Geçen haftayı evde aylaklık ederek geçirdiğimi yazmıştım. Pazar günü aylaklığa son dedim ve önceden planlanmış bir randevuyu gerçekleştirmek üzere buluşma mekanına yollandım ama bundan daha sonra bahsedeceğim. Bugünkü postun asıl konusu söylenip durduğum Kasım ayının bitmek üzereyken paletini alıp tabiata çaldığı boyalardı. Evin içinde mayışıp dururken ani bir kararla giyinip "Haydi" dedim Kocam Bey'e, "yürüyüşe çıkalım". En sevdiğim parka yollandık. Sonunda şehrimize sonbahar gelmiş:
Parkın girişinde bizi ilkbahar geliyor gibi yeşermiş çimenler ve sonbahar geldi diyen kızarmış Amerikan sarmaşıkları karşıladı. Hafta içi ve gündüz olması sebebiyle hayli tenhaydı park, yine de bisiklet yoluyla karışmış yaya yolunda sık sık bisikletlere, parkın iç kısımlarında, yeni düzenlenen Şehir Kulübü'nün olduğu bölgede lüküs otomobillere yol vermek zorunda kaldık. Bu parkta öyle bir sorun yoktu, yeni başlamış. Taş çatlasa 100 metre ötedeki kocaman otoparka emanet edemedikleri kıymetli otomobillerinin ve iki adım attırmaya kıyamadıkları bacaklarının kefaretini ikide bir ezilmemek için yol kenarına çekilerek biz mi ödemek zorundayız. Kabahat onlarda değil ki, parka araçla girmeyi yasak etmeyen zihniyette. Adı üstünde park yahu, burada yürünür.
Bu kadar yürüyüşün üstüne yorulunca dönüş yoluna vurduk ama önce biraz dinlenip çay içmek için parkın çıkışındaki cafeye oturduk. Parka girerken Bey Dağları'nı, çıkarken de şehri görürüz:
Yazının başında Pazar günkü programımdan bahsetmiştim. Çok keyifle gerçekleşen bir buluşma oldu, çünkü eski öğrencilerimle biraraya geldik. Öğretmenliğimin ilk yıllarından, ben hâlâ onların hocaları olsam da onlar benim arkadaşım oldular. Çok sevdiğim üç öğrencimle falez üstü bir cafede buluştuk ama o kadar pişman olduk ki bir süre sonra yan taraftaki cafeye geçtik. Toplanıncaya kadar üç-beş kere sipariş almaya gelen görevliden Americano istedik, yok dedi, filtre kahveye razı olduk, ona da yok dedi. Şehrin en güzel yerindeki, menülerinde gördüğümüz üzere fiyatları da cep yakan cinsten-ki o menü de eskilikten perişandı-bir cafede filtre kahve neden olmaz ki, köy kahvesi değil sonuçta burası. Neden dediğimizde de makine bozuk buyurdular, yaptırın kardeşim o zaman. Mecburen çay ve Türk kahvesi istedik, çay bulaşık suyu modunda, kahve de oyuncak boyutta bir fincanla geldi. Anladık, bu cafe de sadece manzara satıyor parayla.
Çayı, kahveyi içer içmez kaçtık oradan ve yan tarafa geçtik, oh be dünya varmış dedik. Gün batımına karşı yuvarladık bir şeyler sohbet, muhabbet eşliğinde. Öğretmen olduğuma kıvandığım günlerden biriydi. "İyi ki!" dedim can-ı gönülden...
Parka arabayla gidenler gibi ben de şimdi kendimi parka bilgisayarla gitmiş gibi hissettim Leylakcığım :D Ama başka türlüsü mümkün değil! O ağacı Antalya'da çok görmüştüm biliyorum ama ben bir tür hurma sanmıştım sarı meyveleriyle... Aydınlandım.
YanıtlaSilSenin gezilerini çok seviyorum, artık buralar hep gri ve tonları, gözüm gönlüm açılıyor, sağolasın!
Parka bilgisayarla gitmenin kimseye ne zararı, ne de sakıncası var kuzum, arabayla kıyas bile edilmez. Bunlar daracık yolda üstüne üstüne geliyorlar insanın koca arabalarıyla. Tempolu yürürken arka arkaya arabadan kaçmaya çalışıyorsun. Bunlarda değil ki kabahat izin verende. Ya çiçekleri de çok güzeldir o ağacın ama inan meyvelerini ilk kez gördüm.
SilAntalya'da yaprak dökmeyen ağaç çok olunca (çok akıllıca bir iş yaparak kaldırım kenarlarına turunç, refüjlere de benjamin diktiler, yaz kış yemyeşil kalıyor) ne yapsan yeşillik kaybolmuyor kışın. Bir tek palmiyeleri sevmiyorum, minare gibi saçma sapan bir ağaç :))
O ağaç menekşesi neymiş ya, bende ondan istiyorum. :D
YanıtlaSilYa valla ben de istiyorum, bahçe olsa dikeceğim ama saksıda olmuyor. Neyse ki parkta, bahçelerde bolca var. Sizin birkaç yorum spama düşmüş görünüyor ama ben o yorumları daha önce yayınladım gibi hatırlıyorum, niye öyle oldu ki...
SilBugün seninle aynı yerlerdeymişiz ama kader bizi niye karşılastırmadı ki. Akm'ye piyano festivali biletlerini almak için gitmiştim öğleye doğru. Hava sıcak, sonbahar manzarası bi o kadar güzel geldi, eve dönmek istemedim bende.Yalnız başıma göletİn orada güneşin iliklerime kadar beni ısıtmasına izin verip bankta oranın güzelliğinin tadını çıkarmaya çalıştım. Ben de severim kır kahvesinin bulundugu yerden geçip gitmeyi. Seninle aynı düşünceleri paylaşıyorum. Park yeri olan bir yerde niye araçlar gelişi güzel parkedilir hale geldi o güzelim parklarımızda.Buna birilerinin dur demesi lazım. Parkta arkamıza , önümüze bakmadan güven içinde yürümek istiyoruz huzurla. Bu konuyla ilgilenelim bence .
YanıtlaSilÖzgülcüm ben dün oradaydım, bugün evde pinekledim. Yazıyı geceden yazıp yayınını bugüne ayarlamıştım. O park çok güzel ya, her mevsimi ayrı güzel. Atatürk Parkı yetmedi, burada da buldular arabalı kodamanlar. Şehir Kulübüne yürüyerek gelince olmuyor mu acaba, koca otopark var yahu, üstümüze üstümüze sürmeye ne hacet, park burası, otopark değil.
Silkedilerin yatışına, hele de şu sarman'ın kolunu atışına baktım uzun uzun. ne güzel yakalamışsınız öğretmenim :)
YanıtlaSilİnsan giyidiler Şulecim, o kadar hoşuma gitti ki...
Sil