Klavyem bozuldu dostlar, şu an ıstırap çekmekteyim yazarken. Yıllardan beri 10 parmak daktilo kullanan biri olarak Q klavye ile boğuşuyorum. Rahmetli F klavyemle ne güzel yaşayıp giderdik ama ömrü vefa etmedi. Antalya'ya dönmeme sayılı günler kalınca da yeni bir F klavye almayayım dedim ama inanın çok zorlanıyorum, parmaklarım istemsizce F'deki tuşlara yöneliyor. Ofş Fllfotk, ya işte "Hay Allahım" yazacaktım, ne çıktı. Virgülün yeri de değişik, noktaya basıyor, onun için peşinen yazım hatalarım için özür diliyorum.
Çanakkale Kampı'ndan sonra ikinci kamp deneyimimiz için rotayı Antalya'ya çevirdik. Yine aynı ekiple. maalesef sevgili Şef Şef Şef Amcamız rahmetli olduğu için eksikliğini haliyle çok hissettik. Şeflik yine babama kaldı ve bir gece doluştuk otobüse. O zamana kadarki deniz tatillerimizi soğuk ve dalgalı Karadeniz ile rüzgarlı Çanakkale'de geçirmiştik, ilk kez güneye iniyorduk. Mekanımız yine Sağlık Koleji idi. Sabaha karşı uykulu gözlerle otobüsün camından Antalya'nın pek döküntü görünen girişine bakarken "Burası nasıl turistik şehir" diye geçirmiştim aklımdan. Şimdi yerinde kocaman bir AVM yükselen çirkin mi çirkin, sıcak ve nemle sabahın köründe bile bunaltıcı hale gelmiş egzoz kokulu garaja indiğimizde ise iyice şaşırmıştım, bu nasıl Antalya'ydı? Ama şehrin göbeğine ve en güzel manzaralı yerine konuşlanmış, çiçekler içindeki bahçesinde ilk kez gördüğüm keçiboynuzu ağaçları olan okula geldiğimizde fikrim değişmeye başlamıştı. Birkaç gün içinde falezlerden denize inen merdivenleri ve minik minik şelaleleri de keşfedecektik.
Odalarımıza yerleştikten sonra kamp programı sunuldu. Aynı Çanakkale'deki gibi her sabah okulun otobüsüyle Lara'daki İl Özel İdare Plajı'na götürülecektik deniz için. Öğleden sonralar serbestti, kamp süresince ara ara tarihi ve turistik yerlere geziler düzenlenecekti. Otobüsün sabah 8'de hareket edeceği, kahvaltının da 7,5'da verileceği söylenince bazılarından "Askere mi geldik, kampa mı?" sesleri yükselse de çaresiz "Peki" dedik, itiraz şansımız yoktu zaten. İlk gün şehri keşfe çıktık. Caddeler boyu palmiye ve hurma ağaçları, Ankara'da saksılarda yetiştirmeyi başarınca gurur duyduğumuz hudayinabit zakkumlar, her yerde karşımıza çıkan rengarenk ağaç mineleri hepimizin ama en çok anneannemin gönlünü çelmişti. Ankara'ya dönerken yanına aldığı bir dal ağaç minesini saksıya dikecek, büyüyüp gelişen çiçek yıllar içinde neredeyse ağaç boyuna ulaşacaktı. Şehir merkezinde yaptığımız kısacık gezi bile sabahki olumsuz düşüncelerimi değiştirmeye yetmişti., gördüklerim göreceklerimin teminatıdır fikrindeydim. Zaten o yıllarda Antalya küçücük bir şehirdi.
Ertesi sabah plajla tanıştık. Şehrin çıkışındaki son bina o zamanki adıyla Antalya, şimdiki adıyla, atıl haline çok üzüldüğüm Talya Oteli idi. Sonrasında çayır çimen, kayalıklar, bambular başlıyordu. Bunların arasında tek bir bina daha vardı-ki hala var-Deniz Apartmanı. Otobüsümüz önünde duruyor ve orada oturan okul idarecilerinden birini alıyordu. Lara Plajı'nda bize ayrılan yere genişçe bir çardak kurulmuş, çay-kahve-meşrubat satışı yapılan bir bölüm eklenmişti. Duş ve kabinler de mevcuttu tabii ki. Kendimizi denize attık ve ağzımızdan çıkan ilk söz "Aa, çorba gibi" oldu 😃 Akdeniz sularıyla tanışıyorduk.
Kamp Çanakkale'dekinin aksine çok kalabalıktı ve hayli ilginç şahıslara ev sahipliği yapıyordu. Bunlardan biri bir hemşire hanımla kocası idi. İri yapılı karısının yanında ufak tefek yapısıyla dikkat çeken adam otobüsten iner imez mayosunu giyip denize atlıyor, aşırı çırptığı ayaklarıyla arkasında köpükten koca bir yol oluşturuyor, kıyıda günlük giysileriyle telaş içinde bir o yana bir bu yana koşturan karısı da "Aaaameeet, gitmeee, sen denizde yüzemezsin, kaplıcada yüzersin, boğulacan geri dööön" diye çırpınıyordu. 15 günlük kamp süresince kadın parmağının ucunu bile denize sokmadı, adam da karısının tüm korkularına rağmen boğulmadı 😃
İkindi üstleri hava biraz serinleyince dolaşmaya çıkıyorduk. İstikamet çoğunlukla o zamana kadar bozkırda bir benzerini görmediğimiz ve hayran kaldığımız Karaalioğlu Parkı oluyordu, kimi zaman da Yat Limanı ve Kaleiçi. Menzile ulaşana kadar etrafı en yoğun biçimde anneannem kolaçan ediyor ve kaldığımız yere yakın olan Orduevi'nin önünden her geçişimizde subay olan dayımdan hareketle "Ben istesem burada kalırım" diyerek babamı sinir ediyordu. Ne yani damat, senin kampına mecbur değiliz icabında 😃 Aşağıda o yıllarda gerçekten bir Cennet görünümündeki parkta bizim ekürinin kadınlarının birkaçı cigara tüttürürken ben de Antalyalı arkadaşımla muhabbete dalmışım, sol başta annem:
O gece yola çıktık ama Ankara'ya iner inmez eve gitmek yerine acile gidip beyin röntgeni çektirdik. Neyse ki ucuz atlatmıştım ama ayağımı sürümüşüm sanırım, 5 yıl sonra temelli yaşamak üzere dönecektim şehre. Kapısının camını kafamla kırdığım Sağlık Koleji'nin yerinde güzel bir park var şimdi, kamp arkadaşlarımızın çoğu da başka bir alemde. Antalya ise her daim güzel...
İlk 7 yaşında babam, annem ve kardeşimle gelmiştim. Karaalioğlu parkında ki evlerden biride kalmıştık. Parkta akşamları parkta hep sanatçılar vardı. Kadınlar pilajından denize giriyorduk. Şehirde arabayla her gün farklı bir yeri geziyor akşamları Kaleiçinde dolaşıyorduk. Babam Narenciye deki işini bitirince sıkıldığımız Antalya'dan Alanya'ya geçtik.
YanıtlaSilO evlerin içini görmek isterdim
SilAntalya'yı geç keşfeden birisi olarak 80'li yıllardaki halini görmek isterdim.
YanıtlaSilSakin, güzel ama biraz kasabamsı idi. Tost ekmeği bile yoktu diyeyim sen anla :)
SilAlanyalılara yine gıcık oldum, çok benzer bir şey de biz yaşamıştık yıllarca ;))
YanıtlaSilYalnız değilmişim demek :)
SilBen de klavyemle vedalaştım bu sene. Nedense tuşların çoğu mortu çekmişti :) Ateş pahası olsa da yeni klavyeler pamuk eller cebe diyerek en ucuzunu aldım.
YanıtlaSilAnneanneniz çok haklı. Ben bile okurken gerildim :D İnsan bir ilgilenir bir şeyiniz var mı der. Düden Şelalesi'ni çoook eskiden görmüştüm. Yıllar oldu. Aslında bir Antalya ve çevresini tekrardan gezmem lazım.
Pandemi bitsin gelin gerçekten. Bina sayısı artsa da Antalya hala çok güzel. F klavyeme kavuşmak için eve dönmeyi dört gözle beklıyorum, Q çok zorluyor zira
SilNE güzel bir yazı serisi oldu bu böyle. yorum yazamazsam da
YanıtlaSilkeyifle okudum ve devamını bekledim. Anılar yazıyla sabitleniyor ya böyle
ben de mi eskileri yazsam diyorum..
Çok teşekkürler ve yazsanıza ne güzel olur. Günlerin birbirinin aynı olduğu pandemi günlerinde geçmiş en güzel sığınak
SilKlasik tatilciler olarak yıllarca Manavgat tarafına giden biri olarak ancak bu yıl Antalya merkezi görebildim. Yazdığınız yerlerin çoğu hala bilinmez benim için, düden şelalesi hariç. Keşfetmek için zaman gerekiyor. Alanya'ya bir kez gittim öncesinde ve havasında bir negatiflik hissetmiştim. Belki de insanların yaydığı negatif enerjidendir;) Ankara azılarınızı zevkle okuyorum, belki Antalya keşif yazıları da yazarsınız...
YanıtlaSil