin rakı sofralarını şenlendirmesi için ud dersi aldırılsa da pek faydası olmamıştı musiki yeteneğine. Bir daha da ağzından tek bir nota duymadım.
Deniz Abla "Bağdat Yolu" başta olmak üzere onu kalben memleketine ışınlayacak şarkılarla dolu plaklarını valizine koyup İsviçre'ye uçtu eşinin kolunda. Bir daha da görmek kısmet olmadı, genç denecek bir yaşta vefat ettiğini öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Anneannem uzun ömrünün son yıllarını sağlıklı ve küçük oğlunun sıkıntılarını dert bellese de nisbeten rahat geçirdi, birkaç ay kendini bilmeden yattığı hasta yatağında parmaklarıyla bilinçsizce tesbih çekerken verdi son nefesini. "Bağdat Yolu"nu meşhur eden çılgın Sevim Tuna'yı gazinolarda çok izledim, muhteşem bir sahnesi vardı. Şimdi baktım da genç denecek bir yaşta, 65'inde gitmiş bu alemden. Nesrin Sipahi yaşını başını alsa da halen sağ, şarkıları halen dinleniyor. İnsan düşünüyor da ne kadar doğru: "Bâki kalan bu kubbede, bir hoş seda imiş".
A-ha...hep benzer çocukluklar...bizim de öyle bir iki kasedimiz vardı, anneannemin, dedemin, bizim şarkılar söyleyip şiirler okuduğumuz...anneannem de (ki ağır, oturaklı bir insandı kendisi) orada bir şarkı söylemiş :)
YanıtlaSilkaset deyince, bir de ablam mardindeyken ben ona kaset doldurur yollardım, konuşurdum, şiir okurdum, şarkı söylerdim. Tek başına şule şov :P kendini yalnız hissetmesin, yanındaymışım gibi hissetsin diye :) şimdi ne kadar uzak geliyor bunlar yarabbi!
Öyle güzel anlatıyorsun ki sanki anneanneni tanıyorum, sanki akrabalarımdan biri gibi <3<3<3 Canım Saimekadın'lı hemşehrim Leyak ablacım :)
YanıtlaSilSanki babannemin ikizini okudum, bizim plak işleri de benzerdi ancak Barış Manço hayranı babannem sonradan Murat Çobanoğlu'na takılmaya başladı, o söyler babannem de ağlardı; bu türküler ve ağlama kısmı dedem öldükten sonra mıydı kısmını çok hatırlamasam da sanki öyleydi diye düşünüyorum şimdi. Kızdım yazıyı okuduktan sonra kendime, gerçi daha ilkokulun başlarındaydım ama dedemle babannem arasındaki büyük aşkı nasıl fark edememişim o zamanlar diye de hayıflandım:)
YanıtlaSil