Görsel: Buradan
Kadın esneyerek mutfağa yöneldi. Sabahın çok erken bir saati değildi ama üzerinde uykusunu alamamış insanların mahmurluğu vardı. Tezgahın önünde durup "Nereden başlasam?" diye bir an düşündü, sonra dipfrizi açtı. Donmuş mercimeklerin olduğu torba eline değince ürperdi, hemen bir kaba sıcak su doldurup hem elini hem mercimekleri soğuktan kurtardı. Ayakları soğanların durduğu dolaba götürdü, çekmeceyi açıp 3 tane soğan aldı. Soyup kesme tahtasına yerleştirdi, doğramaya başladı. Eskiden olsa elinde doğrar, bu arada parmaklarına da üç-beş çizik atardı. Eğer o çizikler zamanla kaybolmasaydı, kaplumbağa kabuklarındaki halkalar gibi izlerine bakarak kadının kaç yılını mutfakta geçirdiği kolayca hesaplanabilirdi. Neyse ki birkaç yıldır kesme tahtasını kullanmaya alışmış, parmakları da rahat bir nefes almıştı :)
Doğradığı soğanların bir kısmını dolaptan çıkardığı kuşbaşı etler ve soyup hazırladığı sarmısaklarla beraber kavrulmaya bıraktı. Ocağın diğer gözüne de çözülmüş mercimeklerle soğanların kalanını biraz yağ ilavesiyle yerleştirdi, börek içi ağır ağır hallolsun diye. Sıra işin en sıcak ve yorucu kısmına gelmişti. Sebzelikten çıkardığı haddinden fazla gelişmiş bostan patlıcanlarını tek tek yıkadı, kuruladı ve göbek kısmından bir kapak çıkararak oymaya başladı, oyacak patlıcanın ebadı karşısında çaresiz durumdaydı. Annesinin çeyizinden kalma kocaman, sivri burunlu yemek kaşıklarından birini çağırdı yardıma. Kaşık görevini layıkıyla yerine getiriyordu ama patlıcanlarda bir gariplik vardı. Bostan patlıcanında olmaması gerektiği kadar çekirdek içeriyordu. Kadın bir yandan-patlıcanlı bir türkü aklına gelmediği için-"Fincanı taştan oyarlar/İçine bade koyarlar" diye çığırıp bir yandan oyma işlemine devam ediyordu ama kafası karışmıştı bir kere. 3 patlıcan çoktan kaynayan zeytinyağına atılmıştı kızarmak için, dördüncüyü atmadan önce çekirdekli kısımdan bir parça ısırdı ve anında tükürdü. Bu patlıcan değil zehirdi. Normal patlıcanların acı olanına çok rastlamıştı ama bostan patlıcanında ilk kez başına geliyordu böyle bir acılık. "Bostan sahibi patlıcan tohumlarını ekmeden önceki akşam yemeğinde muhtemelen epey kuru fasulye yemiş" diye düşündü. Annesi soğan çok acı çıkınca "eken adam yellenmiş" deyip gülerdi, aslında yellenmiş falan demezdi, adlı adınca söylerdi de haydi ben editör olarak kadının aklından geçenleri sansürleyim :) Ee, ne olacaktı şimdi, bu acı patlıcanlar misafire yedirilmezdi doğal olarak, "bırakalım onları kırağı çalmasın, biz yenilerini alalım" diyerek giyinmeye gitti. Bir yandan da bunca iş arasında çıkan bu ekstra eziyete söyleniyordu. Neyse ki market yakındı, manav reyonuna geçti, en köşedeki market manzaralı, mutena standlarında ikamet eden bostan patlıcanlarına yanaştı elindeki poşetle. Bunlar da istediği gibi değildi ama çare yok, idare edecekti. Boks eldivenine benzeyen birini ve küçük boy kavun iriliğindeki diğerini kenara ittirerek mümkün olduğunda düzgünlerini seçti. Markete girince tek parça ürünle çıkmak alışverişin şanına yakışmaz diyerek patlıcanların yanına bir kutu yumurta ve bir yumurta fırçası ekleyerek bitirdi alışverişi.
Tekrar mutfağa girdiğinde panikledi, ortalık karman çorman, saat ilerlemiş ve henüz hiçbir yemek bitme aşamasına gelmemişti. Acilen yıkadı patlıcanları, Beşiktaş forması gibi soyarken Fenerbahçeli olduğunu hatırlayıp "acaba alacalı mı desem?" diye düşündü. Sonra son zamanlarda Çarşı grubuna duyduğu sempatiye karşılık olarak "evet Beşiktaş forması" dedi ve kaşığı eline alıp oymaya başladı. O da ne? Bunların içi de diğerleri kadar olmasa da çekirdek doluydu. "Bunları diken de öbür bostancının evinde yemiş akşam yemeğini, neyse ki fazla kaçırmamış" diyerek bir parça attı ağzına. Hafif bir acılık vardı ama tuz ve yağ onu hallederdi. Sonunda tombul patlıcanlar soyulmuş, oyulmuş ve kızarmıştı. Hazır olan içi yerleştirip domates ve biberle süsleyerek akşama fırına vermek üzere buzdolabına kaldırdı. Oh, neyse ilk ve en önemli yemek hallolmuştu, morali biraz düzelince "Amanin nineler/Un eler dönerler/Amanin güzeller/Bade süzerler" diye bir türkü tutturup mücver yapmaya girişti. Kabaklı bir türkü düşünmedi değil ama o anda hatırlayamadı. Mücverin işi çabuk bitmişti, hemen fırına sürdü. Sırada börek vardı. Sütle yağı karıştırırken annesinin mutfağında olduğu ve onun eşyalarını kullandığı düştü aklına. Burnunun direği sızlamaya ve gözleri yanmaya başlamıştı ki "şimdi ağlama lüksüm yok, iş çok" diye düşündü, kafasındaki düşünceleri savmak ister gibi saçlarını geriye attı ve malzemesini sürüp kare dilimler haline getirdiği yufkalara mercimekleri paylaştırıp bohçalamaya başlamıştı ki yarım bıraktığı kitabını hatırladı: "Kün". Tüm külliyatını hatmettiği Sezgin Kaymaz'ın bu son kitabına bayılmıştı, hele Konya ağzıyla konuşan köpek Çeto'ya tek kelimeyle bitmişti. Sırf o yüzden bile okunabilirdi bu kitap ki daha onun gibi neler vardı. Arsa yapmaya niyet ettiği eski kabristanda mezarlarını bozup rahatsız ettiği ölülerin intikam almak için uykuda, tuvalette ve namazda türkü söyletip göbek attırdığı açgözlü yapsatçı, yapsatçının mezarları yıkıp araziyi düzlemekle görevlendirdiği ve bu nedenle her gece rüyalarında sürekli kefen ütüleyen üç yiğeni, durmadan babasından dayak yiyen ve bu nedenle dayak yeme ve dövme üstadı olmuş küçük Ömer, Ömer'e kol kanat geren Hüdai Nabit ve daha pek çok ilginç kahramanın neler yaptığı fena halde merakını celbetmeydi kadının. Hızla börekleri fırına yerleştirdi, ortalığı toparladı, mutfağın zeminini paspasladı, ellerini yıkadı. Artık kalan zaman kendine aitti. Eline "Kün"ü aldı ve kanepeye yerleşti...
Not: Kendime üçüncü bir şahsın gözünden bakmak istedim bugün, sabredip okuduysanız sağolun derim :)
Kadın esneyerek mutfağa yöneldi. Sabahın çok erken bir saati değildi ama üzerinde uykusunu alamamış insanların mahmurluğu vardı. Tezgahın önünde durup "Nereden başlasam?" diye bir an düşündü, sonra dipfrizi açtı. Donmuş mercimeklerin olduğu torba eline değince ürperdi, hemen bir kaba sıcak su doldurup hem elini hem mercimekleri soğuktan kurtardı. Ayakları soğanların durduğu dolaba götürdü, çekmeceyi açıp 3 tane soğan aldı. Soyup kesme tahtasına yerleştirdi, doğramaya başladı. Eskiden olsa elinde doğrar, bu arada parmaklarına da üç-beş çizik atardı. Eğer o çizikler zamanla kaybolmasaydı, kaplumbağa kabuklarındaki halkalar gibi izlerine bakarak kadının kaç yılını mutfakta geçirdiği kolayca hesaplanabilirdi. Neyse ki birkaç yıldır kesme tahtasını kullanmaya alışmış, parmakları da rahat bir nefes almıştı :)
Doğradığı soğanların bir kısmını dolaptan çıkardığı kuşbaşı etler ve soyup hazırladığı sarmısaklarla beraber kavrulmaya bıraktı. Ocağın diğer gözüne de çözülmüş mercimeklerle soğanların kalanını biraz yağ ilavesiyle yerleştirdi, börek içi ağır ağır hallolsun diye. Sıra işin en sıcak ve yorucu kısmına gelmişti. Sebzelikten çıkardığı haddinden fazla gelişmiş bostan patlıcanlarını tek tek yıkadı, kuruladı ve göbek kısmından bir kapak çıkararak oymaya başladı, oyacak patlıcanın ebadı karşısında çaresiz durumdaydı. Annesinin çeyizinden kalma kocaman, sivri burunlu yemek kaşıklarından birini çağırdı yardıma. Kaşık görevini layıkıyla yerine getiriyordu ama patlıcanlarda bir gariplik vardı. Bostan patlıcanında olmaması gerektiği kadar çekirdek içeriyordu. Kadın bir yandan-patlıcanlı bir türkü aklına gelmediği için-"Fincanı taştan oyarlar/İçine bade koyarlar" diye çığırıp bir yandan oyma işlemine devam ediyordu ama kafası karışmıştı bir kere. 3 patlıcan çoktan kaynayan zeytinyağına atılmıştı kızarmak için, dördüncüyü atmadan önce çekirdekli kısımdan bir parça ısırdı ve anında tükürdü. Bu patlıcan değil zehirdi. Normal patlıcanların acı olanına çok rastlamıştı ama bostan patlıcanında ilk kez başına geliyordu böyle bir acılık. "Bostan sahibi patlıcan tohumlarını ekmeden önceki akşam yemeğinde muhtemelen epey kuru fasulye yemiş" diye düşündü. Annesi soğan çok acı çıkınca "eken adam yellenmiş" deyip gülerdi, aslında yellenmiş falan demezdi, adlı adınca söylerdi de haydi ben editör olarak kadının aklından geçenleri sansürleyim :) Ee, ne olacaktı şimdi, bu acı patlıcanlar misafire yedirilmezdi doğal olarak, "bırakalım onları kırağı çalmasın, biz yenilerini alalım" diyerek giyinmeye gitti. Bir yandan da bunca iş arasında çıkan bu ekstra eziyete söyleniyordu. Neyse ki market yakındı, manav reyonuna geçti, en köşedeki market manzaralı, mutena standlarında ikamet eden bostan patlıcanlarına yanaştı elindeki poşetle. Bunlar da istediği gibi değildi ama çare yok, idare edecekti. Boks eldivenine benzeyen birini ve küçük boy kavun iriliğindeki diğerini kenara ittirerek mümkün olduğunda düzgünlerini seçti. Markete girince tek parça ürünle çıkmak alışverişin şanına yakışmaz diyerek patlıcanların yanına bir kutu yumurta ve bir yumurta fırçası ekleyerek bitirdi alışverişi.
Tekrar mutfağa girdiğinde panikledi, ortalık karman çorman, saat ilerlemiş ve henüz hiçbir yemek bitme aşamasına gelmemişti. Acilen yıkadı patlıcanları, Beşiktaş forması gibi soyarken Fenerbahçeli olduğunu hatırlayıp "acaba alacalı mı desem?" diye düşündü. Sonra son zamanlarda Çarşı grubuna duyduğu sempatiye karşılık olarak "evet Beşiktaş forması" dedi ve kaşığı eline alıp oymaya başladı. O da ne? Bunların içi de diğerleri kadar olmasa da çekirdek doluydu. "Bunları diken de öbür bostancının evinde yemiş akşam yemeğini, neyse ki fazla kaçırmamış" diyerek bir parça attı ağzına. Hafif bir acılık vardı ama tuz ve yağ onu hallederdi. Sonunda tombul patlıcanlar soyulmuş, oyulmuş ve kızarmıştı. Hazır olan içi yerleştirip domates ve biberle süsleyerek akşama fırına vermek üzere buzdolabına kaldırdı. Oh, neyse ilk ve en önemli yemek hallolmuştu, morali biraz düzelince "Amanin nineler/Un eler dönerler/Amanin güzeller/Bade süzerler" diye bir türkü tutturup mücver yapmaya girişti. Kabaklı bir türkü düşünmedi değil ama o anda hatırlayamadı. Mücverin işi çabuk bitmişti, hemen fırına sürdü. Sırada börek vardı. Sütle yağı karıştırırken annesinin mutfağında olduğu ve onun eşyalarını kullandığı düştü aklına. Burnunun direği sızlamaya ve gözleri yanmaya başlamıştı ki "şimdi ağlama lüksüm yok, iş çok" diye düşündü, kafasındaki düşünceleri savmak ister gibi saçlarını geriye attı ve malzemesini sürüp kare dilimler haline getirdiği yufkalara mercimekleri paylaştırıp bohçalamaya başlamıştı ki yarım bıraktığı kitabını hatırladı: "Kün". Tüm külliyatını hatmettiği Sezgin Kaymaz'ın bu son kitabına bayılmıştı, hele Konya ağzıyla konuşan köpek Çeto'ya tek kelimeyle bitmişti. Sırf o yüzden bile okunabilirdi bu kitap ki daha onun gibi neler vardı. Arsa yapmaya niyet ettiği eski kabristanda mezarlarını bozup rahatsız ettiği ölülerin intikam almak için uykuda, tuvalette ve namazda türkü söyletip göbek attırdığı açgözlü yapsatçı, yapsatçının mezarları yıkıp araziyi düzlemekle görevlendirdiği ve bu nedenle her gece rüyalarında sürekli kefen ütüleyen üç yiğeni, durmadan babasından dayak yiyen ve bu nedenle dayak yeme ve dövme üstadı olmuş küçük Ömer, Ömer'e kol kanat geren Hüdai Nabit ve daha pek çok ilginç kahramanın neler yaptığı fena halde merakını celbetmeydi kadının. Hızla börekleri fırına yerleştirdi, ortalığı toparladı, mutfağın zeminini paspasladı, ellerini yıkadı. Artık kalan zaman kendine aitti. Eline "Kün"ü aldı ve kanepeye yerleşti...
Not: Kendime üçüncü bir şahsın gözünden bakmak istedim bugün, sabredip okuduysanız sağolun derim :)
Bayıldım, harika olmuş. Ellerine sağlık:)
YanıtlaSilHerhangi bir kitaptan bir bölüm okudum sanki... Lisedeki kitaplarımızla olurdu böyle alıntılar o yıllara götürdün beni:))
YanıtlaSilBörek yerine seni yeriz üçüncü tekil şahıs:)) kün mutlak okunacak.
YanıtlaSilAğlama kısmını geçelim...ben mutfakda hep annemle konuşuyom zaten.
YanıtlaSilSezgin Kaymaz'a kay diyosun illa:)
O patlıcanı yapıcam zati tarfini dün aldıydım senden:)
Sende sağol,ayol zevkti,arkadaşların dediği gibi "Herhangi bir kitaptan bir bölüm okudum sanki..."
YanıtlaSilŞu tarifi ben de merak ettim Leylakım:))
Kısa öykü tadinda...
YanıtlaSilillaki kün diyorsun yani , kolay gelsin.
YanıtlaSilKendimi mutfakta sizi izlerken buldum bir an :)
YanıtlaSilVay be ilk defa mutfak yazisi okudum bloggerda :)
YanıtlaSilYemek tarifi mi okudum, sıkı bir romana mı başladım emin değilim Leylak' cım. Seni ilk okuduğum günlerden beri adeta yalvarıyorum. Hadi yaz şu kitabını artık yaw. Sen de kurtul, ben de kurtulayım. Okuycam söz veriyorum:) Belki böylece her ikimiz için de arkası gelir. Sen yazmaya devam edersin ben de okumalara. Sevap işlemiş olursun;)
YanıtlaSilHarika, çok beğendim.Öykülere devam Leylak Dalı'cığım ;mutfak tadında ,kitap tadında...
YanıtlaSilOyku tadinda olmus,
YanıtlaSilUcuncu sahsi sevdim, sen hep yaz sevgili Leylak Dali :)
ellerine saglik ablacim ama bir sonraki sefer hikayenin yanina eslik edecek gorselleri de bekleriz ;)
YanıtlaSilNursen Abla sen ne olur yazsana biseyler biz okuruz. Tadi damagimda kaldi.
YanıtlaSilNefisti, lezzetliydi... Devam... üçünü beşini üstüste koysan olacak, işte... hatta olmuş...
YanıtlaSilHepinize çok teşekkür ediyorum beğeniniz için, valla bu gidişle gerçekten yazacağım galiba iyi gaz veriyorsunuz bana :) Sevgiler yolluyor ve bir kez daha "Kün"ü okuyun diyorum...
YanıtlaSilE bu şahane bir öykü olmuş, bayıldım vallahi. Kün okunacak mutlaka :)
YanıtlaSilo kadın, başlangıcı buradaymış.
YanıtlaSilama ben hissetmiştim, en başlarda ;)
geriye dönüp okumaya devam ediyorum.