Sabah kahvaltı sonrası keyif çayımı elime alıp balkona çıktım. Vakit çok erken sayılmazdı ama cadde bomboştu ki bu pek nadir olan bir durumdur. E5 karayolu gibi işler zira kendisi. Günlerden pazar olmasının sakinliğiyle oturdum biraz, hafta içi gürültüden durulmaz. Karşıdaki yurdun görevlisi çıktı bahçeye çok geçmeden, önce bir sigara yaktı, sonra hortumu takıp ağaçları suladı, sonra zemini, son olarak da kaldırımı yıkadı. Kaldırımlar ve cadde akasya çiçeği petalinden bir halıyla örtülü adeta. Mahalle esnafının sabahları ilk işi onlarla boğuşmak oluyor. Görevli kadın daha sulama işini bitirmeden hemen yanıbaşındaki çöp konteynerine iyi giyimli, gençten bir adam yanaştı. Çöp atacağını sandım ama meğer çöp topluyormuş. Bulduğu birkaç teneke meşrubat kutusunu ayağının altında iyice ezdikten sonra elindeki poşete koydu, çöpün içinden çıkardığı battaniye benzeri bir şeyi bir süre inceledikten sonra almaya değer görmeyip bıraktı ve yoluna devam etti. Derken karşı kaldırıma iki araba yanaşıp durdu. İçinden 6 genç adam indi. Kaldırımın kenarına, akasya ağacının altına dikilip birbirleriyle sigara alışverişinde bulundular. İçlerinden biri Arnold Şıvarzenaygır'ın yerli versiyonu gibiydi. Zaten baklavalarından, kaslarından pek emin kasılmakta idi, uzaktan King Kong'daki gorile benzettim duruşunu. Diğerleri muhtemel ki vücut geliştirmeye yeni başlamışlar, pek baklava, şöbiyet bir görüntüleri yoktu, ellerindeki enerji içeceğini sigaralarına katık edip Şıvarzenaygır made in Turkey'in küçümseyen bakışlarına ve kaslarını iyice kasmasına sebep olmakta idiler. Bir sigara içimi sürede muhabbet edip kahkahalar attılar, sonra arabalarına binip gittiler. Farkettim ki öndeki aracın sürücüsü yerinden hiç kalkmamış, sigaralı eli açık camdan dışarda durmakta idi. Diğer aracın aksine sunroofu olan bir araba kullanmanın ayrıcalığından yararlanmaktaydı arkadaş, Allah isteyen herkese nasip etsin 😀 Derken dizimde bir iğnelenme hissettim, minnak bir sinek siftahını benimle yaptı, sivri biber diye alıp dolma biber çıkan fidelerimizin sineklerinden biri farklı bir lezzet istedi sanırım. "Sana kendimi yedirmem" dedim ve boş bardağımı alıp girdim içeri.
Bazen mülkiyeti bir vazo çiçek belirler :)
Sözkonusu kaldırım
Babam bir süredir bizimle, içerde onunla biraz sohbet ettik. Çocukluğundan birkaç anekdot anlattı, bazılarını hiç duymamıştım. Buraya da yazayım ki kişisel tarihime not olsun, unutmayayım. Dedem demiryolcu idi. Uzun zaman istasyon lojmanlarında oturmuşlar. Babamın çocukluğu da demiryolu çevresinde geçmiş. Genlerimize mi işlemiş nedir dededen toruna hepimizde bir tren sevdası vardır. Trenle yolculuk etmeye, raylar boyunca yürümeye, gar binalarına bayılırız. İşte bu lojmanlardan birinde otururken olmuş bu yazacağım şeyler. Babam 6 yaşında, halam ondan bir yaş büyük, ilkokula başlayacak ama ilkokul uzakta. Dedem ikisi beraber giderse daha güvenli olur diye babamın yaşını bir yaş büyütmek üzere mahkemeye başvurmuş. Birlikte hakimin karşısına çıkmışlar. Hakim sormuş, dedem derdini anlatmış, katip kız da daktiloda tıkır tıkır yazmış. Babam diyor ki: "O makine tıkırdadıkça büyüyorum sanmıştım" 😀 Yine aynı lojmanda bir sabah babam yataktan kalkarken babaaannem çığlık çığlığa "yılan" diye bağırmaya başlamış. Herkes şaşkın şaşkın bakınırken gerçekten bir yılan babamın yattığı yataktan kayarak inmiş. Meğer gece boyu babamın koynundaymış. Nasıl olmuş da sokmamış, zehirsiz miymiş ya da gerçekten yılan da kendine dokunmayana dokunmaz mıymış meçhul. Son anlatttığına çok güldüm. Babamın yakın bir köyde oturan nenesi lojmana, dedemleri ziyarete gelmiş. Birkaç gün kalıp dönmüş. Köyde tanıdıklar "Nasıllar, iyiler mi?" diye sormuşlar. Nene cevap vermiş: "Ne olacak, yiyiiler, içiiler, evin içine sıçiiler" 😀 Evin içinde tuvalet olması tuhaf gelmiş neneciğe. Babamın bugün anlatmadığı ama önceki yıllardan bildiğim bir tren öyküsü daha vardır ki düşünmesi bile ödümü patlatmaya yetiyor. İlkokul yıllarında lojman arkadaşlarıyla "trenin altına yatarsın, yatamazsın" iddiasına giriyorlar. Babam "yatarım" diyor ve trenin gelme vaktine yakın gidip rayların arasına uzanıyor. Çok geçmeden gelen tren de üstünden geçiyor. Bunu anlattığında "Korkmadın mı?" diye soruyoruz, "Korkmadım ama öyle bir gürültü vardı ki anlatılmaz, nasıl ürküp başımı kaldırmadığıma şaşıyorum, kafamı koparır giderdi tren" diyor. Çocukluğun verdiği cesaret mi desek, kendini ıspatlama çabası mı desek ama her şekilde gereksiz bir çaba, sonucu da üstüne tatlı niyetine, durumu öğrenen dedemden yenen bir araba dayak 😀
Eh, bugünlük bu kadar sohbet yeter. Pazarınız güzel geçsin diyor ve kaçıyorum...
Nursenim pazar sabahi yuzumu gulumsettin, ah anilarimiz ve her zaman ki gibi senin su misali akan, zevkle okunan yazilarin. Cok guzeller❤
YanıtlaSilÇok keyifli bir pazar yazısı olmuş. Beğenerek okudum, özellikle babanızın anılarından aktardıkları çok güzeldi. Kesinlikle bir kenara yazmalısınız bunları. Trenin altına yatması ve yılan çok ürkütücü geldi, Allah korumuş. Keyifli pazarlar.
YanıtlaSilAh nine alemmiş, ben de çok güldüm :)
YanıtlaSil