.

.
.

3 Eylül 2022 Cumartesi

KÜÇÜK BİR ANKARA TURU / 3 EYLÜL

Hemen hemen her yaz Ankara'ya geldiğimde kız kardeşle yollara düşer, Ankara'nın bilinmeyen yerlerine, eski mahallelerine, unutulmuş köşelerine, tarihi binalarına keşif yürüyüşleri yapardık, pandemi her şey gibi buna da engel oldu iki yıldır. Kardeşim Ankara üzerine çok çalışmış biri, pek ince ayrıntılara vakıftır ve zaman zaman bireysel ya da bazı kuruluşlar adına Ankara yürüyüşlerine rehberlik eder. En çok da bana rehberlik eder, sağ olsun. Ben kendi adıma bu yürüyüşleri çok özledim, çünkü zamanında gittiğimiz pek çok mahalle ne yazık ki kentsel dönüşüm kurbanı olarak artık yok, bazı binalar yıkılmış ya da amacı dışında kullanılmaya başlanmış oluyor, o yüzden bu geziler ve gittiğimiz yerlerde çektiğimiz fotoğraflar elimizde birer belge niteliğinde. Dün karşılıklı küçük bir istişare sonucu Ulus tarafına gitmeye, bazı kalıntıları ve eski binaları görmeye, son olarak da Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ni gezmeye niyet ettik. Buluştuk ve Kızılay'dan yaya olarak yola düştük. 

Çok sıcaktı, yanında bonus olarak nem de vardı, buna rağmen yılmadık, su şişeleri boşaltarak eski adıyla Bankalar Caddesi'ni tırmanmaya başladık, PTT Pul Müzesi'nde küçük bir mola verdik, daha önce birkaç kere gezdiğimiz için niyetimiz sadece satış mağazasından bir şeyler almaktı. Birkaç parça cam objeyi koleksiyonuma dahil ettikten sonra yola devam ettik. Eski binalar ve hanların bazılarına kafamızı uzattık, bazılarına girip kolaçan ettik. Adını unuttuğum bir tanesinde yer karoları çok güzeldi mesela:


Yıllardır binlerce ayak tarafından çiğnenmiş olduğu için oldukça pasaklıydı haliyle ama temizlense nasıl güzel olur, değil mi? En sıradan hanlara bile özenilmiş zamanında, şimdilerde her yapılan birbirinin aynı neredeyse.

Yüzbaşıoğlu Han'a uğradık sonra, epey önceleri annemle ayakkabı almaya gelirdik bu hana, her katta ayakkabıcılar vardı ve serisi bitmiş, numarası kırılmış kaliteli ayakkabıları oldukça hesaplı fiyatlara satarlardı. Buranın Cumhuriyet'in ilk yıllarında MEB Tercüme Bürosu olarak kullanıldığını dün yine kız kardeşten öğrendim. Han şu anda boş, sanırım satılık. Ayakkabı denemek için girip çıktığımız odalarda bir zamanlar Sabahattin Eyüboğlu'nun, Sabahattin Ali'nin, Nurullah Ataç'ın, Bedrettin Tuncel'in oturduğunu, çeviri yapmak için lügat karıştırdıklarını düşünmek ilginçti. 

Biraz daha ilerleyip Ulus İş Hanı bloklarından birine daldık. Çocukluğum, ilk gençliğim boyunca defalarca geldiğim bu çarşı ve iş hanına hiç mi alıcı gözüyle bakıp detayları görmedim, yoksa o yaşlar pek detay arayıcı yaşlar değil miydi bilmiyorum. Hanın avlularından birinde Akman Pastanesi vardı mesela, sayısız kere uğradığım, boza içip muhteşem sosisli sandviçini defalarca yediğim, minik havuzunda dem çeken güvercinleri izlediğim, çaktırmadan laf dinleyen meraklı garsonlarını sevdiğim bir mekandı, artık yok. Diğer avluda Dodanlı Yerli Mallar Mağazası vardı. Çocukluğumda Kızılay'ı sosyetik olarak nitelerdi ailem, pahalı ve lüks bulur, alışverişleri Ulus'tan yapmayı tercih ederlerdi. Kumaşlar da Dodanlı ya da Sümerbank'dan alınırdı. Kapıdan girerken kumaşlara uygulanan haşıl ameliyesi kaynaklı bir koku yükselirdi ki bayılırdım. Sonra pat diye kumaş topunu ahşap tezgaha vururdu görevli, hafiften bir toz bulutuyla şelale gibi açılırdı rengarenk kumaşlar, seyrine doyamazdım. Orası da artık yok. Kitapçılar, kırtasiye dükkanları vardı avlu üstünde, dış cephede ise Berkalp Kitabevi, yabancı dil kitaplarını oradan temin ederdik. Tabii ki artık yok. Mişmiş'den dondurmalar, kuruyemişler, kuru meyveler, pestiller alırdık, mis gibi kahve kokardı içerisi, tabii ki yok. Yoklar alemine gelmiş gibi olduk ve bir zamanlar kuzenlerin avukatlık bürosunun bulunduğu bölüme girdik, ne sarmal merdivenlerin güzelliğine, ne duvarlardaki ve merdiven boşluklarındaki seramiklere dikkat etmişiz. Vay canına...



Han nostaljisi bitince yolumuzu Kale istikametine çevirdik ve "Roma Yolu" olarak adlandırılan kalıntıları görmeye gittik. Ulus Şehir Çarşısı'nın yanında, bilmeyenin farkına bile varamayacağı kalıntılar bunlar. Zaten çarşının temeli atılırken ortaya çıkmış. 1995 yılında kazılara başlanmış ama o günden bu yana pek değişen bir şey yok gibi:


Ağaçların ve bitki örtüsünün yeşil olduğu dönemde pek seçilmiyor kalıntılar, kışın ortaya çıkıyor daha belirgin olarak. Alttaki fotoğraf internetten, daha detaylı görünüyor:


"Roma Yolu"ndan sonra Kale eteğindeki, 1982 yılında farkedilip kazılarla ortaya çıkarılan, 1992'de sit alanı ilan edilen ve M. Gökçek döneminde beyaz mermerlerle restore edilip komik bir görüntüye bürünen "Roma Tiyatrosu"nu görmeye gittik. Beyaz mermerler kaldırılmış, yeniden restorasyon başlamış, alan hayli genişletilmiş ve koruma altına alınmış, sevindik:


Başlı başına bir Açık Hava Müzesi olabilecekken bir türlü hak ettiği değeri bulamayan kalabalık, gürültülü, pasaklı Ulus'tan ayrılıp Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ne gitmek üzere ters yöne çevirdik adımlarımızı.


Yüksek öğrenim hayatım kremalı pastaya benzeyen bu iki yapının (diğeri Etnografya Müzesi) yanındaki gösterişsiz binada geçti, pek de parlak zamanlar değildi, güzel anılardan ziyade tatsız duygular geliyor aklıma, o yüzden artık başka bir okula ev sahipliği yapan mekana dönüp bakmadım bile neredeyse. Müzenin yan bahçesine müzeyi gösteren bir mozaik yapmışlar:




Müzeye ilk gelişimiz değil haliyle ama aradan epey zaman geçtiği için bir kez daha yeni düzenlemelerle görmek istedim, ayrıca güzel resimlere bakmak her zaman iyi gelir bünyeye. Ünlü bir şahsiyet olduğum için haliyle kırmızı halı üzerinden çıktım merdivenleri 😀 Sonra da uzun uzun gezdik salonları:


İbrahim Çallı salonu, Denizli'de iki yıl çalıştığım için kendisini hemşehrim sayar ve pek severim 😀 Sağdan ikinci tabloda kendisini görmekteyiz.


En sevdiğim ressam Nuri İyem


Ve bir diğeri, Turgut Zaim


Burada şahsım Osman Hamdi Bey tablosunu uzun uzun incelermiş havasında yorgunluk gideriyor 😀 


Müze gezisi bitince yemyeşil bahçedeki Müze Mağazası'ndan bir magnet alıp cafeye otururak Türk kahvesi içiyor ve dinleniyoruz. Sonra da istikamet ev, bir güne bu kadar yürümek ve nostalji yeter...


8 yorum:

  1. Yer karosu ve seramiklere takıntım var benim!!!! Bayılırım. Hatta sorg bu takıntım için Portekize gitmişliğim vardır, orada da enfes.. Ah o kırmızılara da bayıldım, iyi gezmeler! Bir defa da birlikte gezelim inşallaaaaaah!

    YanıtlaSil
  2. Akman'da içim cızz etti, biz için ne kadar havalı, Avrupalı ve gerçekten de ne kadar hoş pastaneydi. Yüzbaşıoğlu Han batılı bir ülkede olsa muhtemelen işlevine devam ederken bir kısmı da müze olurdu, belki de tamamı. Üzücü. Ankara Ankara güzel Ankara marşı biz taşralılar için ne kadar kutsal ve manalıydı, Atatürk ve Cumhuriyet demekti. Çocukluğumuz sürekli elimizden alıyorlar.

    YanıtlaSil
  3. Sanırım ilk gençlik yıllarında insan sadece kendisiyle ilgileniyor, çevresine bakmıyor. Kendi biraz yatışınca, asıl ilerleyen yaşlarda çevremizi görmeye başlıyoruz.

    YanıtlaSil
  4. Bir gün peşinize takılacağım, içim gitti resmen Leylak Ablacığım <3 ama tüyo aldım sizden, bir dahaki sefere Ulus İş Hanı'nı bir kolaçan edeyim :)

    YanıtlaSil
  5. İnstagramda yazdığım gibi bizim de 4 yılımız o müzenin bahçesinde öğle tatilinde oturmakla
    geçti. Ne yazık ki bir kez gezdik içini. niye böyle ilgisiz kalmışız ki? onun ön tarafından köprü üzerinden yürüyerek opera durağına gider, bahçeli otobüsüne binerdim. yurdum bahçeli 2. caddeydi. okul çıkışlarında çoğu zamanda para vermemek için de yaya kızılaya yürür, bazen de otostop çekerdik. hey gidi 25 sene olmuş. ben de çok özledim o zamanın Ankarasını, o gençlik yıllarını ...

    YanıtlaSil
  6. Karolar ne kadar da şahane. Ve evet biti el atıp temizlerse nasıl mükemmel olacaklar. Ne hoş bir gezi olmuş, sevgiler.

    YanıtlaSil
  7. Müze de tek başına şahaneymiş ama hanlar bugün daha çok ilgimi çekti vesselam, hele de bütün her bir yerin birbirinin aynısı avmlerle dolduğu şu günlerde ilaç gibi geldi. :)

    YanıtlaSil
  8. resim heykel'deki tablolar kadar binanın kendisi de muhteşem gelir bana. hiç çıkmak istememiştim gittiğimde. bu sonbahar için planım, bir kez daha gitmek! ne iyi yapmışsınız gitmekle :)

    YanıtlaSil