Eylül ayını 10 kitapla bitirmiş bulunuyorum, bu benim yıllardır normal aylık okuma sayım, bu sayının altında kalırsam yetersiz, aşarsam ekstra okumuş kabul ederim kendimi. Aslında ay bitmeden 11. kitabıma da başlamıştım ama hayli kalın olduğu için Ekim'e sarktı. Eski Yeşilçam filmlerinin ünlü senaristi Safa Önal ile yapılmış kapsamlı bir nehir söyleşi bu, T. İş Bankası Yayınları'ndan çıkmış, bilenler bilir, yayınevinin böyle bir nehir söyleşi serisi vardır. Kitabın adı: "Ne Kadar Gamlı Bir Akşam Vakti". Okudukça Safa Önal'ın kültür ve duygu düzeyine, birikimine şaşıp şaşıp kalıyorum. Kitap beni ne kadar etkilemiş ki dün gece sabaha kadar rüyamda Safa Önal ile uğraştım. Birlikte film çekmek için köylere gidiyoruz, köy kahvesinde oturuyoruz, köylüler illa bizi de filmde oynat diye ısrar ediyorlar. Ben hemen devreye girip "Bu profesyonel bir çalışma, amatörlerin, halktan insanların rol alabileceği bir yapım değil" diyorum, sanki menajerim. Uyuyup uyanıp rüyanın devamını görüyorum, hep Safa Önal. Sonra Ahmet Hamdi Tanpınar. Safa Önal kitapta sık sık en sevdiği yazarın Tanpınar olduğunu yineliyor, eh dostumun dostu dostumdur değil mi? Rüyadan eksik kalmasın. Tanpınar bize yemeğe geliyor ve ben ona mücver yapıyorum. Mücver ki bütün mutfak ömrümce toplasan 5 kere bile yaptığım bir yemek değildir. Ama Tanpınar'a son derece düzgün yuvarlaklar halinde, iri iri mücverler ikram ediyorum. Hatta aklımdan bir dahaki sefere fırına bütün olarak vermeyi ve o şekilde ikram etmeyi geçiriyorum. Sahi, Tanpınar mücver sever miydi ki? O zaman bunca rüyanın üstüne kitaplara geçmeden Tanpınar'ın en sevdiğim şiirlerinden birini bırakayım şuraya:
"Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
Rüyalarım kadar sade, güzeldin,
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin.
Ömrün gecesinde sükun, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından,
Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtabı kırılmış dal uçlarından"
-Marian Izaguirre İspanyol bir yazar, "Bir Zamanlar Hayat Bizimdi"de benim ilk okuduğum kitabı. Birinci Dünya Savaşı ile başlayan, İkinci Dünya Savaşı'na uzanan ve İspanya'da General Franco dönemi'nden izler taşıyan bir öykü, daha doğrusu öykü içinde öykü. İngiltere-Fransa-İspanya üçgeninde geçiyor ve baş rolde bir kitabevi ile kitaplar var. Bir de onca kahramanın arasında hemen kalbinize girecek iki kadın: Lola ile Rose. Kitapçıda geçen bir öyküyü-hatta iki öyküyü-okumak zaten güzeldi de içinde okuyup sevdiğim kitaplardan bahis açılınca daha da güzel oldu. Carmen Laforet'in "Hiç"i, Katherine Mansfield'in "Bahçe Partisi", Jack London'un "Beyaz Diş" vs. Zaman zaman Debussy'nin "Lepiska Saçlı Kız"ı eşliğinde okumak da ayrıca keyifliydi...
-Uzun zamandır beklediğim bir Ayfer Tunç kitabı idi "Osman", daha ön siparişe girer girmez aldım ve hemen başladım ve 500 sayfa boyunca Osman'ın salaklığını ve çevresindeki çoğu kişinin ikiyüzlülüğünü-ya da olaylara bakış açısının farklılığını-okudum, "geri zekalı" diye haykırmamak için kendimi zor tuttum. Yine de içimde bir yer sarıp sarmaladı bu kişiliği oturmamış, dünyaya yeni gelmiş bebek öngörüsüzlüğündeki adamı. İyi niyetini enayiliğe, boşvermişliğini, umursamazlığını kötücüllüğe döndürebilen bir adam, bence bir asalak ama başkasına yapışmıyor, kendi maddi varlığına yapışıyor ileriyi düşünmeden. Hani derler ya, "Hesapsız kasabın....." öyle işte. Normalde sıkıntıdan patlatması gereken günce okumaları Ayfer Tunç farkıyla su gibi akıp gitti. "Yeşil Peri Gecesi"ni yıllar önce okumuş, Osman'ın varlığını bile unutmuştum, oradaki asıl kişi Şebnem idi çünkü. Kitabı al baştan yapmamak için bir özet bulup üstünden geçince taşlar yerine oturdu ama okurken verilen ipuçlarıyla olay çözülüyor zaten. Ve hala Ayfer Tunç ne yazarsa okurum diyorum...
-Ian McEwan kitaplarında en sevdiğim şey her kitabın farklı bir konuyu içermesi ve farklı bir yazım tarzıyla karşımıza çıkması. Birbiri ardına aynı tarz romanları kurgulayan yazarlardan çok farklı biri McEwan, okuduğum her kitapta sahip olduğu engin bilgiye şapka çıkarıyorum. Üç değişik ağızdan üç farklı bölüm kurgulamış "Kefaret"de yazar; Cecilia, Robbie ve Briony'nin yaşadıklarını, olaylara bakışlarını, bir başkasının kaleminden çıksa sıradan bir roman haline gelebilecek konunun ince ince, duygu dolu ayrıntılarla işlenişini büyük bir keyifle okudum. Ardından da filmini izledim, kitapla aynı duyguyu vermese de güzeldi diyebilirim...
-Natalia Ginzburg yıllar önce okuduğum ve okuduğumu bile unuttuğum bir yazardı. Kitap sitelerinde dolaşırken "Bütün Dünlerimiz"e rastlayınca hatırlamak amaçlı aldım. 2. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında İtalyan bir ailenin ve karşı komşularından bazı bireylerin yaşadıklarını konu almış. Konu güzel, yaşananlar ve kahramanlar ilginç ama dialogsuz, düz yazım biçimi okumayı biraz zorlaştırıyor.
-Genelde bu ay okuduğum kitapların hepsini sevdim ama "Birlikte Yaşamanın Yolları" en sevdiğim oldu diyebilirim. Fransız bir yazar, Camille Bordas yazmış Mazal ailesinin ilginç bireylerinin romanını. 6 çocuklu ailenin çocuklarının her biri son derece zeki, kendine yetebilen, asosyal ve dobra bireyler. Sadece en küçükleri, Dory-ki kitabın anlatıcısı da o-biraz daha normale yakın. Tüm bu tuhaf ağabey ve ablaların arasında bir kişilik arayışında, büyüme çabasında. Kitaba konu olan tüm karakterler çok farklı, çok ilgi çekici, mutlaka okuyun derim...
-Biraz tereddütle başladığım "Alman Koleksiyoncu"nun son sayfasını memnuniyetle kapattım. Fakat herkesin aynı memnuniyeti hissedebilmesi için resim sanatına biraz derin bir ilgi ve sevgi duyması gerek. Zira genel akışın içinde çeşitli tablolar hakkında ilgi duymayanı sıkabilecek fazlasıyla ayrıntı var. YKY'nin insanı zorlayan minik puntoları da cabası. Askerlikten ziyade resim sanatına gönül vermiş Ludwig 2. Dünya savaşı sırasında Alman ordusunda görev yapar ve kendini en azından ilgi duyabileceği bir alanda istihdam ettirmeyi başarır: ERR yani Hitler için sanat eserleri toplayan bir kuruluş. İşgal altındaki Paris'te gizlenmiş eserleri bulup çıkarmak ve Hitler adına sevketmek görevidir ve bu süreçte kendi kadar resme düşkün Luftwaffe komutanı Mareşal Göring ile de istişareye girer. Sürpriz bir sonla biten bu ilginç kitabı ben severek okudum ama resme ilginiz yoksa hiç niyet etmeyin derim... -"Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası" edebi okumalar arasında verdiğim bir nevi teneffüstü. Ünlü bir Hollywood yıldızı olan Evelyn Hugo ani bir kararla hayat hikayesini tüm gerçekleriyle yazdırmaya karar verir ve bunun için bir magazin dergisinin pek de tanınmamış bir yazarını tercih eder, tercih sebebini kitabın sonunda anlayacağız ama öncesinde Hollywood'da yaşanan parlak yaşamların aslında ne kadar sahte, kariyerlerin nasıl zorlu bir yoldan geçerek inşa edilmiş ve en ufak bir falsoda alaşağı olduğunu öğreniyoruz. Kısacası edebi anlamda çok bir beklentiniz yoksa vakit geçirmek için ideal... -"Jilet Sinan" Gönül Kıvılcım'ın okumadığım tek kitabı idi, böylece külliyatını tamamlamış oldum. Aslında epey eski bir kitap, ben yazarın kitaplarına sondan başlayınca böyle oldu. Sokak çocuklarını anlatan, hüzünlü bir kitap Jilet Sinan ve hayli ciddi araştırmalar sonunda yazılmış olduğu belli. İçiniz acıyarak okuyor ve aynı acıyla kapatıyorsunuz. -Doğan Yarıcı'yı bugüne kadar okumamış olmanın pişmanlığı ile okudum "Hodan"ı. Babadan, anneden yoksun, oradan oraya savrulmuş bir çocukluk geçirir Hodan (Hasan), doğanın kucağında gelişir. Papakçı'yı babası bilir, Nazmiye'yi annesi. Asker olur, 6-7 Eylül olaylarına şahit olmanın bile utancını yıllarca taşır. Pastacı olmak isterken askerde odacılığını yaptığı Paşa'sı onu bir hastaneye temizlikçi olarak yerleştirir, "Hayır" diyemez. Neden sonra aşçılık yeteneği farkedilir ve "Sede"yi, karısını bulur. Bir masal gibi başlayan roman insanı içine çeken olaylar dizisiyle devam eder. Çok beğenerek okudum, eğer Doğan Yarıcı ile hala tanışmadıysanız siz de benim gibi geç kalmayın, "Hodan"ı mutlaka okuyun... Yeni kitaplarda buluşmak ve pandemi günlerini sağlıkla atlatmak dileğiyle... Not: Blogspot'un yeni düzeninden siz de benim kadar şikayetçi misiniz? Şu fotoğrafları hizalayana, yazı stilini ve marjı düzenleyene kadar çileden çıktım... |
safa önal eski türk filmlerini sanki hep o yazmış de miii bi de bülent oran :) ayfer tunç en sevdiğim yerli yazaaar :) diğerlerini pek bilemediim :)
YanıtlaSilSafa Önal o kadar çok senaryo yazmış ki Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş Bülen Oran'ı bile sollayıp.
SilHodanı listeme aldım ...
YanıtlaSilUmarım seversiniz
SilEylül ayını harika tamamlamışsınız Nurşen Hanım. 10 Kitap çok iyi. Listenizde ilgimi çeken kitapları not aldım."Alman Koleksiyoncu", "Hodan", "Birlikte Yaşamanın Yolları", "Kefaret". Çok sağolun. Ekim ayında da sağlıkla, keyifle...daha nice okumalarınız olsun. Paylaşım için teşekkürler.
YanıtlaSilNot aldığınız kitapları seveceğinizi umuyorum Esin Hanım. Çok teşekkürler, aynı dileklerle sevgiler...
SilEline sağlık yine kitaplar hakkında aydınlatıcı bir yazı olmuş.Ben kendi adıma senin kitap seçimine güveniyorum ve. takip ederek okuyorum.Teşekkürler
YanıtlaSilSağol Haticecim, bol okumalı, sağlıklı günler diliyorum...
SilNatalia Ginzburg yorumunu merak ediyordum :)
YanıtlaSilTatmin etti mi yorum?
SilNurşen Abla tüm hepsini okudum yorumların ama Osman'ı es geçtim, çünkü uzun zamandır beni bu kadar heyecanlandıran bir kitap olmamıştı. Ne zaman okurum bilmiyorum ama hakkında da hiçbir şey okuyup büyüyü bozmak istemiyordum.taa ki Ferrante'nin yeni kitabının çıktığını öğrenene kadar.Çok kaliteli sonbahar olacak kitaplar açısından.
YanıtlaSilKalp Kalp Kalp
( zahide )
Evet Zahidecim bu ara çok sıkı kitaplar çıkıyor, Elena Ferrante'yi ben de sipariş ettim, gelmesini bekliyorum. Bakalım Osman'ı nasıl bulacaksın. Ben de aynı şekilde Kalp Kalp Kalp diyorum, o güzel blog zamanlarımızdaki gibi :)
Sil