Geldik ikinci güne. Bu seyahati yapacağımız belli olunca Batum'a geçmeye de niyet ettik ve günübirlik bir tura katıldık. "Ovit Tur"a rezervasyon yaptırdık, bizi Fındıklı'dan, kaldığımız konağa yakın anayoldan almaları konusunda anlaştık.
Kaldığımız mekanın bir konak olduğunu ve sahipleri tarafından aile işletmesi olarak hizmet verdiğini yazmıştım sanırım. Kendileri de konağın bir bölümünde kalıyorlar, müşterilerle daha ziyade evin tatlı, güler yüzlü büyük kızı ilgileniyor. Kahvaltımızı da o hazırlıyordu zaten, mekanda yemek yok, sadece oda-kahvaltı. İkinci muhlamamızı da konakta yiyor ve sonrası için daha basit bir kahvaltı istiyoruz. Her gün de muhlama yenmez sonuçta 😃
Kahvaltı sonrası mekanın sahibi bizi anayola bırakıyor arabayla-sağolsun bunu gerektikçe hep yaptı-anlaştığımız gibi minibüs durağında bizi alacak tur aracını beklemeye başlıyoruz. Sonra gelen telefonla belli oluyor ki bir yanlışlık olmuş, bizi Fındıklı'dan değil Rize'den alacaklarını sanmışlar. Hal böyleyken bir saat erken gelmiş oluyoruz ve çareyi yol kenarındaki Doğuş'a ait büfeye oturup çay içmekte buluyoruz. Çaydı, suydu, ortalıkta dolanmaktı, fotoğraf çekmekti derken bir saat geçiyor ve gelen araçta bize kalan son koltuklara yerleşiyoruz.
Fındıklı ile Sarp sınır kapısının arası aşağı yukarı bir saat ya da biraz fazla. Kapıya gelince araçtan iniyoruz, otobüste eşya bırakmamamız ve çantalarımızda ilaç bulundurmamamız tembihleniyor. Gürcistan'a ilaç sokmak yasakmış, muhtemelen uyuşturucu şüphesiyle alınmıyor. Bunu biliyordum ama unutmuşum. Çantamın içi tansiyon ilacından ağrı kesicisine, pastilden ishal ilacına kadar eczane gibi. Ne yapsam diye paniklerken ceplerimize koymamız öneriliyor. Esasen çok komik, çantanda girmesin ama cebinde girebilir. Dolduruyoruz cepleri, Türk polis noktasının önünde kuyruğa giriyoruz. Oldukça kalabalık, zira bütün turlar aynı saatte yola çıkıyorlar, ilave olarak bireysel giriş yapanlar da var. Otobüste pasaport yerine geçecek matbu kağıtlar dolduruluyor, benim yanımda pasaportum olduğu için onunla giriş yapacağım. Yurtdışı çıkış harçlarını mobil bankacılıktan yatırıyoruz. Kimlikleri hazırlıyoruz ve epey sıra bekledikten sonra ilk kontrolü geçiyoruz. Sırada Gürcü polisi var, İstanbul metrosundaki gibi upuzun koridorlardan yürüyor ve Gürcü kapısına geliyoruz, tam kuyruğa girecekken önümüzdeki Gürcü kadın "Kızlar" diyerek bir el işaretiyle arkasından gelmemizi işaret ediyor. Burada sıra falan yok ama gevşek bir görevli var. "Nereye gidiyorsunuz?" diyor kırık Türkçesiyle, "Haydan gelip huya gidiyoruz" diyorum. Bu defa kardeşimin x-ray'den geçen çantasının ardından "Altın yok mu?" diye sesleniyor. "Altın pahalı" deyip atıyoruz kendimizi çıkışa. Mecburiyetten kapısı kapanmayan ve pis tuvaletlere giriyoruz, zira rehberimiz Duygu Hanım otobüste Batum'daki WC'lerin 1 Lari olduğunu belirtti 😃
Gümrük işi bitince otobüse doluşuyor ve "Aydınlık Yol" denen yoldan Batum'a giriş yapıyoruz. Aydınlanmanın sebebi Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçişmiş efenim. Işığınız bol olsun 😀Yolun sağında Sarp şelalesinin hemen yanında kayalara oyulmuş bir heykel görüyoruz, Aziz Andrew heykeli. Kendisinin Gürcistan'a Hristiyanlığı getiren kişi olduğuna inanılıyor. Otobüs durmadığı için bu ilginç heykeli çekemedim ama sizleri de mahrum bırakmak istemedim. Netten aldığım Andrew'e bakınız:
Bir süre sonra koca gövdeli, devasa okaliptüs ağaçlarının yanından geçiyoruz. Rehberimiz zamanında bu arazinin bataklık olduğu için kullanılamadığını, okaliptüs dikiminden sonra bataklığın kuruyup işe yarar hale geldiğini söylüyor. Böylece "Ben giderim Batum'a/Batum'un batağına" türküsünün anlamını da çözmüş bulunuyoruz. Sırada TL'lerimizi Gürcistan para birimi olan Lari'ye çevirme işlemi var. Otobüs anlaşmalı döviz bürosu önünde duruyor, bir miktar Lari ediniyor ve daha fazla miktar sinirleniyoruz. Zira 1 Lari aşağı yukarı 10,5 TL'ye yakın, kader utansın 😡😖 Sınır kapısından poşetlerle, çöp torbalarıyla, çantalarla erzak taşıyan Gürcü kadınların hikmeti de anlaşılmış oluyor.
Yola devam ediyoruz ve başkasını bilmem ama benim ağzım bir karış açık kalıyor, çeşitli geometrik biçimlerde camdan bir gökdelen ormanına girmiş gibiyiz. Gökçek'in diktiği yüksek binalara söylenirken buradakilerin yanında bizimkilerin gecekondu gibi kaldığına şaşırsam mı, kızsam mı, nefret mi etsem bilemiyorum. Büyük çoğunluğu casino ve otel olarak kullanılan bu azman binaları diken kişinin Türk olduğunu da öğreniveriyoruz bu arada. Otobüs içinden düzgün çekim yapamıyorum haliyle ama şu size azıcık da olsa bir fikir verir belki, bunlar gibi yüzlerce var:
Bu post modern binaların aralarında yamalı bohça gibi rengarenk ve eski püskü apartmanlar boy veriyor. Bunların SSCB zamanında işçiler için yapılmış sosyal konutlar olduğunu ve halen kullanılmakta olduğunu öğreniyoruz. Dışları kurşun kaplı olduğu için teneke konutlar olarak adlandırılmakta imişler.
Gökdelen ormanı şaşırtıcı bir biçimde sona eriyor ve bu kez tamamen farklı bir ortama giriyoruz. Sovyet mimarisi atakta ve kremalı pasta güzelliğinde. Otobüsümüz kendini istirahate çekiyor ve biz yaya olarak şehri gezmeye başlıyoruz:
İlk durağımız Drama Tiyatrosu ve Neptün Çeşmesi. Bu da Bologna'daki Neptün Çeşmesi'nin ikizi. O kadar kalabalık ki ne rehberin anlattıklarını tam anlamıyla duyabiliyor, ne de düzgün fotoğraf çekme imkanı yakalayabiliyorsunuz.
Şehrin bu bölümü çok güzel, temiz ve bakımlı. Rehberimiz Gürcistan'da hayat şartlarının çok zor olduğunu, kiraların yüksek, gelir düzeyinin de düşük olduğunu belirtiyor. Zaten sokaklarda gezerken gördüğümüz görkemli binaların avlularına göz atınca sefaletin durumunu anlayabiliyorsunuz. Taşıt araçları ikinci-üçüncü el ve çoğu çarpık ve eski.
Hava çok sıcak ve nemli, kendimi Antalya'da gibi hissediyorum ama gezme aşkı başka bir şey, ter içinde koşturuyoruz oradan oraya. Bir terleme yarışması yapılsa birinci geleceğim aşikar 😄
İkinci durağımız Avrupa Meydanı. Son derece görkemli bir meydan burası. Batum'da binalar adeta replika, her ülkeden binalar model alınmış, bizden de İzmir Saat Kulesi'ni seçmişler.
Altın Post efsanesini bilenler bilmeyenlere anlatsın ya da Google'dan okusun diyorum, rehberimiz bize Gürcistan yorumunu anlattı, epey uzun buraya yazamayacağım. Sonuç hep aynı, iyiler kazanır, kötüleri yılanlar yer 😃 Bu devasa sütun ve tepesindeki heykel Altın Post Argonotları ve Medea'yı temsilen dikilmiş.
Merkez Bankası Binası, bir SSCB dönemi yapısı, şu an atıl durumda, kullanılmıyor. Koruma altında imiş. Kulesindeki astronomik saat Prag'daki astronomik saatin bir benzeri. Diyorum ya şehir adeta replika 😄 Yalnız bina muhteşem.
Avrupa Meydanı'ndan bir bina. Saf saf nasıl da yıllara dayanmış diye bakarken rehberimiz 15 yıllık olduğunu söylüyor. Kandırıkçı Gürcüler, toprağa testi gömüp küflendirerek antika diye satan hemşehrilerimizle akraba olabilirler 😀 Yine de helal olsun, hiç yeni gibi durmuyor valla 😃
Yine Avrupa Meydanı ve eski Gar Binası. Göze hitap eden binaların görkemi şehrin yoksulluğuyla tezat.
Eskiden burada sinema varmış, şimdiyse Kino'nun "N"sine yapışmış bir Leylak görmektesiniz. Aşağıdaki sokağın adı Nodar Dumbadze. "Güneşi Görüyorum" ve "Ben, Ninem, İliko ve İlarion" isimli kitaplarını okuduğum için adını görünce seviniverdim.
Muhteşem heykellerin süslediği bu bina ise Sovyet zamanında-belki hala-Adalet Sarayı imiş. Hemen arkasında ise İstihbarat Binası var, ovvv KGB, evlerden ırak 😃
Kulesinde dönme dolap olan bu bina bir otel ama ismi hatırımda kalmamış.
Avrupa Meydanı'ndaki binalara bakarken açık kalan ağzımızı kapatıp yine bir kopya meydana yönleniyoruz, İtalya'dan esinlenilmiş Piazza'ya. Ama önce Ermeni Kilisesi'ne, sonra Noel Baba Kilisesi'ne bir göz atıyoruz. Sahi Noel Baba kaç şehirde yaşamış yahu?
Noel Baba (Saint Nicholas) Kilisesi'ni Batum'da yaşayan Rumlar Osmanlı padişahına hediye olarak sunmak istemişler, padişah çanların çalınmaması şartıyla izin vermiş, çanlar gerçekten çalınmamış, ta ki Batum Osmanlı'nın elinden çıkana kadar. Protezlerimi dinlendirmek için bir süre oturduk bu kilisenin bahçesindeki bankta, sanırım bir vaftiz töreni vardı, şık giydirilmiş küçük çocuklar ve anneleri bahçede papazla muhabbet etmekte idiler.
Bu güzel bina bir otel
Piazza'ya giden sokaklardan biri, duvar resimleri çok yaygın Batum'da, çok renkli ve çok güzeller, şehre ayrı bir hava veriyorlar.
Ve Piazza, Mozaik Meydanı. Şık cafelerle dolu, canlı müzik dinletileri yapılan çok güzel bir meydan burası. Ayağınızı bastığınız zemin aşağıdaki gibi.
Fotoğrafta gördüğünüz minnak Eros'un size şans getirmesini istiyorsanız ayaklarının altındaki borudan akan sudan bir yudum içiyor ve tombik ayaklarına, ellerine, burnuna ve başına sürüyorsunuz. Eh istemesi sizden, vermesi Eros'dan. Kendisi Piazza'da epey rağbet gören bir şahsiyet.
Bu arada çok acıktık. Belirlenen bir restoranda yemek yemek için Türk Mahallesi'ne gidiyoruz. Domuz eti olabilir düşüncesiyle katılımcıların arzusu üzerine Türk lokantaları tercih ediliyormuş, fiyat fiks, menü belli, 25 Lari. Batum'daki tek cami olan Orta Cami'nin karşısındaki restorana giriyoruz. Sıcak, kalabalık ve bunaltıcı. Çorba, seçeceğiniz bir yemek, küçük bir salatacık ve "Haçapuri" denilen bir hamur işinden ibaretmiş menü. Sıcakta çorba pek memnuniyet verici bir seçenek değil ama içiyoruz gelen Ezo Gelin'i. Ben garsonun saydığı yemeklerden Elbasan Tavayı istiyorum. Garsonun Elbasan Tava dediğine lokanta sahibi Lazanya diyor. Oysa gelen yemek ikisi de değil. İçinde yarım zeytin kadar et tesbit ettiğim yemek Beşamel sos ve küp küp kesilmiş patatesle harmanlanmış acaip bir şey, yanına da karbonhidrat düzeyini arşa çıkarmak için pilav konmuş. Didikleyip bırakıyorum. Salata dedikleri çay tabağı boyutundaki soğan ve domates karışımı yemek sona erdiğinde geliyor. Haçapuri ise garsonun elindeki tabakta şeker dağıtır gibi masalara dağıtılan iki kesme şeker boyutunda pide benzeri bir hamur. Bence bu haçapuri falan değil, uyduruk bir şey, tıpkı Lazanyamsı Elbasan tavamsı garabet gibi. Turun en tatsız kısmı yemek kısmı oluyor böylece.
Yemek bitince topluca Sahil yönüne geçiyoruz. Grubun çoğunluğu tekne gezisine çıkmak niyetinde, biz henüz şehre doymadık, niyetimiz ara sokaklarda dolaşmak. Önce sahildeki önemli yapılara bakıyorum. Biri bizim İzmirli Saat Kulesi'nin ikizi olan Çaça Kulesi:
Pek kirloz ama gençliğinde biraz yaramazmış. Çeşmelerinden Gürcülerin geleneksel içkisi olan "Çaça" akarmış. Ama bakmışlar ki pabuç pahalı, alkol fiyatları yüksek, kesmişler Çaça akışını. Şimdi kirloz kirloz denize bakıyor.
Karşısında ise Alfabe Kulesi, Ferris Tekeri denen dev dönme dolap ve hazin bir hikayesi olan "Ali ile Nino" heykelleri var.
Alfabe Kulesi üzerinde Gürcü alfabesinin harflerini taşıyor, her insanın özgünlüğünü simgeleyen DNA sarmalı şeklinde tepedeki küreye yükseliyor.
Dev dönme dolap; arzu ederseniz binip şehri kuşbakışı izleyebiliyorsunuz. Bu da London Eye'nin bir benzeri.
Çelik konstruksiyon "Ali ile Nino" Tamar Kvesitadze tarafından tasarlanmış 7 metrelik hareketli bir heykel. Ali ile Nino esasen bir halk öyküsü. Aileleri yüzünden kavuşamayan iki aşığı simgeliyor ve 10 dakikalık sürede aşıklar birbirine yaklaşıyor ve sonuçta kavuşamadan birbirlerinin içinden geçiyorlar. Kollarının olmaması kavuşamamalarını simgeliyor. Gece ışıklandırılan heykeller çok ilgi çekiyor.
Bu üç yapı Miracle Port denilen sahildeki parkın içinde yer alıyor. Batum'un upuzun bir sahili var, çeşitli aktivitelere imkan veriyor.
Grubumuzun çoğunluğu tekne turuna çıkarken biz ara sokaklara dalıyor ve birbirinden güzel binaları ve iç avlularındaki yoksulluğu izliyoruz.
Gürcü aplamız gayet ciddi bir şekilde sarı tankın musluğundan plastik bardaklara doldurup veriyor kvası. Pekmezimsi, soğuk ve lezzetli bir içecek, seviyoruz kendisini 😃
Birkaç hediyelik eşya mağazasına girip çıkıyor, her şeyi çok pahalı buluyor ve birer magnet dışında Gürcülere para bırakmıyoruz.
Dönüş saatine kadar Miracle Park'ta oyalanıyor ve ekip toplanınca otobüsümüze yorgun, sıcaktan pişmiş, ter içinde ama gördüklerimizden memnun yerleşiyoruz. Gümrük faslı bu sefer çabuk halloluyor ve Fındıklı'ya doğru yol alıyoruz.
Sabrınıza hayranım efendim, sürç-ü lisan ettikse affola. Yarın görüşmek üzere...
Ne güzel gezmişsiniz imrendim bacılara ben de katılabilirmiyim seneye emekli olucam. Hülya
YanıtlaSilMemnuniyetle, şimdiden sağlıklı emeklilikler...
SilKader utansın, 2018'de 1 TL 0,56 lariydi. Ucuzluk cennetiydi Gürcistan:) Batum'u gerçek Gürcistandan saymıyoruz artık, orası Las Vegas Junior ... Biz Tiflis'ciyiz:)
YanıtlaSilGerçekten utansın, poşet poşet malzeme taşıyordu Gürcü kadınlar sınıra açılmış Şok, Bim ve A101'den. İnanın ağlamaklı oldum, ne hale geldik biz :( Tiflis'i ben de merak ediyorum ama merakımı giderme imkanı bulana kadar Lari nerelere ulaşır bilmem artık...
SilNurşen ablacım, daha yeni bahsettim. Çok bunaldım, vizesiz bir yerlere gidelim. Batum ya da Karadağ .
YanıtlaSilRize + Batum neden olmasın. Sanki daha az harcama olur. Aslında güzel yemekleri olan restoranlar var diye biliyorum. Keyifli güzergah gidip, görüp yazmıştı sanırım. gezmiş kadar oldum. Ama çok hem bu kadar fakirlik, hem de gösteriş, şatafat. hiç de yabancı gelmedi bana. Turla değil de , kendimiz gidebilsek sanırım daha rahat gezeriz. Eskiciler, kitapçılar, sanat galerileri , pazar yerleri aradı gözüm.
Batum hiç akılda yokken Fındıklı işi çıkınca kısmet oldu, çok da iyi oldu. Ovit düzgün bir tur, yemek kısmı hariç memnun kaldık. Restoranlar var haliyle ama hem Lari'nin durumu, hem de tur grubundan ayrılmamak adına mecburen dahil olduk yemek kısmına da. Fakirin o şatafata dahil olduğunu hiç sanmıyorum. Her yerde olduğu gibi hayat zenginlere güzel. Son cümlende geçenleri biz de aradık ve aynı şeyi konuştuk ama onca gezdik tek bir kitapçı bile görmedim...
SilGünübirlik bir gezide yapılabilecek her şeyi yapmışsınız :) Keşke yemek için turdan ayrılsaydınız. Merkez Bankası binasının yanında BK adında çok güzel bir cafe restaurant vardı. Yine Avrupa meydanına çok yakın bir yerde Grill Town vardı. Bir dahaki sefere beraber gideriz belki :)
YanıtlaSilYaptık Kedicim ama yorgunluktan da perişan olduk, olsun eve gelince dinlendik nasılsa :)) Yemek işinin bu kadar tatsız olduğunu tahmin edemedik, vakit kısıtlı olunca arayış içine de girmedik, fiyatlar da uçtuğu için mecburen girdik o kalabalığa. Neyse kavgada yumruk aranmaz derler, tek sıkıntı yemek olsun dedik :)) Birlikte gitme fikri bile hoş geldi :)))
SilGürcistan’a hiç gitmedim merak ediyorum.. Şarapları çok ünlü, onları da merak ediyorum. Tiflis çok bambaşka diyorlar, oradan Ermenistan’a kıvrılıp geri dönmek hayalim ama sınırlar bir dönem kapalıydı, şimdi nasıldır acaba..
YanıtlaSilGürcistan'a git bence, Batum'u çok beğendim ama Tiflis bize daha çok hitap eder diye düşünüyorum. Şaraplarını Türkiye'de içmişliğimiz vardı ama şarap üstadı da sayılmayız. Birkaç markete girip çıktık, kardeşim aldı hatta bir tane ama aynı şarabı ertesi gün Fındıklı'da da bulduk, hem de neredeyse aynı fiyata :) Ermenistan'a gidiliyor sanki şimdi...
Silne güzel gezmişsiniz öğretmenim. benim de çok görmek istediğim yerlerden biri Gürcistan. sadece babaannem Gürcü olduğundan değil ama evet, onun da etkisiyle belki :)
YanıtlaSilMadem babaannen Gürcü, o zaman mutlaka gitmelisin Şulecim. Şöyle bir Doğu Karadeniz gezisi, oradan Batum, sonra devamı gelir...
SilNefis bir yazı, Batum'a gitmiş kadar oldum diyeyim, ne güzel anlatmışsın. :)
YanıtlaSilSağol Ekmekçim, gerçekten çok beğendim şehri, bu kadarını ummuyordum...
SilAğlicam... Geçen hafta Ordu'dan Batum'a geçelim diye niyet ettik ama gruptaki çocukların hepsi birbir hasta olunca kaldı o iş... Şu yazıyla öyle gitmiş gibi oldum ki... Muhteşem. :)
YanıtlaSilİnşallah bir fırsat çıkar gidersiniz, Batum gerçekten görülesi ilginç bir şehirmiş. Hiç öyle düşünmemiştim ama gerçekten çok beğendim...
Sil