.

.
.

7 Eylül 2016 Çarşamba

FANTOMANTO*

 

Bahsetmiştim değil mi, iri gövdeli apartmanımıza manto diktirmeye çalışıyoruz, kalabalık bir terzi ekibi günlerdir iş başında. Mantonun kumaşı eskilerin deyimiyle İngiliz kumaşı değil haliyle, o yüzden ortaya çıkan model de haute couture değil, sıradan, sentetik karışımı bir konfeksiyon işi olacak. Rengi ve biçimi iyi seçilirse göz boyayabiliriz üçüncü şahıslara karşı, dört bir yanımızı sarmalayan straforla oksijensiz kalacak ruhumuz ve bedenimiz ise apartmanın sürekli ve bu işe hevesli mûkimlerinin sorunu. Ben kapıların pencerelerin açılmadığı kış aylarında yokum, üstelik bu işe "hayır" diyen tek kişiydim. Muhalefet her zamanki gibi azınlıkta kalınca şimdi toz, strafor taneleri, sıva kalıntıları, matkap sesi, dört bir yanımızı saran paslı iskeleler, her pencerede bir işçi kafası, boya kokusu ve sürekli bir kalabalık ve gözlenme hissiyle birlikte yaşıyoruz. Sağ yanımdaki pencere Karagöz perdesi gibi şu an, çekili güneşliklerin ardında duvarı sıvayan işçinin hareketlerini bir gölge oyunu gibi izliyorum, yanık bir türkü söyleyen sesi de hafiften geliyor kulağıma. 

Sol yan ise matkap sesleriyle şenlenmekte. Kaç gündür o kadar aşina oldum ki bu sese artık musiki gibi geliyor. Normalde rutin bir zırıltı ama arada kime sinirleniyorsa "oraya gelirsem sorarım sana" der gibi bir tempoya dönüyor. Hatta "geldim ha, geldim ha" dediğini bile duyabiliyorum zaman zaman ve hemen ayağa kalkıp saygı duruşuna geçiyorum. Ne olur ne olmaz, matkap bu, hem de en iri kıyımından, kızdırmaya gelmez. Tepemde koca bir delik açıp üstüne duvardaki gibi, çiçeğe benzeyen, şık, kırmızı bir dübel kondurabilir. O zaman ebediyen huniyle gezer, bunca zaman gizlediğimiz delirme halini dosta düşmana ilan ederiz. Saygıda kusur etmediğim halde geçen gün balkon kapısının her iki yanındaki duvarda koca bir delik açıverdiler, bir nevi gözdağı olduğunu düşünüyorum, "ayağını denk al, duvarı delen beynini de deler" şeklinde yorumladım. Evlerden ırak :)

Dert bir değil üstelik, tam "erkekseniz teker teker gelin" demelik. Bitişiğimizdeki apartman da kendisine manto diktiriyor, yani duble gürültü, duble pislik. İşler senkronize bir şekilde gidiyor diyemeyeceğim zira onların terzileri daha hamarat, malzemeleri de daha kaliteli, o nedenle çabuk ilerliyor. Paris modaevlerinde kurs görüp ders aldıklarını düşünüyorum, haute couture değilse de biraz daha butiğe yakın. İskelelerinde bile koruma bariyeri var, bizim işçiler Allah'a ve kendi çevikliklerine emanet. "Bir Delinin Hatıra Defteri"ndeki Erdal Beşikçioğlu gibi sekiyorlar demirlerin üstünde. Yalnız yan apartmanda ilginç bir durum var, binanın ön ve yan yüzlerinden biri betebe mozaik kaplı, oraya hiç dokunulmadı. Arkaya ve boyalı tek yan cepheye dikildi manto, yani yarım manto. "Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe" hesabı. "Mozaikli cephedekiler üşürse üşüsün bana ne bana ne" dedi herhalde yönetici, kendisinin diğer cephede ikamet ettiğini düşünüyor ve bu gıybetle bir miktar günah üstleniyorum :)

Şimdi matkap sesleri üst katlara doğru uzaklaşmış, gölge oyunu da pencereden balkona kaymışken izninizle biraz kitap okumak istiyorum, bu fırsat her zaman ele geçmiyor. Mantolama illetinden cümleniz uzak olsun diyor ve huzurdan çekiliyorum. 

*Ben çocukken Gençlik Parkı'ndaki Lunapark'ta "Fantomanto" diye bir korku tüneli vardı, ödüm kopardı. Bu işten de öyle tırsıyorum yani :)

3 yorum:

  1. İLAHİİ
    NE DE GÜZEL ANLATMIŞSIN
    BİR KULAKLIK HEDİYE ETMELİ SANA :))

    YanıtlaSil
  2. :))) Bina mantolama bundan daha eğlenceli anlatılamazdı sanırım :) Hep neşeyle kalın...

    YanıtlaSil
  3. Yaşa be Leylak Dalı, sayende çaprazımdaki binaya ne yaptıklarını anladım. Boya desen boya değil, aklım bir türlü ermiyordu. Herhalde bu mevsim manto mevsimi. Neyse ki strafor bilyeleri evime kadar girmiyor, fakat gürültüden nasibimizi alıyoruz mecbur. Bir de altından geçenlere aklım çıkıyor. Her an kafaya bir şey inecek gibi.

    YanıtlaSil